ANASAYFA
HABER Halk Edebiyatı Dergisi'ne Röportaj


Yazar Mehmet Ballı, Halk Edebiyatı Dergisi 8. sayısına "Tarihi Roman" üzerine önemli bir röportaj verdi.

"Her daim içim kımıl kımıldır, yazmasam kafayı yerim, beni mahveden hep aklım ve zihnimde uçuşan kelimeler..." diye kendini tanımlayan Mehmet Ballı, 2013’de yayımladığı Engere Tarihi Romanı ile adından oldukça söz ettiren, benim de kitaplarını okumaktan büyük keyif aldığım bir yazar. Edebiyatın zor ve ciddi türlerinden tarihi roman üzerine kafa yoran, birçok kitaba imza atan ve Türkiye’nin önemli tarihi romancılarından olan yazarımızla röportaj yapmayı çok arzu ettik.
Hani derler ya ‘yazarın üslubu oturmuşsa neye el atsa sanattır’ diye, işte editörlükten web tasarımcılığına, köşe yazarlığından senaryo yazarlığına kadar çok yönlü kişiliğe sahip olan Mehmet Ballı’nın kendisinden; tarihi roman yazmanın tekniğini öğrenmek, yazarlık konusunda fikrini almak, edebiyatla ilgili çalışmaları, kitapları ve gelecek projeleri hakkında bilgi almak istedik. O da her zamanki gibi mütevazı kişiliğiyle bize vakit ayırdı. Bunun için kendisine müteşekkiriz.

Büşra Koyuncu:
-Hocam kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Mehmet Ballı:

-İyi kitap okuyan, okuduğunu idrak eden, idrakinden konuşan, konuştuğunu yaşayan ve yaşadığını da yazan biriyimdir. Demem o ki yaşayarak yazıyoruz.

Büşra Koyuncu:
-Hocam yazmak, aklınıza ne zaman düştü?
Mehmet Ballı:

-Yüreğime ilk cemre ilkokul sıralarında düştü. Kalemimin kuvvetli olduğunu fark etmiş olmalılar ki öğretmenlerimin teşviki ile şiir ve kompozisyon yarışmalarına katılır ve her yarışmadan da derece ile ayrılırdım. Bu cemreler lise sona kadar devam etti.

Büşra Koyuncu:
-Profesyonel anlamda yazmaya ilk nereden başladınız, biraz açar mısınız?
Mehmet Ballı:

- Profesyonel olarak yazmaya “Engere” ile başladım. Fakat daha öncesinde “İETT Fıkraları” kitabım var. Her yazarın ilk kitap deneyim sancısı olur ya, bu fıkra kitabını çıkartamk bana önemli tecrübe kazandırdı.
Uzun yıllar özel sektörde çalıştıktan sonra kamuya geçtim. Yeni görevim İstanbul’un Toplu Taşım alanıydı. Bilirsiniz, İstanbul’da yaşıyorsanız herkesin hayatından bir İETT otobüsü geçer. Ben de görev yaptığım bu güzide kurumda mesaiden arta kalan zamanlarımı iyi değerlendirerek, İETT otobüslerinde ki, yolcular ile şoför arasında geçen mizansen diyalogları minik minik notlar tutarak biriktirdim ve sonunda fıkra kitabım ortaya çıktı.

Asıl yazma alışkanlığına ise (skyturk.net) köşe yazarlığından başladım ve halen (birçok internet medyası ile süreli yayınlarda) de devam ediyorum. Bu apayrı bir alan, sosyal hayata duyarlıysanız, çok okur, çok konuşur ve yazarsınız. Ben de çok konuşmayı değil yazmayı tercih ettim. Yazmak hayatımın bir parçası oldu, buradan hem besleniyor, hem pişiyor hem de güncel kalıyoruz. Haftada 4 makale üretmek müthiş bir şey, sürekli yazmak insanı zinde tutuyor ve motive ediyor, fakat kalemşor olmamak kaydıyla!
Yazma arzusu bir süre sonra beni araştırmaya yöneltti. Sonra ‘gözlemleme’ ve ‘sezgi’ yeteneğim olduğunun farkına vardım ve tarihi roman da karar kıldım. Seçtiğim bu alanda en iyisini yapabilmek için işin tekniğini de öğrenip yol aldım. İlk tarihi roman’ım 'Engere' sevilince, kalemimin ucunu öpüp bu yolda devam ettim.

