Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla

1- Ey Peygamber! Allah'ın helal kıldığı(1) şeyi niçin kendine haram ediyorsun? (Şunun için ki) sen hanımlarının rızasını kazanmak istiyorsun.(2) Allah gafûr ve rahimdir.(3)
2- Allah, yeminlerinizin (keffaretle) çözülmesini size farz (veya meşrû kıldı.(4) Allah, sizin mevlânız (sahibiniz, yardımcınız) dır. O, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.(5)

AÇIKLAMA

1. Bu ifade, aslında bir soru olarak değil, yapılan davranışın beğenilmediğini ortaya koymak için kullanılmıştır. Yani maksat, Hz. Peygamber'in (s.a.) davranışının Allah tarafından hoş karşılanmadığının vurgulanmasıdır. Bu noktada Allah'ın helal kıldığı bir şeyi, Peygamber dahi olsa hiç kimsenin haram kılma yetkisinin olmadığı kuralı ortaya çıkmaktadır. Oysa Hz. Peygamber (s.a) o şeyi akidevi olarak ve şer'an değil, sadece kendi nefsine haram kılmıştı. Ancak O, sıradan bir insan konumunda değildi ve O bir Peygamberdi. O'nun herhangi bir şeyi kendi nefsine haram kıldığında, ümmetin de o şeyi haram ya da en azından mekruh olarak kabul etme tehlikesi sözkonusuydu. Veya ümmet içerisinde bazı kimseler, kendi kendilerine birtakım haramlar ihdas ettiklerinde, hiçkimse bunda bir beis görmeyebilirdi. Bu bakımdan Allah Teâlâ, Hz. Peygamber'i (s.a) bu davranışı dolayısıyla şiddetle ikaz ederek, bundan vazgeçmesini emretmiştir.
2. Bu ifadeden, Hz. Peygamber'in (s.a.) helal olan bu şeyi kendi isteği ile değil, hanımlarını memnun etmek için kendine haram kıldığı anlaşılmaktadır.
Burada Hz. Peygamber'e (s.a.) bu uyarı yapılırken, bu haram kılma sebebinin niçin açıklanmadığı sorusu akla gelebilir. Ancak burada helal bir şeyi kendisine haram kıldığı için sadece Hz. Peygamber (s.a) değil, O'nun hanımları da eleştiriye muhatap olmuşlardır. Çünkü O'nlar bir Peygamber hanımı olmanın önemini idrak edememiş ve Hz. Peygamber'i (s.a) helal bir şeyi haram kılma tehlikesi içine sokmuşlardır.
Kur'an'da, Hz. Peygamber'in (s.a) kendisine haram kıldığı nesnenin niteliği açıklanmamıştır. Fakat buna rağmen müfessir ve muhaddisler bu ayetin nüzulüne sebep olan iki vak'a zikretmişlerdir. Birincisi, Hz. Mariye hakkındadır. İkincisi ise, Hz. Peygamber'in (s.a) bal yemeyi kendisine haram etmesi ile ilgilidir.
