ANASAYFA
ARAŞTIRMA Makale

Bazlambaç Ağzı

Anadolu’nun birçok yerinde çeşitli lehçe ve ağızlar konuşulduğu gibi, bizim yöremizde de yöresel anlamda yerli 'ağız' daha doğrusu konuşma şivelerimiz vardır. TDK'ya göre; "Bir dilin tarihsel, bölgesel, siyasal sebeplerden dolayı ses, yapı ve söz dizimi özellikleriyle ayrılan kolu, diyalektik." olarak tanımlasa da lehçeyi, bizim yöresel konuşma dilimizde de zamanla kelimelere harf ilave edilerek ya da kelimelerden harf düşerek anlam da değişmiştir. (Bazlama, Bazlamaç, Bazlambaç) Bu nedenle her ne kadar yöresel şive/ağız da diyebileceğimiz bu duruma lehçeye daha yakın gözükmektedir.
Kadim Anadolu kültürünün bir parçası olan ve yıllar yılı koruna gelen bu yöresel 'ağzımız' şimdilerde yok olma ile karşı karşıya olduğunu gözlemliyoruz. 1990 yılından sonra ekonomik şartların zorlaması şehirlere göç başlatmış ve köyler boşalmıştır. Şehre yerşeşenlerin çocuklar da şehir dilini konuştuğu için endişelerimiz daha da artmaktadır...
Şimdilerde köyde yaşayan bir kaç kişi tarafından korunan yöresel ağız, onlarında göçmesiyle, bir iki nesil sonrası tamamen unutulacak olması muhakkak.

Bazlambaç adı nereden geliyor?
Bazlambac Beldesi; Çekerek ırmağı üzerinde ve Kümbet Ovası eteğinde kurulmuş yörenin en eski yerleşim yeridir. Yapılan araştırmalara göre bu bölge, sırası ile; Hititler (M.Ö. 1200), Persler (M.S.395), Selçuklular (1095) ve Osmanlı (1352) döneminden itibaren birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır.

2013 yılında Bazlambaç Köylülerinin en yaşlıları (Noman Ballı, Ali Tufan, Hüsyin Yiğin ...) ile yaptığım sözlü tarih çalışmasına göre, 'Bazlambaç' adının atalarında söylene gelen iki hikayesi bulunmaktadır; Biri Bozyamaç, diğeri Bazlama ekmeğinden. (Yazar Mehmet Ballı)
Bazlambaçlılar;
Sözlü tarih çalışmamıza göre, ilk Bazlambaçlılar, Erzurum üzerinden gelen üç Türkmen ailesi, ırmağın yamacındaki boz bir tepenin eteğine konarak ilk yerleşik hayata burada başlayıp adını da Bozyamaç koymuşlardır.

Arazinin sulak ve verimliliği nedeniyle ırmağa yakın yerleşmişler ama içme suyunun çok uzakta, dağın eteğinden omuzlarında helkilerle su taşınır olması zamanla sorun olmaya başlamış. Çünkü su taşıyan kadınların yollarının sık sık eşkıyalarca kesilmesi nedeniyle, ahalinin aldığı kararla, tası tabağı toplayıp suyun başına taşınarak köy oluvermişler. Köylerinin adını da, has Yörük ekmeklerinin adı olan 'bazlama'ya bir harf ekleyerek Bazlamaç’ deyivermişler.