Büşra Koyuncu:
-Tarihi Roman üzerine çalışıyorsunuz, tarihi romanı diğer roman türlerinden ayıran özellikler nelerdir? Niçin tarihi roman?
Mehmet Ballı:

-Tarihi Romancılık benim uzmanlık alanım. Çünkü çok kafa yordum, araştırıyorum, iyi bir damar yakaladığımda onun izini sürüyorum. En önemlisi de bizleri var eden tarihimize duyarlıyım ve seviyorum.
Edebiyat; insanı ve doğayı söz ve yazı ile anlatma sanatıdır. Roman büyük bir edebiyat kanalıdır, aşkın sesini yansıtabilmek barışın dilini kullanabilmek adına... Tarihi roman ise asri zamanların duygu hafızasıdır.
Roman, olmuş ya da olabilir nitelikteki olayları ve konuları ele alan edebî türlerdir. Romanın konusunun gerçek olması şart değildir. Bir olay, hayal, rüya gibi şeylerin kurgulanarak gerçekçi şekilde anlatılmasıdır. Fantastik roman, polisiye roman, aşk romanı gibi tüm romanların konusu da böyledir. Fakat tarihi roman konusu ve içeriği bakımından bu türlerden ayrılır. Tarihi roman yazmanın apayrı bir tekniği vardır.
Tarihi roman; tarihte yaşamış gerçek veya hayali kahramanlar ve onların başlarından geçen olayları konu alan edebi türdür. Tarihi roman asri zamanların hafızasıdır. Tarihin değişik dönemindeki olayları işler. Yazar, tarihi gerçekleri kendi hayal gücüyle birleştirerek, olayları buğulandırmadan anlatır. Anlatırken de tarihi gerçeklere ters düşmemesi gerekir. Yani 'anakronik sapma olmaması gerekir'. Kısaca, romancı sadece duygularını yazar fakat tarihi romancı ise. Yani zaman, mekan ve lehçe kavramına dikkat ederek, araştıarrak gözlemler yaparak yazar.
Tolstoy ‘Harp ve Sulh’ romanını yazabilmek için elinde haritalarla, tam iki gün boyunca at sırtında savaş alanında dolaşmıştır. Bu bakımdan tarihi roman yazmak ciddi bir iştir. Ülkemizde romancı çoktur ama tarihi romancı sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır.

Bizler necip bir Milletin evlatlarıyız. Şanlı tarihimiz var, tarih yapmışız ama çok azını yazmamışız. Yazdıklarımız bile bugün Osmanlı Arşivleri’nde tozlanmış ve mahzun bir şekilde duruyor! Neden? Çünkü tarihi vesikalarımızın çoğunluğu Osmanlıca ve onları okuyacak Osmanlıca bilen araştırmacı ve uzman sayısı çok az. Ecdadının mezar taşını dahi okuyamayan bir nesil yetiştirdik -cumhuriyetin kuruluşından buyana- ne yazık ki! Bu konuya girersek çıkamayız, uzun bir dert…
Tarihçiler tarihi olayların FOTOGRAFINI çekerler, biz tarihi romancılar ise o fotoğrafa bakarak, duygu ve düşüncelerimizle olayları Edebiyatın tezgâhında yeniden dokuyarak RESMEDERİZ.

Büşra Koyuncu:
-Tarihi Roman yazmanın tekniği nedir? Biraz açar mısınız?
Mehmet Ballı:

-Hemen belirteyim, tarihi roman, Tarih ile Edebiyat'ın izdivacından doğar... Her edebi türde olduğu gibi tarihi roman yazmanın da bir kuralı/tekniği vardır. Biz bunun araştırma safhasındaki özel bir kural uyguluyoruz, yani kısaca 5T1A formülünü uyguluyoruz.
Tarihi roman yazmanın klasik anlamda tekniğini özetle şöyle maddeler halinde sıralayabiliriz:
* Tarihi romanda konu; ilk önce iyi bir damar/olay yakalamalısınız. O olayın konusu, çoğu zaman ders verici nitelikte ki ana fikirdir ve aynı zamanda romanın temasıdır.
* Tarihi romanda kurgu; romanın inşa edilen planıdır. Olayların zaman ve mekân içerisinde biri birine bağlantılı yol haritasının çıkarılmasıdır. Yazarın hayalı ne kadar genişse roman o kadar mükemmel olur yalnız gerçekçi olması şartıyla!..
* Okuyucu ile eser arasında alışverişi sağlayan anlatıcıdır; olaylara ve kişilere tanıklık etmesi, olanı biteni anlatmaktır. İyi bir yazar kişileri konuşturur, kötü bir yazar ortamı olayları tanımlar. Anlatıcı fotoğraf çeker, duygularını denememelidir. 3 tür anlatıcı vardır: Tekil BEN anlatıcı, çoğul SİZ anlatıcı, tekil O anlatıcı. Bunlardan birini seçerek konu ‘anlatı’ ile doğru orantılı olmalıdır. Önemli olan ‘neyin’ anlatıldığı değil, neyin ‘nasıl’ anlatıldığıdır.
* Anlatıcının seçilmesi bakış açısını da belirler. Yanlış anlatıcı bakış açısını da değiştirir ve romanı bozar. Donanımlı bir anlatıcı kendisine gelen görüntüleri olduğu gibi yansıtacak olan kişidir. Yani romanda dolaşan kandır. Genellikle hakim bakış açısı tercih edilir.
* Olay Örgüsü, tarihi romandaki öykü, olay örgüsüyle olayların sırasına göre düzenlenerek anlatılmalı ve birbiriyle bağlanarak ilintilenmelidir. Öykünün, olayların neden-sonuç ilişkisidir. Yani kazak örgüsü gibi örülmesi gerekir.
* Kişiler, tarihi romanda başkahraman ve yan kahramanlar romandaki kişilerdir; Roman denince mutlaka beklenen ve güçlü kişiliğiyle zihinlere yerleşerek romanın akılda kalıcılığını sağlayan başkahramandır. Başkahraman detaylı baştan tarif edilmeli ve romanın her yerinde gözükmelidir. Yardımcı kahramanlar ise lazım olduğu yerde gözükmelidir. Yani okuyucu romanın başında duvarda asılı bir silah görmüş ise, bilecektir ki, o silah, romanın bir yerinde patlayacaktır ve bu rRomanda heyecanı artırır.
* Her tarihi romanda zaman ve mekân çok önemlidir. Zaman planlanmalıdır ve romanda saatin tik takları duyulmalıdır. Zaman unsurunun genel olarak 3 ana dili vardır: Olayların geçtiği, olayların yazıldığı ve okuyucunun okuduğu zaman. Eserin edebi olması zamanın anlatılmasından değil, zamanı iyi düzenlemesindendir. Eseri edebi yapan şimdiki zaman değil, romandaki zamandır. Hele de tarihi romanda, tıpkı ‘mekân’ gibi, ‘zaman’ çok önemli kavramdır. Olayların geçtiği zamana dikkat edilmelidir.