Hz. Mariye hadisesi şu şekildedir: Hudeybiye Antlaşması'ndan sonra Hz. Peygamber (s.a) çeşitli hükümdarlara mektuplar göndermiştir. Bu hükümdarlardan biri de İskenderiye'nin Rum Patrik'i Mukavkıs'tır. Sözkonusu mektubu Mukavkıs'a Hz. Hatib bin Ebi Belta götürmüş, ama O, İslâm'ı kabul etmeyerek -elçiye güzel muamele ederek- Hz. Peygamber'e (s.a.) (s.a) şu cevabı göndermiştir. "Ben bir Nebinin geleceğini biliyorum ama O'nun Şam'dan çıkacağına inanıyorum. Ancak yine de Senin elçini hürmet ile karşılayıp, Sana Kıptî'ler nezdinde saygı değer iki kız gönderiyorum." 'İbn Sa'd) Kızlardan birinin adı, Sîrin, diğerininki Mariye'dir. (Hıristiyanlar Hz. Meryem'e Mariya 'Meri' derler.) Mısır dönüşü, Hz. Hatip her ikisini de İslâm'a davet etmiş, onlar da kabul etmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a) kızlar kendisine getirildiğinde, Sîrin adlı kızı Hasan bin Sabit'e cariye olarak vermiş ve Mariye'yi de kendi haremine almıştır. Hicrî 8. yılın Zilhicce ayında, Hz. Peygamber'in (s.a) Hz. Mariye'den İbrahim adlı bir oğlu dünyaya gelmiştir. (El-İstiab, El-İsabe) Hz. Mariye çok güzel bir kadındı. Nitekim Hafız İbn Hacer, El-İsabe'de Hz. Aişe'den bu sözü nakleder. "Ben hiçbir kadını Mariye kadar kıskanmadım. Çünkü O çok güzeldi ve Rasulullah'ın hoşuna gitmişti." Bu konuda birçok kanalla rivayet edilen hadisleri şöyle özetleyebiliriz. Birgün Hz. Peygamber, Hz.Hafsa'nın odasına gelir ve O'nu bulamaz. Bunun üzerine Hz. Mariye Rasulüllah'ın (s.a) yanına gelir ve birlikte Hz. Hafsa'nın odasında bir süre kalırlar. Hz. Hafsa bundan çok gücenir ve öfkeyle Hz. Peygamber'e (s.a.) çatar. Bunun üzerine Hz. Peygamber de (s.a) O'nu memnun etmek için, bir daha Hz. Mariye ile mübaşerette bulunmayacağına söz verir. Başka bir rivayette yemin ederek bunu yaptığı söylenmektedir. Bu rivayetlerin çoğu, Tabiinden mürsel olarak nakledilmiştir. Bazı rivayetler ise, Hz. Ömer, İbni Abbas ve Ebu Hureyre'den mervidir.
İbni Hacer bu kadar rivayet karşısında Fethu'l-Bari adlı eserinde, "Bu hadisenin gerçek bir yanı olmalıdır" demektedir. Ancak Kütüb-ü Sitte'nin hiçbirinde bu olayın zikri geçmemektedir. Sadece Nesei'de Hz. Enes'ten nakledilen bir hadiste, Rasulüllah'ın (s.a) bir cariye ile temettu ettiği, Hz. Hafsa ile Hz. Aişe'nin baskı yapmaları sonucunda Hz. Peygamber'in (s.a.) o cariyeyi kendine haram kıldığı ve bunun üzerine, "Ey Peygamber, eşlerinin rızasını arayarak Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun?" ayetinin nazil olduğu zikredilmektedir.
İkinci hadise, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesei ve birçok hadis kitabında Hz. Aişe'den nakledilmiştir ve şu şekildedir. Her ikindi namazı sonrasında eşlerinin odalarına uğramak Hz. Peygamber'in (s.a) adetiydi. Hz. Peygamber (s.a) bir süredir Zeynep binti Cahş'ın odasında daha fazla kalmaya başlamıştı, zira O'na bir yerden bal gelmişti ve Rasulüllah balı çok severdi. Dolayısıyla O'nun odasında bal şerbeti içiyordu. Hz. Aişe (r.a) şöyle anlatıyor. "Bunu çok kıskandım ve Hafsa, Sevde, Safiye ile birleşip, Rasulüllah (s.a) yanımıza geldiğinde, herbirimiz O'na ağzından meğafir kokusu geldiğini söylemeyi kararlaştırdık. Meğafir, özel kokusu olan