112- Tevbe edenler,(108) ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler,(109) rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar;(110) sen (bütün) mü'minleri müjdele.

AÇIKLAMA

108. Arapça bir kelime olan " ", "tövbe edenler" anlamına gelir. Fakat burada geçtiği şekilde, "Sürekli bir özellik olarak pişmanlık duymaya sahip olanlar" anlamına gelir. Yani tekrar tekrar tövbeden geçerler. Ayrıca "tevbe" kelimesinin lugat manası "dönmek, yönelmek" veya "geriye dönmek" demektir. Buna göre, bu kelimenin tercümesi şöyle olur: "...Tekrar tekrar Allah'a dönen kimseler..." Bu hal, gerçek bir mü'minin en başta gelen özelliğidir. Zira bir mü'min bile, canını, malını Allah'a sattığı hususunda yaptığı pazarlığı bazen unutabilme istidadındadır. Çünkü bu duyu organlarıyla alakalı olmadığı, aksine onun aklı ve kalbi ile ilgili olduğu için bunların, gerçekte kendisinin değil bilakis Allah'a ait olduğunu her an unutabilir. Yani, bu yüzden, hakiki bir mü'min bile bazen "pazarlığı" unutabilmekte ve sanki bunların sahibi kendisi imiş gibi davranabilmektedir. Fakat bu, bir anlık dalgınlığını ve yaptığı anlaşmanın şartlarını ihlal etmekte olduğunu farkeder etmez bu davranışından dolayı hemen pişmanlık duyar ve bundan utanır, Allah'a dönerek O'nun affını talep eder, yaptığı mukaveleyi yeniler ve her bir azgınlığının ayağını kaydırmasından sonra da, O'na bağlılığı hususunda şerefi üzerine and içer, söz verir. Bu şekilde bir pişmanlık ve nedamet duygusu bile tek başına, insanın sahip olduğu imana her zaman döneceğinin bir teminatıdır. Yoksa fıtratından kaynaklanan zaafından dolayı kişinin, hiç hata yapmadan ve ihmal tuzağına düşmeksizin bu mukavelenin şartlarını tam tamına ve hissederek yerine getirmesi mümkün değildir. İşte bu nedenledir ki gerçek mü'mini överken Allah'ın "...tekrar tekrar Allah'a döner..." diye buyurmakta ve tam tersine "Allah'a itaat ve kulluk hususunda mukavelesini yaptıktan sonra asla hataya düşmez" dememektedir.
Bu da, insanın başarabileceği en yüce mükemmelliktir. Şimdi bu karakterin, gerçek mü'minlere ait özellikler listesinin en başında yer almasının hikmeti üzerinde biraz düşünelim: Bu, imanı ikrardan sonra suç işleyenleri ikaz etmek içindir. 111. ayette gerçekten inananların, canlarını ve mallarını Allah'a satanlar oldukları söylenebilmişti. Bundan sonra da onları eğer gerçekten samimi olarak mü'min olmayı istiyorlarsa, herşeyden önce kendilerine bu özelliği kazandırmaları gerektiği ve daha fazla hataya sapmamaları için de inatçılık göstermeksizin hemen Allah'a dönmeleri hatırlatılmaktadır.
109. Bazı müfessirler "" ibaresinin "...oruç tutanlar" anlamına geldiği görüşündedirler. Bu, kelimenin lugat manası değildir, aksine Hz. Peygamber'e (s.a) isnad edilen sahih olmayan bir rivayete nebnî mecazdır. Bu nedenle, biz bu hususta kelimenin lugat manasından ayrılmanın gerekmediği kanaatindeyiz. Yani, bu durumda, "...(O'nun rızası için) yeryüzünde dolaşanlar" manasına gelir. Çünkü bu kelime burada salt "...yeryüzünde sadece dolaşmak ..." anlamına gelmez, aksine "... İslam'ı yaymak, cihada çıkmak, kafirlerin iktidarda oldukları yerlerden hicret etmek, insanları ıslah etmek, gerçek bilgiyi aramak, helalinden geçim sağlamak ve bunlara benzer asil ve yüce gayeleri tahakkuk ettirmek üzere yeryüzünde dolaşmak, seyahat etmek" gibi manaları içerir. Mü'minlerin bu karakterinin burada özellikle hatırlatılması, kendilerinin "mü'min" olduğunu iddia etmelerine rağmen cihada gitmemiş olanları azarlamak içindir. Onlara hakiki bir mü'minin Allah'ın kelimesini yükseltmek için beldelere dağılan, inancının gereklerini yerine getirmek için bütün kuvveti ile çalışan ve yeryüzünde harekete geçmeye çağrıldığında evine kapanıp geride kalmayan olduğu öğütlenmektedir.
110. Yani, imanın gerekleri, ibadet, ahlak, toplumsal davranış, kültür, ekonomi, politika, hukuk, savaş-barış, kısacası bireysel ve toplumsal hayatın bütün yönlerinde "...Allah'ın belirlediği sınırları titizlikle gözönünde bulunduran..." veya "... Allah'ın hükümlerini hakkıyla gözeten..." kimseler demektir. Onlar, arzularını tatmin için ne bu hudutları aşar ve kendi kafalarından kanunlar uydurur ne de ilahi hukuk yerine başka sistemleri ikame ederler. Onlar bu hududları korur ve çiğnenmelerine mani olurlar. Binaenaleyh gerçek mü'minler öyle kimselerdir ki, Allah'ın belirlediği sınırları sadece yerine getirmekle kalmaz aynı zamanda bütün güç ve imkanlarıyla bu hududu hakim kılmak ve korumak için ellerinden geleni de yaparlar.