* Tasvir, mekân’ın tasviri tarihi romanda fiziki algı oluşturur. Çevre bir insanı olduğu şekli ile değil algıladığı şekli iledir. Bu nedenle olayların geçtiği mekânı sezdirmeli olmalıdır. Mesela, konu Çanakkale ile ilgili bir tarihi roman ise Çanakkale’ye gidilip olayların geçtiği yerler gezilerek, yine olayların geçtiği gerçek zamanın mekânı kurgulanmalıdır. Bunlar tarihi romanın olmazsa olmazıdır.
* Tarihi romanda akıcılığı sağlayan dil ve üsluptur; doğru imge, doğru zamanda ve doğru yerde kullanılmalıdır. Eserin dilinin döneme, kahramanların sosyal ve toplumsal düzeylerine göre seçilip akıcı bir üslupla, terminolojik dile başvurulmalı. Yabancı kelimelerden sakınılmalı ve halk dili kullanılmalıdır. Dolayısıyla kullanılacak söz sanatları doğrultuda seçilmelidir.
* Tarihi romanda mümkün olduğunca sade dil kullanılırsa romanda akışı da sağlanmış olur. Romanda geçen kelimeler olayın yaşandığı zamanın şive ve lehçesinde verilmelidir.
* Tarihi romanın temel yapısı/çatısı anlatım tekniğidir; her romancının kullandığı farklı teknikler vardır. Bunlar; montaj tekniği, mektup tekniği, özetleme tekniği, geriye dönüşler tekniği ve lietmotiv tekniği gibi. Mesela, lietmotiv kahramanlarının akılda kalıcılığını sağlarlar; Peyami Safa’nın ‘Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda Nükhet’in zamanlı zamansız kahkahalar atması gibi…
Tarihi Romanda genellikle psikolojiden faydalanılır ve en yaygın olarak da ‘Bilinç Akışı Tekniği’ kullanılır. Romandaki ruhun gelgitleri anlatılır. Yani bilinç akışı zihnin sıçramasıdır
* Tarihi romanın süsü tasvirdir; romanda çevreyi, eşyayı tanıtmadır. Lakin tarihi romanda ölçü kaçırılmamalıdır. Olayların geçtiği zaman düşünülerek tasvir yapılmalıdır. Tasvirlerin biri diğeri ile bağlantılı ve bir amacı olmalıdır. Mesela romanda , hayırsever nine küfrederse yanlıştır.
* Şart değil ama bana göre, bazı tarihi romanların kaynakçasın olması yadırganmamalıdır. Madem tarihteki bir olayı anlatıyorsanız insanların muhayyilesinde doğru canlandırılmalıdır. Ayrıca romanda alıntı cümle, söz, başkasına ait bilgi ve belgeler varsa, ya sayfa altında numaralandırılarak ya da kitabın sonuna kaynakça eklenerek verilmelidir.
* Tarihi romanda da her yazıda olduğu gibi en son tashih yapılır. Bu işi genellikle yayınevi editörleri ‘redakte’ eder. Fakat ilk önce tarihi romanın yazarı dikkatli olmalıdır. Çünkü Bunu da en iyi kitabın yazarı bilir/bilmelidir. İmla kuralı tamamen editörlerin işidir. Dile takılan kelimeler çıkartılmalı, anlatım bozuklukları giderilmeli, yani romanın ‘darası’ alınmalıdır. Tarihi romanın zaman ve mekânına ters düşecek kelimeler çıkartılmalıdır. Tanınmadık kimselere taslak okutulmamalıdır. İmla kurallarına dikkat edilmelidir.
"Hocam bunun daha pratik yolu yok mudur?" Diye soranlara bir pratik çözüm önerim de var tabii: Çalışma hayatının birçok alanında kullandığımız şu pratik mantığı tarihi romanda da kullanmak mümkündür; 5N1K. (ne, Nerede, Ne zaman, Nasıl, Niçin, Kim tarafından). Tabi biz daha başka teknikler de kullanıyoruz, yukarıda verdiğim; 5 T 1A formülü gibi...