bir çiçektir. Şayet arı, balını bu çiçekten alırsa, balında meğafir kokusu olur. Hepimiz de Rasulullah'ın (s.a) çok titiz olduğu ve kendisinden kötü bir koku yayıldığında, bundan çok rahatsız olacağını biliyorduk. Bu yüzden Hz. Peygamber'in (s.a) Hz. Zeynep'in yanında çok kalmaması için bu hileye baş vurduk. Ve gerçekten de hile tesirini gösterdi. Hanımlarının "ağzından meğafir kokusu geliyor" demeleri üzerine, Hz. Peygamber (s.a) bal yememeye söz verdi." Bir rivayette Rasulullah'ın (s.a) sözü şu şekildedir: "Yemin ederim ki ona (bala) bir daha dönmeyeceğim." Başka bir rivayette ise, "Ona bir daha dönmeyeceğim" denilmektedir. "Yemin" kelimesi yoktur. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre lafız, "Allah'a yemin ederim ki içmeyeceğim" şeklindedir. (İbn Münzir, İbn Ebu Hatim, Tabarani ve İbn Merduye)
İleri gelen birçok alim ikinci hadisenin daha doğru olduğu sonucuna varmış ve birinci hadiseye pek güvenmemişlerdir. İmam Nesei, Hz. Aişe'nin bal hakkındaki rivayetinin sahih olduğunu, Rasulüllah'ın Hz. Mariye'yi kendine haram kılması olayına ise itibar edilemeyeceğini söylemektedir. Kadı İyaz ise, "Bu ayet Hz. Mariye hakkında değil, bal hakkında nazil olmuştur" demektedir. Kadı Ebu Bekir İbn El-Arabî bal rivayetinin daha sahih olduğunu söylerken, İmam Nevevi, Hafız Bedrettin el-Aynî'de aynı görüşü savunmaktadırlar. İbn Hümam, Fethu'l-Kadir adlı eserinde şunları yazmaktadır: "Bal hakkındaki rivayetler Sahîhayn'de, Hz. Aişe'den mervidir. Bu bakımdan bu görüş daha güvenilirdir." İbn Kesir ise, "Bu ayetin Hz. Peygamber'in (s.a.) kendisine balı haram kılması üzerine nazil olduğu görüşü daha doğrudur" demektedir.
3. Yani, hanımlarını memnun etmek amacıyla helal birşeyi kendisine haram kılmak Rasulüllah'a (s.a) bulunduğu konum dolayısıyla yakışmazdı. Yoksa bu kendisinin hesaba çekilmesini gerektiren bir cürüm değildir. İşte bu yüzden Allah Teâlâ sadece O'nu ikaz edip, bu davranışını tashih etmekle yetinerek, O'nun bu zaafını bağışlamıştır.
4. "Yeminin keffareti verip, (tıpkı Maide: 89'da beyan edildiği gibi) amel ederek bu yeminden vazgeç." Yani kendine haram ettiğin helal şeyi yeniden kullanabilirsin. Burada önemli bir fıkhi sorun ortaya çıkmıştır. Şöyle ki: Bu emir, sadece bir kimse yemin ederek bir şeyi kendisine haram kıldığında mı geçerlidir? Yahut bir kimsenin bir şeyi kendisine haram kılması, yemin etse de etmese de yemin olarak kabul edilebilir mi? Bu hususta İslâm Hukukçuları arasında görüş ayrılığı vardır.
Bir gruba göre, tahrim (bir şeyi haram kılmak) yemin sayılmaz. Sözgelimi bir kimse, "Filan şey (bu hanımı da olabilir) bana haramdır" derse, o sadece boş ve anlamsız bir söz sarfetmiş olur ve keffaret vermesi gerekmez. Keffaret vermeksizin, kendine haram kıldığı o şeyi kullanabilir. Bu görüş, Mesruk Şa'bi, Rubeyye, Ebu Seleme, İbn Cerir ve Zahiriler tarafından paylaşılmaktadır. Onlara göre, "filan şeyi kullanmak bana haramdır" denilerek yemin edilirse tahrim için keffaret gerekli olur. Onların delili, Hz. Peygamber'in (s.a) balı kendisine haram kılarken, ayrıca yemin de etmiş olmasıdır. Bu yüzden Allah, "Allah size, yeminlerinizi çözmeyi meşru kılmıştır." diye buyurmaktadır.
