FIKIH İLMİ ve İLMİHÂL KİTAPLARI

İnsanların yapması ve yapmaması lâzım olan işleri bildiren ilme "Fıkıh ilmi" denir. Dînin hükümlerini bilen müctehid âlimlere de "Fakîh" denir. Fıkıh bilgilerini derin âlimler, Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkarmışlardır.
Din bilgileri ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Bunun için bir kimse Kur'ân-ı kerîmi, ihtiyaç miktarı ezberledikten sonra, fıkıhla meşgûl olmalıdır! Çünkü, Kur'ân-ı kerîmi ezberlemek farz-ı kifaye, fıkhın kendine lâzım olan miktarını öğrenmek ise farz-ı aynıdır.
Dinimiz fıkıh ilmine çok önem vermiştir. Nitekim, hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(İbâdetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.)
(Herşeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir.)
Îmân, i'tikâd bilgilerini anlatan geniş ve derin ilme ise "İlm-i kelâm" denir. Kelâm ilmi âlimleri, çok büyük insanlardır ve kelâm kitâbları pek çoktur. Bu kitâblara, "Akâid kitâbı" da denir.
Amel edilecek, ya'nî kalb ile ve beden ile yapılacak ve sakınılacak şeylere, "Ahkâm-ı Şer'iyye" denir. Beden ile yapılacak ahkâm-ı şer'iyyeyi bildiren ilme "İlm-i fıkıh" denir.
Halk için yazılmış olan ve herkesin bilmesi ve yapması gereken kelâm, ahlâk ve fıkıh bilgilerini kısaca ve açıkça anlatan kitâblara "ilmihâl" kitâbları denir. Her müslümanın, evinde mutlaka ilmihâl kitabı bulundurması, dinini ilmihâl kitâbından öğrenmesi lâzımdır.
İlmihâl kitabını alırken de rastgele almayıp, dînini bilen, seven ve kayıran mübârek insanların ilmihâl kitâblarını alıp, çoluğuna ve çocuğuna öğretmek her müslümanın birinci vazîfesidir. Kendilerine din adamı ismi ve süsünü veren câhil ve sapık kimselerin sözlerinden ve yazılarından din öğrenmeye kalkışmak, kendini Cehenneme atmaktır.
Allahü teâlâ, kendisine tâbi' olunması için Resûlüne ve âlimlere tâbi' olunmasını istiyor. Âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruldu ki:
(Ey Resûlüm! De ki; "Bana tâbi' olun!") [A. İmrân 31]
(Verdiğimiz bu misâlleri ancak âlimler anlar.) [Ankebût 43]
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43]
Hadîs-i Şerîflerde buyuruldu ki:
(Bilmediklerinizi sâlih [âlim]lerden sorun!)
(Câhillikten kurtulmanın yolu, bilenlerden sorup öğrenmektir.)
(Âlimlere tâbi' olun!)
(Âlimler rehberdir.)
Bu vesîkalardan anlaşıldığı gibi, din bilgileri ancak, bu âlimlerin kelâm, fıkıh ve ahlâk kitâblarından ve bu ilimlerin biraraya getirildiği, toplandığı "ilmihâl" kitâblarından öğrenilir.
Müctehid olmayanların tefsîr ve hadîs kitaplarından fıkıh bilgisi öğrenmesi imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri hadîs-i şerîfte bildirilen "Yetmiş iki sapık fırkâ" âlimleri, Kur'ân-ı kerîmden yanlış ma'nâ çıkardıkları için sapıttılar. Âlimler sapıtınca, âlim olmayanların tefsîr okuması felâket olur. Kur'ân-ı kerîmin hakîkî ma'nâsını öğrenmek isteyen, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelâm, fıkıh ve ahlâk kitaplarını okuması lâzımdır.

DİN NEDİR?

Soru: Din nedir?
Cevap: Din, insanları saâdet-i ebediyyeye ya'nî sonsuz saâdete, huzura götürmek için Allahü teâlâ tarafından peygamberleri vâsıtasıyla gösterilen yol demektir.

Soru: Resûl ile nebi arasında ne fark vardır?
Cevap: Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmdan beri, her bin senede, bir Peygamber vâsıtası ile, insanlara bir din göndermiştir. Bu Peygamberlere Resûl denir.
Her asırda, en temiz bir veya birkaç insanı Peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmiştir. Resûllere tâbi' olan, kendilerine yeni bir dîn gönderilmiyen bu Peygamberlere de Nebî denir.

Soru: Bütün peygamberler neleri bildirmiştir?
Cevap: Bütün Peygamberler, Allaha, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Âhiret gününe, Kazâ-kaderin Allahtan olduğuna imân etmeyi bildirmişler, ya'nî hep aynı îmânı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere inanmalarını istemişlerdir. Fakat, kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lâzım olan şeyleri başka başka olduğundan, İslâmlıkları, müslümanlıkları da ayrıdır.