Büşra Koyuncu:
- 'Yazarlar Okullarda Projesi' adı altında İstanbul’daki okullarda seminer ve söyleşiler yapıyorsunuz? Ben de bir eğitimci olarak sormak istiyorum; faydalı buluyor musunuz? Ne anlatıyor ve nelerle karşılaşıyorsunuz?
Mehmet Ballı:

-"Okumak bir insanı doldurur, konuşmak hazırlar, yazmak ise olgunlaştırır" der Bacon. Yazmak zor iştir! Hele de, taklit eden değil de üreten bir yazar iseniz sorumluluğunuz ve yükünüz kat be kat artar. Büşra Hanım, siz de öğretmensiniz, bilirsiniz, ‘öğrenme’ ve ‘öğretme’nin ne kadar meşakkatli bir iş olduğunu… Yazar olmakta böyle bir şey…
Bizim çocukluğumuzda kısıtlı sayıda/bulabildiğimiz kadarıyla okuduğumuz kitapların yazarların ancak hayalini kurabilirdik. Yazarlar bizim için Kaf Dağı’nın arkasından seslenirlerdi… Peki ya bugün öylemi(!) günümüz nesli ne kadar da şanslı… Kitabın çoğalması, yazarların artık aramıza inerek okullarımıza kadar gelmesi, en azından bizler öyleyiz ne büyük nimet diye düşünüyorum.
İşte böyle ciddi ve güzel bir proje olarak İstanbul’da 2010 yılında başladı ‘Yazarlar Okullarda Projesi.’
Günümüz dünyasında, görsel algılayıcıların zihinsel bir tembelliğe iterek okuma alışkanlığını yok etmekte olduğunu gözlemliyoruz. Bu proje ile, çocuklarımızda farkındalık yaratarak okumanın onların yaşam başarısını, yaşadığı toplumu ve insanlarını tanımaya çalışacağı düşüncesiyle yaptığımız söyleşiler, öğrenciler tarafından ilgiyle karşılanmakta ve hoş sohbet havasında geçmekte. Hatta işimizi o kadar önemsiyoruz ki, bazen bilgisayarlı sunum ve slâyt gösterisi gibi materyallerle iş seminere dönüşebiliyor.
Öğrencilerimize okuma kültürü ve alışkanlığı kazandırmak açısından son derece önemli bulduğum bu projeyle: Okullarda, sesimizle, görüntümüzle öğrencilerle direk iletişim kuruyoruz.
Öğrenciler okudukları kitaplarımız hakkındaki görüş ve eleştirilerini doğrudan iletme imkânı buluyorlar. Bu buluşma, öğrencilere eleştirel bir bakış açısı kazandırarak onları okuyan ve düşünen bireyler olarak hayata hazırlanmalarını sağlıyor.
Her yazar arkadaşımızın seçtiği farklı konu başlıkları var, genellikle: ‘Edebiyat bize ne katar?’ ‘Okumada seçicilik nedir?’ ‘Öykü nedir, roman nedir tarihi roman nedir?’… gibi konu başlıklarıyla, öğrenciler için çok önemli konuları anlatarak, örgün eğitime okul dışından katkı sağlıyoruz. En çok ‘Yazar nasıl olunur?’ Yazınsal sorular… türünden soru-cevapla tecrübelerimizi aktarıyoruz...
Tabii gençlik önemli bir dönem. Pedagoji uzmanlarına göre; 15-16 yaşlarında genç insanların çevresi ile daha bir ilgilenir olduklarını söylemekteler. Bu yıllar lise dönemine denk geliyor. Bizler lise yıllarında Tarih derslerini ezberleyerek geldik.
Hâlbuki tarih gibi 'soyut' olan ve sözel anlatıma dayanan bir dersin, gerekli öğretim materyalleri ile yeterince görselleştirilemediği, gençlerin aldığı bilgileri muhayyilesinde canlandırarak, bugün ile ilişkilendiremediği durumlarda, ulaşılması amaçlanan ilgili hedefler sadece öğretim programlarının sayfalarında yazılı olarak kalmakta… Bu sebepten, biz istiyoruz ki, örgün tarih öğretiminde, uygun olan tüm öğretim araç ve gereçlerinden faydalanılması yanında, okul dışı tarih eğitimine katkı sağlayıcı vasıtaları da dikkate alınmalı. Yani tarihi romanlardan da faydalanılmalı… Modern dünya bunu yapıyor… Dünya Fransız Tarihini Balzac’ın tarihi romanlarından öğrenmedi mi?
Dolayısıyla tarihimizi, Tarih kitaplarını sıkıcı, kuru bilgi yığını, yaşamla ilişkisi kopuk olmaktan kurtarmanın yolu, tarihi olayları bir edebiyatçı tezgâhında kıvama getirmekle pekâlâ mümkündür. İşte biz üstlendiğimiz bu misyonla, gittiğimiz okullarda bunu anlatıyor, geçmişten geleceğe köprü görevini üstleniyoruz.
Bu projeyi bu kadar değerli kılmamızın bir diğer nedeni; öğrenci olmanın şimdikinden çok daha zor olduğu, hatta okumak için kitap bulmanın bile zor olduğu dönemin kuşakları olarak bizler, okumayı çok sevmenin ve okumada seçici davranmanın verdiği kazanımla, kabını doldurarak bugünlere gelmenin mutluluğunu genç kuşağa aktarmayı bir görev edinmemizdendir… Bilgi kirliliğinin yaşandığı günümüz dünyasında gencecik beyinlere, ellerine geçen her kitabı değil, ‘hayatta size lazım olacak kitapları okuyun’ diye öğütlemekteyiz. Bu nedenle okullara severek gidiyorum...

Büşra Koyuncu:
-Engere ilginç bir isim, bu kitap adı nereden aklınıza geldi?
Mehmet Ballı:

-Hemen söyleyeyim Engere; Rumca bir kelime olup 1920’lerdeki bir Rum Köyü adı. Yani, romanda bahsettiğimiz üç köyden biri. Özgün bir yazarsanız kitabınızın adını önemsemelisiniz. Ben de buna dikkat ettim.

Büşra Koyuncu:
-Engere tarihi romanınızdan biraz bahseder misiniz?
Mehmet Ballı:

-Ben doğayı ve doğal yaşamayı yaşam tarzı edinen biriyim. 2000 yılında bir candost aracılığıyla Yalova’nın şirin bir köyüne yerleştim. O günden bu güne hâlâ göçmen kuşları gibiyiz, her yaz bu köye göçeriz. Zamanla köylü ile kaynaştık. Köylünün şen-şakrak olmasına rağmen, ilk senelerde köy kahvehanesinde muhabbet yüklü masalarına her oturduğumda yüreklerinde hep saklı bir acının olduğunu fark ettim. Köyde yaşı 90’ın üzerinde olanlar tarihin canlı şahitleri idiler. Onlar anlattı ben dinledim ve ara ara notlar alarak böylece tam 4 sene sözlü tarih çalışması yapmış oldum. Sonra bu anlatılanların doğruluğunu araştırmak için kütüphane arşivlerine girdim. Araştırmam neticesinde ne zaman ki o anlatılanların belgelerine ulaştım, o an anladım ki tarihe not düşmek adına bu anlatılanları kitaba dönüştürmek şart!
Engere’nin konusu; Kurtuluş Savaşı’nda Yalova ve çevresinde yaşanan olaylardan birini içermekte. O zaman, Yunan işgalci kuvvetlerin, yerli etnik tebaayı kışkırtarak, kurdurdukları çetelerle bastıkları köylerde katliamlar yapmışlar. İşte öyküsünü dinlediğim bu köydeki dram da bunlardan biri idi. İşgalci ve işbirlikçilerin kışkırttığı Engere Rum köylüsünün, komşu Kocadere-i Bâlâ Türk köyünü bir sabah ansızın basarak, köyü yakıp-yıkmışlar, köylüyü tutsak edip sahile indirerek, Dersaadet’e gönderme bahanesiyle bindirdikleri kayıkları batırarak çoluk-çocuk demeden hepsini katletmişler!.. Bu arada bu katliamdan kaçarak kurtulan birkaç kişiden biri olan Sabri Kâhya(Romanımızın başkahramanı) adındaki bir yiğidin, olayların dinmesi üzerine geri döndüğü köyünü imar ederek, bugünkü Şenköy haline gelmesini sağlamış.
Bir okurumun; “Engere Tarihi Roman’ını her Türk genci okumalı” yorumundan da anlaşılacağı üzere, küllerinden doğan bir neslin gerçek hikâyesini yazmak bize nasip oldu.

Büşra Koyuncu:
-Peki Metamorfoz tarihi romanınızın öyküsü nasıl çıktı ortaya?
Mehmet Ballı:

- Yazmak ve bir eser vermek için önce bir DERT edinmeniz gerekir. Yazma yeteneğinizi işin tekniği ile birleştirdiniz mi, artık sizi kimse tutamaz. Bu Tarihi Roman’ımda da böyle oldu, yani ihtiyaçtan doğdu. İstanbul’un yakın tarihine ışık tutan bu eser, şehrin sosyo-ekonomik ve kültürel kesitini kaleme aldım bu yüzden çok önemli bir eser olduğunu düşünüyorum.
İyi bir yazar iyi bir gözlemcidir, nereden besleneceğini bilir. Tarihi romancı iseniz buna mecbursunuz. İstanbul’a 1982’de geldim. O günden bu güne, şehrin nasıl bir dönüşüm geçirdiğine an be an şahit oluyorum! Stratejik konumu ve birçok güzelliğiyle dünyanın en muhteşem şehirlerinden biri olan İstanbul, maalesef her geçen gün elimizden biraz daha kayıp gidiyor. İş bulma umuduyla akın akın gelen insanların kuşatılmışlığında ki bu şehri yozlaştırarak tıpkı bir güve gibi içten içe kemirerek tarihi dokunun nasıl yok edildiğini gözlemledim. Hâlbuki hepimizde iyi biliyoruz ki İstanbul sıradan bir şehir değil? Fakat bu aziz şehir her şeye rağmen tarihi kalıntılarıyla da olsa yine cazibesini koruyarak olabildiğince direnmeye devam ediyor ve sırf bu nedenle de olsa bana göre; Bütün Kentler Ölümlüdür İstanbul Hariç! diye bir veciz sözün sahibi yaptı bizi...
Araştırmalarıma Tarihi Bitpazarları’ndan başlayarak, şehir ile insanın iç içe geçirdiği zihinsel dönüşümü inceledim ve konu edindim. Bitpazarındaki mekân gözlemlerim tam 6 senemi aldı. Her pazar günü, sabahın henüz saat 4’ünde sırtıma çantamı vurup elimde fenerle Tarihi Topkapı Surları’nın dibinde kurulan Bitpazarları’nın sırrını çözmek için yollara düştüm. Enteresan simaların arasına karışarak, ufaktan ufağa tezgâh açıp o insanların ilginç hikâyelerini dinledim. Sonra da oturup günlerce yazdım.
Metamorfoz tarihi romanımın ana teması; Taşı toprağı altın diye İstanbul’a gelerek işsiz güçsüz kalan saf insanların, uyanıklarca yalanın endazesini kullanarak nasıl dolandırıldıklarını, yalnızca kriminal vakıalar olarak yansıtmayıp meziyet ve maharetleri, kişilik özellikleri ve insani yönleriyle anlatmaya gayret ettim.
Üç bölümden oluşan Metamorfoz özetle; dolandırıcılığın filozofu olan başkahraman Cabbar’ın, son işinde yakayı ele verip düştüğü hapishanede tövbe ederek adını Halo olarak değiştirir ve artık rızkını Bitpazarları’ndan temin etmeye başlar. Bu sırada tanıştığı bir Velî kul aracılığıyla intisap ettiği Cibalibaba Dergâhı’nda öğrendiği Tasavvuf sayesinde Hidayet’e ererek sevdiğine kalbinden yürür...