Bazlama; Mayalı hamurun yuvarlak ve kalın küçük şekilde açılarak, sac üzerinde pişirilip üzerine tereyağı sürülerek lezzetlendirilen ekmektir. Bu güzel Bazlama'nın bişi (yağsız), Gatmer (içi yağlı) çeşitleri de vardır.
Ayrıca yine köyümüzde mayalı hamurun yufka şeklinde açılarak Kete ve Gilik (içi şekerli, çökelekli, soğanlı, sebzeli) de yapılır.
Bazlama yumuşaklığını uzun süre muhafaza etmesiyle lezzetli bir ekmektir.
Yöreye has olan Bazlamanın en güzeli Bazlambaç'ta yenir.
Bazlama aslında Anadolu’ya has bir göçebe ekmeği olup birçok yörede bilinmektedir. Bazlambaç ise adını bu ekmekten aldığı ve bazlamadan türetilen yöresel bir şive olup köy kurulurken verilmiş köy ismidir. Köy Medresesi ulemasının bilgeliği ve ekmeğe olan saygılarından dolayı bir harf ilave ile türemiş isim olduğu söylene gelmiştir.
Böylece köy Medresesi ulemasının bilgeliği ve ekmeğe verilen değerden dolayı bir harf (ç) ilave ile köylerini ismini itibarlaştırmışlar.

bazlamanın Bazlambaç'a dönüşmesi ise; köyde bulunan ve senede yaklaşık 350 civarında molla mezun ettiği Medresesinin itibarıyla köy hızla gelişerek yörenin en cazip merkezi haline gelir. 1968 yılında köylükten Kasabalığa terfi ettirilir. Kasaba yapılırken de "Bazlama" adına bir harf daha ilave edilerek "Bazlambaç Kasabası" olarak tescillenir.

Bazlambaç Ağzı:

Bazlambaç halkının sürekli 'Ağzı'nı güncelleyerek kendini nasıl geliştirdiğinin bir örneğidir aslında.

Mutlaka her yörenin kendine has ağzı vardır ama bizim ağzımız, üslubumuz, konuşma tarzımız daha başkadır. Yöresel ağzımızın dikkat çeken en önemli özelliği, bir kelimeden birkaç tane birden türetilmesidir.
Bazlama=Bazlamaç=Bazlambaç
Bu adlardan da ayrıca yöresel isimler türemiştir. "Bir özelliğinden dolayı, adından ayrı olarak sonradan takılan ad" olarak bilinen 'lakap' tanımlaması yapılsa da, Anadolu'nun bir çok yerinde var olan ve insanların tamamen iyi niyetle köy halkının huyuna göre ismine yakın bir de lakap takarak onun köyde kolay tanınması ve çağırılması için takılan ikinci bir isimdir. Hemen hemen herkesin bir lakabı vardır ve bundan gocunmaz. Kimi zaman bu lakap ismin bile önüne geçmiş ve o insanın gerçek ismini bilmeyenler dahi olmuştur.

Birkaç kelime ile örnek cermek gerekirse;

Mahmut; Mamıt, Memiş, Memo, Memili, Memik, Memet, Memmet
Mustafa; Mıstık, Mıstılı, Mısto
Abdullah; Apılı, Apış, Abdi, Abidin, Apraşık
İbrahim; İbo, İbiş, İbram
Hatice; Hacca, Hacce
Ayşe; Aşa, Ayşa
Fatma; Fatoş, Fadik

...

Bazlambaç Ağızının diğer örnekler:

Aa: (Baba)
Aba: (Anne)
Adam: Herif,
Gişi: (Koca,Bey),
Avrat: (Kadın, hanım),
Bibi: (Hala),
Cece: (Yenge),
Ebe: (Anneanne, babanne),
Ede: (Dede),
Emmızı: (Amca kızı),
Gorüm: (Görümce),
Guya: (Damat),
Mılla: (Okumuş çocuk),
Oğlan: (Erkek çocuk)
...

Günlük konuşma dilinde hitap şeklinde ifadeler vardır. Bunların en çok ve meşhur olanları şunlardır:

Nörüyon: (ne yapıyon),
Elllam: (eğer, meğer),
Heeri: (tamam),
Foo: (hayret),
Gıı: (bayana çağırma hitabı),
Norecen: (ne yapacan)
...