İkinci bir gruba göre, tahrim (bir şeyi kendine haram kılmak) tek başına yemin sayılmaz. Ancak zevceler müstesna. Başka bir şeyi (yemek, elbise vs.) haram kılmak ise, boş bir sözdür ve keffaret verilmeksizin rücu edilebilir. Fakat zevce veya cariyenin haram kılınması halinde, tahrim vuku bulmaz ama onlara yaklaşabilmek için yemin keffaretinin verilmesi gerekmektedir. Bu görüş Şafiilere aittir. (Muğniu'l-Muhtaç) Malikiler de benzeri bir görüşe sahiptirler. (Ahkamu'l-Kur'an, İbnu'l-Arabi)
Üçüncü gruba göre tahrim, yemin kelimesi kullanılsın veya kullanılmasın yemin sayılır. Bu görüş ise, Hz. Ebu Bekir, Hz. Aişe, Hz. Ömer, İbn Mes'ud, İbn Ömer, Zeyd bin Sabit ve İbn Abbas'a aittir. Buharide nakledilen İbn Abbas'tan başka bir rivayete göre, O, "Bir kimsenin bir şeyi kendisine haram kılması birşey değildir" demiştir. Ama bu rivayet şu şekilde izah edilmiştir. Bu talak olarak kabul edilmez, sadece bir yemindir ve keffaret vermelidir. Çünkü Buhari, Müslim, ve İbni Mace'de İbn Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre, O, "Bu şekilde kendisine bir şeyi haram kılan kimse, onun kendisine helal olabilmesi için keffaret vermelidir" demiştir.
Nesei'nin rivayetine göre bu mesele İbn Abbas'a sorulduğunda, "O kadın sana haram değildir. Fakat keffaret vermen gerekir", diye cevap vermiştir. İbn Cerir'in rivayetinde İbn Abbas'ın kullandığı kelimeler şöyledir: "Allah'ın helal kıldığı bir şeyi kendisine haram kılan bir kimsenin yemin keffareti vermesi gerekir." Bu görüş, Hasan Basri, Ata, Tavus, Süleyman bin Yesar, İbn Cübeyr, Katade ve Hanefiler tarafından da paylaşılmaktadır. İmam Ebu Bekir el-Cessas, şöyle yazıyor: "Bu ayetin lafzından anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber (s.a) bunu kendisine haram kılmasının yanında, ayrıca yemin de etmiştir. Bu yüzden tahrimin aynı zamanda yemin olduğunu da kabul etmek gerekir. Çünkü Allah bu tahrim için yemin keffaretini vacip kılmıştır." Biraz ileride ise El-Cessas şunları söylüyor: "Bizim mezhebimiz (Hanefiler) tahrimi, talak niyetiyle yapılmışsa eğer, yemin olarak kabul eder. Şayet bir şahıs, hanımına, "sen bana haramsın" derse, o, "Allah'a yemin ederim ki sana yaklaşmayacağım", demiş sayılır. Bu yüzden bu îlâ olur. Fakat o kimse, bir şey yememek üzere "bu bana haramdır" diye yemin ederse, o takdirde Allah'ın helal kıldığı bir şeyi kullanmamak üzere yemin etmiş olur. İşte bu yüzden Allah, "Allah'ın sana helal kıldığı bir şeyi, niçin kendine haram ediyorsun?" diye buyurmaktadır. Bunun yanısıra Allah Teâlâ, yeminlerin kendisinin gösterdiği biçimde çözülmesini emretmektedir ve dolayısıyla tahrimi bir yemin olarak kabul etmektedir. Tahrim kelimesi de şer'an yeminle aynı anlamdadır."
Burada, bir erkeğin hanımını veya başka bir şeyi kendisine haram kılması hususunda İslâm Hukukçularının görüşlerini aktarmayı uygun buluyorum.
a) Hanefilere göre, bir kimsenin talak niyeti olmaksızın hanımını kendisine haram kılması veya ona yaklaşmayacağına yemin etmes, "İlâ" dır. Dolayısıyla bu durumdaki bir erkeğin hanımına yaklaşmadan önce keffaret vermesi gerekmektedir. Tam aksine, talak niyetiyle hanımını kendisine haram kılmış olursa, niyetinin açığa çıkması gerekir; 3 talak niyetiyle söylemişse, 3 talak; 1 veya 2 talak niyetiyle söylenmişse, 1 talak saylır. Şayet bir kimse, hanımını kastedmeksizin, "Bana helal olan ne varsa, haram olsun" derse, hanımı kendisine haram olmaz ama diğer helal şeyleri yemin keffareti vermeksizin kullanması caiz değildir. (Bedaiu's-Senai Hidaye, Fethu'l-Kadir, Ahkamu'l-Kur'an, el-Cessas)
b) Şafiilere göre, bir kimse hanımını talak veya zıhar niyetiyle kendisine haram kılmış ise, niyet ettiği vuku bulur. Ric'i Talaka niyet etmişse Ric'i Talak, Bain Talaka niyet etmişse Bain Talak, Zıhara niyet etmişse Zıhar vuku bulur. Şayet talak ve zıhar lafızlarının her ikisini de kullanarak, hanımını haram kılarsa, hangisini kastettiği kendisine sorulur. Çünkü hem talak hem de zıhar aynı zamanda geçerli olmaz. Talak ile nikah sona erebilirken, zıhar ile sona ermez. Hiçbir niyeti olmaksızın hanımı haram kılmışsa, bu tahrim değildir.