Büşra Koyuncu:
-Yeni çıkan kitabınızın da çok ilgi gördüğünü öğrendim, henüz okumak nasip olmadı, konusu itibariyle Naturalist Öykü çok bildiğimiz bir tür değil? Bu türü nasıl keşfettiniz?
Mehmet Ballı:

- Siz bakmayın öyle peş peşe fabrikasyon kitap çıkartanlara! Tarihi roman çıkarmak çok zahmetli bir iş olmakla birlikte uzun bir süreçten geçer. Fakat okuyucuyu zinde tutmak için, kitap çıkarma aralığını da 2-3 seneyi geçirmemek gerekiyor. Bu bakımdan, iyi bir yazarsanız zaten birkaç projeyi bir arada yürütür ve arada bir demlenmeye bırakırsınız. ‘Kırkikindi Yağmurları’ kitabımda öyle oldu. Hani başta dedim ya; Ben hayatı YAŞAYARAK YAZIYORUM. İşte Şenköy’de zaman zaman yaşadığımız ilginç olayları not etmiştim. Sonra onları öyküleştirdim.
Yaşımız ilerlese de öğrencilikten kopmadık. Halen Türk Dil ve Edebiyatı okuyorum. Burada Edebiyat akımlarını okurken Naturalizm’in tarzıma daha uygun olduğunu fark ettim. Zaten tarihi romancı olarak realisttik, Naturalizm’le de bunu perçinlemiş olduk.
Evet, naturalist öykü Milli Edebiyat’ımızda denenmiş olmasına rağmen, o günden bu güne bu türde eser verene pek rastlamadık. Natüralizm hayatı bilimsel bir nesnellikle ele alan bir akımdır. Natüralistler, eserlerindeki kişi ve olaylara bir bilim adamı gözüyle yaklaşırlar. Dolayısıyla benim yazdığım bu öykülerde tamamen doğal olaylardır.
Bu kitabım da aslında tarihi roman kıvamında; 1555’de başlayıp 2090 yılına uzanan asude bir hayatı anlatan, hem birbirinden bağımsız, hem de zincirlime bir olay örgüsüyle anlattığım, tam 10 natüralist öyküden oluşmakta... Bu çalışmamda gerçekçiliği bir adım daha ileriye taşıyarak, dünün huzur dolu yaşam öykülerinden yola çıkıp, bugün doğayı nasıl hoyratça kullandığımızı gözler önüne sererek gelecekteki korkulası yaşanacaklara dikkat çekmek istedim! Kırkikindi Yağmurları kitabını okuduktan sonra içinizde; ‘Şehirden köye kaçma hissi’nin uyandığını fark edeceksiniz…


Büşra Koyuncu:
-Yeni çalışma ve projeleriniz var mı?
Mehmet Ballı:

-Olmaz mı, durmak yok yeni şeyler üretmeye devam. Biz heves için değil gerçek ideallerimiz için yazıyoruz. Güzel örnek olmak için yazıyoruz. Edebiyatta kalıcı olmak için buna mecbursunuz. İyi bir yazarsanı özgün ve kalıcı olmak zorundasınızdır. Bizde öyleyiz şükür. İki yeni tarihi roman projem eş zamanlı devam ederken, şimdi Halk Edebiyatı Dergisi’ne ağırlık veriyorum. Sarıkamış, Çanakkale, Çapanoğlu, Endülüs... gibi araştırma safhasında olan tarihi roman proje çalışmalarımız var inşallah...