Soru: Günümüzde kaç çeşit din vardır?
Cevap: Bugün yeryüzündeki dinler ilâhî ve bâtıl [ilkel] dinler olmak üzere ikiye ayrılır.

Soru: İlkel din nedir?
Cevap: İlkel din, insanlar tarafından uydurulan inanç sistemidir. Zerdüştlük, Taoizm, Konfiçyüstlük, Budizm gibi.

Soru: İlâhî din nedir, kaça ayrılır?
Cevap: Asılları Allahü teâlâ tarafından bildirilen dinlerdir. Semâvî dinler de denilen ilâhî dinler, muharref ya'nî tahrif edilmiş, bozulmuş dinler ve hak din olmak üzere ikiye ayrılır.

Soru: Bozulmuş dinler nelerdir?
Cevap: Bozulmuş dinlerin asıllarını, Allahü teâlâ peygamberleri vâsıtasıyla bildirmiş, sonraları insanlar tarafından değiştirilmiştir. Hıristiyanlık ve Yahûdîlik böyledir.

Soru: Hak din nedir?
Cevap: Hak din ise, Allahü teâlâ tarafından gönderildiği şekilde bozulmadan kalan dindir.

Soru: Bugün yeryüzünde hak din var mıdır?
Cevap: Bugün yeryüzünde hak din olarak sâdece İslâm dîni vardır. İlk vahyolunduğu, bildirildiği gibi değişmeden günümüze kadar gelmiştir ve kıyâmete kadar da devâm edecektir.

Soru: Âhirette kimler ni'mete kavuşacak?
Cevap: Hak dînin bildirdiği farzları yapanlara ve harâmlardan kaçınanlara Allahü teâlâ, âhirette ni'metler, iyilikler verecektir. Farzları yapmayanlara ve harâmlardan kaçınmıyanlara, âhirette cezâlar, acılar tattıracaktır.

Soru: Bugün hak dinden başkasına uyulabilir mi?
Cevap: İslâmiyet geldikten sonra, önceki dinlerin hükümleri yürürlükten kalkmıştır. Buna göre Yahûdîler ve Hıristiyânlar da dâhil bütün insanların İslâmiyeti din olarak seçmeleri gerekmektedir. Nitekim Allahü teâlâ, İslâmiyetten başkasını din olarak kabûl etmiyeceğini bildirmekte, Kur'ân-ı kerimde meâlen, (İslâm dîninden başka din istiyenlerin dinlerini Allahü teâlâ sevmez, kabûl etmez. İslâm dînine sırt çeviren, âhirette ziyân edecek, Cehenneme gidecektir) buyurmaktadır. (Âl-i İmrân 85)

ÎMÂN NEDİR?

Soru: Îmân nedir?
Cevap: Îmân, Muhammed aleyhisselâmın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, deneye ve felsefeye dayanmaksızın, kalb ile tasdîk ve i'tikâd etmek, inanmak, dil ile ikrâr etmek, söylemektir.
Îmân görmeden olur. Çünkü, görerek, düşünerek anlamaya kalkışarak inanmak, îmân olmaz, o şeyi bilmek, anlamak olur. Bu şey de, Allahü teâlânın yarattığıdır. Bunu, O'na ortak yapmış oluruz. Belki de, O'ndan başkasına îmân etmiş oluruz. Akla uygun olduğu için inanırsa, akla îmân etmiş olur. Peygambere îmân etmiş olmaz. Veya, Peygambere ve akla birlikte îmân etmiş olur ki, o zaman Peygambere güven tam olmaz. Güven tam olmayınca, îmân olmaz. Çünkü, îmân parçalanamaz.

Soru: Îmânı korumak için ne yapmak lâzımdır?
Cevap: Îmânı korumak için îmânı ve îmânı gideren şeyleri, farzları ve harâmları ya'nî dînin emir ve yasaklarını öğrenmek ve bunlara uymak şarttır.

Soru: Müslüman kimdir?
Cevap: Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği şeylere tereddütsüz îmân edene, müslüman denir. İnandığı hâlde, dînin emir ve yasaklarını yerine getirmiyen mü'min olsa da müslümanlığı tam değildir.

Soru: Îmânla amelin birbiri ile ilişkisi nedir?
Cevap: Îmân, muma benzer; dînin emir ve yasakları, koruyan fener gibidir. Mum ile birlikte fener de, "İslâmiyet" tir, İslâm dînidir. Fenersiz, muhâfazasız mum çabuk söner. Îmânsız, İslâm olamaz. İslâm olmayınca, îmân da yok olur. Amelsiz, ibâadetsiz îmân sâhibinin, âhirete îmânla gitmesi güç olur.