Ama yemin keffareti vermek zorundadır. Şayet hanımının dışında başka birşeyi haram kılmışsa, bu sadece boş bir sözdür, keffaret gerekmez. (Muğniu'l-Muhtaç)
c) Malikilere göre, kişinin hanımının dışında birşeyi kendisine haram kılmasıyla o şey kendisine haram olmaz veya ayrıca kullanmak için de keffaret vermesi gerekli değildir. Fakat hanımına, "Ben sana haramım" veya "Sen bana haramsın" derse, aralarında mübaşeret olsun-olmasın, 3 talak vuku bulur. Ancak üç talaktan daha azına niyet etmesi müstesnadır. Esbağ'a göre, bir kimse hanımını istisna etmeksizin, "Herkes bana haramdır" derse, hanımı kendisine haram olur. Fakat El-Müdevvene adlı eserde medhule (zifaf görmüş evli kadın) ile gayri medhule (zifaf görmemiş evli kadın) arasında fark görülmüştür. Niyet ne olursa olsun medhulenin haram kılınması halinde üç talak vukubulur. Ancak gayrı medhulenin haram kılınması halinde kaç talaka niyet edilmişse, o kabul edilir. Talakın adedi düşünülmeksizin haram kılınmışsa üç talak vuku bulur. (Haşiyetu'd-Dusuki) Kadı İbnu'l-Arabi, Ahkamu'l-Kur'an'da İmam Malik'ten üç görüş nakletmiştir.
1) Erkeğin, hanımını kendisine haram kılması, Talak-ı Baindir, 2) Üç talaktır, 3) Kadın medhule ise, her halükârda üç talaktır, gayrimedhule ise, talaka niyet edilmişse 1 talaktır. Daha sonra ise şöyle denilmektedir: "Kadının haram kılınması bir talaktır; zira hanımına "sen bana haramsın" demek yerine "talak" veren bir erkek, sayı belirtmemişse bir talak vuku bulur.
Ahmed bin Hanbel'den bu konuda üç görüş nakledilmektedir. 1) Bir kimsenin hanımını veya helal olan bir kadını kendisine kesinlikle haram kılması halinde, niyeti zihar olsun-olmasın, zıhar vuku bulur. 2) Böyle bir davranış (tahrim) talak vermenin açık bir ifadesidir ve niyeti ne olursa olsun, 3 talak vuku bulur. 3) Talak veya zıhar niyeti yoksa, bu bir yemindir. Aksi takdirde hangisine niyet etmişse, o vukubulur. Hanbeliler içinde bunlardan en meşhuru birinci görüştür.
5. Yani, Allah sizin Sahibiniz ve Velinizdir. O sizler için neyin hayırlı olmadığını daha iyi bilir. O'nun tüm emirleri, baştan sona hikmete dayalıdır. Burada iki husus zihinlere yerleştirilmektedir. Birincisi, "Sizler başıboş bırakılmış değilsiniz. Siz Allah'ın kulu, O'da sizin Sahibinizdir. Dolayısıyla sizlerin, O'nun tayin ettiği yolu ve emirlerini değiştirmeye hakkınız yoktur. Size düşen, O'nun her buyruğuna itaat etmektir." İkincisi, "Allah'ın emirleri ve gösterdiği yol, ilim ve hikmete dayanmaktadır. O'nun helal kıldığı veya haram olduğunu bildirdiği herşey ilim ve hikmet dahilindedir." Bu bakımdan Allah'a iman eden kimseler, Alim ve Hakim olanın kendilerinin değil, Allah'ın olduğunu ve kendi iyiliklerinin ancak Alim ve Hakim olan Allah'a uymaya bağlı bulunduğunu anlamaları gerekmektedir.