Dergiler edebiyatın mutfağıdır, bende mutfağı severim. Yazarlık Akademi Derneği, Memur Sendikası gibi birçok derneğin kurulmasına öncülük ettim. Fakat bir süre sonra bu görevlerimden ayrılmak zorunda kaldım!.. Bunun nedeni ise, ülkemizdeki STK'ların sistemi tam rayına oturmadığı kaynaklı bir şey. STK'ların bir çoğunda, bir defa başkan seçilen, uzun yıllar koltuğunu bırakmak istemiyor bildiğiniz gibi!.. İnsanlar “hep ben” diyor ve kendi nefsi okşansın istiyor! “biz” olmayı bir türlü becerememiş ve o erdemliliğe henüz ulaşamamışız. Siz de iyi niyetli iseniz, başta her şeyi anlayamıyorsunuz. Dolayısıyla bazen böyle yol kazaları olabiliyor.
Kısa bir süre arayış içine girdikten sonra, bir vesile ile karşılaştığım ve henüz genç bir dergi olan Halk Edebiyatı Dergisi ekibine katılarak imtiyaz sahibi Şenol Tombaş beyle yol arkadaşı olduk. Şimdi, yayın kurulunda yer alma görevimizin yanında derginin iç ve dış tasarımı da bize emanet edildi.
‘Halk Edebiyatta Birleşecek’ misyonu ile yola çıkan Halk Edebiyatı Dergimiz, Edebiyat Dünyasına yeni bir nefes aldırdığını düşünüyoruz. Çünkü her sayısı bir kitap kadar kalınlıkta; şiir, deneme, hikaye, inceleme, folklor, mizaha, masalve röportaj gibi, Halk Edebiyatının hemen hemen tüm türlerinde özgün eserlere yer veren dolu dolu bir dergi çıkartıyoruz. Güzel insanlardan oluşan profesyonel ekibimiz ve geniş yazar yelpazemiz var. Her geçen gün okuyucu kitlemiz de artıyor. Dolayısıyla dergicilik yaparak bir anlamda geleceğe mektup yazıyoruz.

Büşra Koyuncu:
-Kitap tasarımcılığınız ve senaryo yazarlığınızdan da kısaca bahseder misiniz?
Mehmet Ballı:

- Kendi kitaplarımızın yayımlama sürecindeki edindiğimiz tecrübelerimizi şimdi Kurumsal kimliğimizle paylaşıyoruz.
Halk Edebiyatı Dergisi olarak, artık bir dergiden de öte yeni projelere odaklıyız. Yeni yayın hayatına başlayan Halk Edebiyatı Dergisi Yayınları olarak, yayınevimizden kitap basım ve tasarımı talebinde bulunanlara yardımcı oluyoruz.
Senaryo yazarlığı ise, o da ihtiyaçtan doğdu. Şöyleki, zaman zaman okuyucularımızın “Hocam bu kitabınızın filmi neden çekilmiyor?” sorularına muhatap oluyordum. Ben de, kendi kitaplarımı senaryolaştırmak maksadıyla, ustasından bu işin profesyonel eğitimini aldım ve sonrasında tekniğini öğrendiğim senaryo yazarlığına başladım. İlk yazdığım Engere belgesel film senaryosu oldu ve bu projem şuan TRT’de değerlendirilmeyi bekliyor. Tabii yazdığım kısa ve uzun film senaryoları da var.

Büşra Koyuncu:
-Edebiyatta bu kadar tecrübelisiniz, işin mutfağında da çalışıyorsunuz, yazarlık konusunda bize biraz bilgi verebilir misiniz?
Mehmet Ballı:

-Yazmak bir yetenek işidir fakat yetenek de tek başına yeterli değildir. Yazmak için kelimelerin dilinden anlamak gerekir. Yazacağınız türün eğitimini ve o işin tekniğini öğrenmelisiniz. Çok okumalı ve çok emek sarfetmelisiniz. Benim zamanım planlıdır ve günümün üçte ikisini çalışarak geçiriyorum.
Günümüzde insanlar hevesleri ile ideallerini karıştırıyorlar. Eğer hevesiniz varsa bir şekilde paranızla yazdıklarınızı kitaplaştırır ve onu da ancak çevrenize dağıtırsınız. Eğer yazdığınız kitap edebi değer taşımıyorsa daha ileri gitmez. Buna ‘kendin çalıp kendin oynama’ denir! Bu nedenle yazanı okuyanından daha çok bir toplum haline geldik maalesef.
Olmuyorsa kelâmı da kalemi de yormayın, kendinizi zorlamayın derim.
Hâlbuki edebiyat ciddi iştir. Hayatta her insanın kendini ifade etme biçimi farklıdır. Kimi yazarak ifade eder, kimi çizerek, kimi şarkı söyleyerek, kimi … hevesinizi yeteneğinizi keşfetmek için kullanın ve başka bir yol deneyin derim.
Bir defa daha üzerine basarak tekrarlayalım, 'Yazarlık özgün olmaktır', yeni şeyler ortaya çıkarmaktır. Yazmaktan başka çaresi olmayan kişidir büyük yazar. Bizi anlayan binlere selam olsun.

Büşra Koyuncu:
İnşallah, sizi bir gün kendi okulumda da görmek istiyorum. Keyifli ve öğretici bir röportaj oldu hocam. Çok teşekkür eder, başarılarınızın devamını dilerim.
Röportaj: Büşra Koyuncu, Öğretmen 2016