Kalıplaşmış sözlerimiz vardır kimi özlü olup çok derin manalar içeren kelimeler:

Boşbuvaz :(gereksiz yerde gereksiz konuşmak),
Hangırdamak: (saygısızca kahkaha atmak),
Yumuş tutmak: (söz dinleyerek görevi tam yapmak),
Afferim: (teşekkür etmek),
Ağzını yediğim: (sevgi içeren konuşma ifadesi)
Cıbırın kabadayısı : (yok olan bir şeyde bol keseden atmak)

Yöresel argolar vardır ama rencide etmeden sadece hafiften iğneler sizi:

Dallama :(enayi)
Gavurun gızı :(düşmanın kızı)
Ecnebi :(yabancı millet)
Gobel :(yaramaz başı boş çocuk)
Hergele :(görgüsüz, terbiyesiz)
Hırbo :(salak,sersem)
Hoydala :(boş boş dikilen)
Keltoş :(başı kel)
Zırto : (boş adam, ipsiz sapsız)
Zırvalama :(saçmalama)

...

Yaşadığımız mekanlar vardır:

Aralık : Küçük sokak
Badal : Merdiven
Çardak : Üç tarafı açık evin üst katı
Dam : Toprak ev
Kiler : Kışlık yiyeceklerin saklandığı serin oda
Yunaklık : Eskiden kadınların çamaşırhane olarak kullandıkları yer
Yüznumara : Tuvalet
Garagudadamı : Aletlerin saklandığı oda
...

Kullandığımız aletler vardır:

Anadut : Üç dallı ekin taşıma aleti
Sındı : Makas
Boyumba :Kaşkol
Büşürgeç :Yufka ekmeği çevrien alet
Cımbar :Kalın yuvarlak odun kalası
Urupla: 20 kilogramlık ölçek
Çerik : Uruplanın yarısı yarım teneke
Mucur: Çeriğin 1/4 üı
Dibek : İçinde sarımsak ezilen oymalı ağaç çanak
Dirgen : İki dalli Ekin taşıma aleti
Duven : Harman sürülen altı çivili öküzlerin çektiği alet
Nodul: demir çivi
Uvandere: Ucu nodullu deynek
Ersin :Teş (Leğeni) kazıyan bakır alet
Orak: Ekin biçile ucu eğik demir kesici alet
Galıç : Orakın büyüğü (ekin biçen el aleti)
Gumele :Tarlalarda sıcaktan korunmak için ağaçtan yapılan geçici çadır.
Helki : Su taşınan bakır kap
Höllük : Çocukların belendiği bir tür toprak
İdare : Gaz lambası
Külük : Balyoz
Lo : Dam üzerinde çorak toprağın pekişmesi için kullanılan delikli taş
Makat : Evlerde oturmak için yapılan yüksek ağaç sedir.
Maşrapa :Su dökmeye yarayan tas
Mıh : Çivi
Murç : Keski
Teş : Elbiselerin konduğu büyük leğen
Tokaç : Çamaşır yıkanır iken elbiselerin dövüldüğü tahta

Yediğimiz içtiğimiz yiyeceklerin isimleri vardır:

Bişi: Sac üzerinde hamurdan yapılan yağsız yumuşak yastı çörek
Bostan: Karpuz
Çukalik : Çökelek, peynir türü
Dürmeç : Yumurta vb katı şeyleri sararak yenen yufka ekmek parçası
Helle : Yeşil mercimeğin unla yapılan çorbası
Hıyar : Salatalık
Katık : Ayran
Kelem : Lahana
Kırmızı :Domates
Kırtış : Patates
Sütlan : Baharın çıkan yapraklarından süt çıkan yenen ot

Hayvanlara bile bilmeyenlerin enteresan bulacağı isimler vermişiz:

Balak : Camız yavrusu
Bodu : Kaz
Culuk : Hindi
Gocen : Köpek yavrusu
Komuş : Camız
Merkep : Eşek
Sütlan : İneklerin sütünü emerek memelerini yara yapan küçük yabani hayvan
Şibi :Ördek
...

Sanıyorum bu kelimeleri kimileriniz yeni duymuşsanız ilginç karşıladınız değil mi? İşte bu sözler bizim Bazlambacımızın günlük konuşma dilimizdi. Yöresel ağzımız.
Yazımın başında da belirttiğim gibi, kendimizi şöyle bir iğneleyerek öz eleştiri yapmak gerekirse, bugün bu konuşma dilimiz köyden şehre gidişimizle şehirde yok oldu.
Değerlerimizi hızlı bir şekilde kaybediyoruz. Bundan 40-50 yıl önce bir görgüsüzlük dalgası sarmış bizi. Şehre yerleşmişiz ama dilimizi koruyamamışız. Şimdi de bir başka ayıbın peşinden sürükleniyoruz, büyük şehirden köye doğru bir görgüsüzlük dalgası yayılıyor.

Çocukluğu köyde geçmiş ama şehre yerleşerek yuva kurmuş ailelerimiz yaz tatilinde hasretini çektiği köyüne geldiğinde, şehir kültürüyle yetişmiş çocuklar bir anda ebeveynlerinin konuşmaları arasında şaşa kalmıyorlar:
Görüm bir maşrapa su uzatsana… Foo ırbı heladamı unuttun Adam.. Helleyi ocaklığa mı taşırdın gıı.. Nörecen gırtışlar yanmış ataşta.. Emmızı salataya kırmızı da doğradın mı... Memmet nörüyon haloğlu... Cece şibileri, culuklarla beraber dama goymayın emi... gibi sözcüklerin dizilişine apışıp kalırlar yeni şehir yetmelerimiz.

Her geçen gün ağzımızda kırmaya çalıştığımız dil öz kültürümüzden uzaklaştırarak bizi yozlaştırıyor, beraberinde örf ve adetlerimizde hızla değişiyor. Yaşam tarzımıza yansıyor bir bir.
Genç kızlar anneannelerinin kıyafetlerini giymez oluyorlar. Delikanlılar babaların şapkalarına gülüyor.
Mesela köy düğünüyle şehrin düğünü aynı mı? Belki çekilen halay aynı diyeceksiniz ama köy meydanındaki davulun yerini salon orkestrası almadı mı? Davulu bir açık alanda birde salonda dinleyin,kulağınıza hangisinin ezgileri daha hoş gelecek?

Kültürümüze sahip çıkarak yöresel ağzımızı korumalıyız. Çocuklarımıza mutlaka anlatmalıyız. Mümkün olduğunca aile içinde yaşamalıyız. Bu ağzımız dolayısıyla da örflerimiz bizim öz kültürümüzdür, unutturmamalıyız.
Kültürüne sahip çıkmak çok önemlidir. Bizim geçmişimiz çok güzeldi, içtendik. Küçük hesaplarımız yoktu, cömerttik. Sevgi doluyduk. Eşini, evladını, toprağını, arkadaşını, eşeğini seviyor, örfüne ananesine sımsıkı bağlı bir güçtük.
Ben artık beton yığını Metropolitan şehirde yaşamakta zorlanıyorum. Benim yerime kim olsa zorlanır, hamurumuz köyde yoğruldu…
Sıkılmadan sonuna kadar bu makaleyi okuyarak kendinizden buruk bir hisle içinizi çektiniz ya da hayretle tebessüm edebildinizse ne mutlu bizlere.
Mehmet Ballı 2008

Not1: Bu yazı; yaşı 80'in üzerinde olan Bazlambaç insanları ile yaptığımız sözlü tarih çalışmasıdır. Malesef Zile ilçesindeki arşivler yandığı için Beldemiz hakkında yeteri kadar yazılı belgelere ulaşamadık. İleriki zamanlarda Osmanlı Arşivlerinden derleyeceğimiz bilgileri yine sizlerin istifadesine sunacağız.
Bazlambaç'ın tarihi hakkında geniş bilgi için tıklayınız
Not2: Bu makale özel bir araştırma çalışmasıdır. Ancak kaynak yazılarak bilgi amaçlı kullanılabilir.