Îmânın şartları

Soru: Îmânın şartı kaçtır?
Cevap: Îmânın şartı altıdır. Bunlar Allaha, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Âhiret gününe, Kazâ-kaderin Allahtan olduğuna inanmaktır. Buna kısaca Âmentü denir.

Soru: İnanılacak işlerde öncelik var mıdır?
Cevap: Her müslümanın önce îmânın altı şartını bilmesi ve inanması gerekir. Çünkü bir kimsenin düzgün bir îmânı, i'tikâdı yoksa, bu kimsenin yaptığı bütün ibâdetlerin, iyiliklerin hiçbir faydası olmaz. Doğru, düzgün bir i'tikâda sahip olduktan sonra, dînin yasak ettiği şeylerden kaçınıp, dînin emrettiği şeyleri yapmak gerekir. Bu sıraya dikkat edilmezse daha sonra yapılanlar faydasız olur, bir işe yaramaz.

Allahü teâlâya îmân

Soru: Âmentü billâhi ne demektir?
Cevap: Âmentü billâhi ifâdesi, Allahü teâlânın varlığına ve birliğine inandım, îmân ettim, demektir. Allahü teâlâ vardır ve birdir. Ortağı ve benzeri yoktur. Mekândan münezzehtir, ya'nî bir yerde değildir. Ayrıca Allahü teâlânın sıfatlarını da bilmek şarttır.
Allahü teâlânın sıfatları ikiye ayrılır: Sıfât-i zâtiyye, sıfât-i sübûtiyye.
Allahü teâlânın sıfât-i zâtiyyesi altıdır. Bunlar:
1- Kıdem, evveli yoktur.
2- Bekâ, sonu yoktur.
3- Kıyâm bi-nefsihi, hiç kimseye muhtaç değildir.
4- Muhâlefetün lil-havâdis, hiç kimseye benzemez.
5- Vahdâniyyet, birdir ortağı, benzeri yoktur.
6- Vücûd, var olmasıdır.
Allahü teâlânın sıfat-i sübûtiyyesi ise sekizdir. Bunlar:
1- Hayât, diridir.
2- İlm, herşeyi bilir.
3- Semi, işitir.
4- Basar, görür.
5- İrâde, dileyicidir. Yalnız O'nun dilediği olur.
6- Kudret, herşeye gücü yeter.
7- Kelâm, söyleyicidir.
8- Tekvîn, hâlıktır, yaratıcıdır. Her şeyi yaratan, yoktan var eden O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur.
Allahü teâlânın görmesi, işitmesi, insanların görmelerine, işitmelerine benzemez.

Meleklere îmân

Soru: Îmânın ikinci şartı nedir?
Cevap: Îmânın ikinci şartı, meleklere îmândır. "Ve melâiketihi", ben Allahü teâlânın meleklerine inandım, îmân ettim, demektir.

Soru: Meleklerin özellikleri nelerdir?
Cevap: Melekler yiyip içmezler. Günâh işlemezler. Meleklerde, erkeklik, dişilik olmaz. Piyasada birçok yerde kanatlı kadına benzer resimler var. Böyle resimler, Hıristiyan hurâfeleridir. Bize Hıristiyanlardan geçmiştir. Hıristiyanlar, melekleri hâlâ Allahın kızları olarak bilirler, böyle inanırlar.
Bu şekilde inanmak, böyle resimlere hürmet edip, yukarı asmak çok tehlikelidir.
Meleklerin en üstünleri ve peygamberleri Cebrâil, Mikâîl, İsrâfîl, Azrâîl aleyhimüsselâmdır.

Kitaplara îmân

Soru: Îmânın üçüncü şartı nedir?
Cevap: Îmânın üçüncü şartı kitaplara îmândır. Âmentüdeki, "Ve kütübihi" ifâdesi, Allahü teâlânın kitaplarına inandım, îmân ettim, demektir.

Soru: Kaç kitap gelmiştir?
Cevap: Kur'ân-ı kerîmde bildirilen, yüzdört kitaptır. Yüzü küçük kitaptır. Bunlara (suhuf) denir. Ve dördü büyük kitaptır. Bunlardan Tevrât, Mûsâ aleyhisselâma; Zebûr, Dâvüd aleyhisselâma; İncîl, Îsâ aleyhisselâma; Kur'ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâma nâzil olmuş ya'nî gönderilmiştir. Kitapların hepsini, Cebrâil aleyhisselâm getirmiştir. En son, Kur'ân-ı azîm-üş-şân nâzil olmuştur.

Soru: Kur'ân-ı kerîmin özellikleri nelerdir?
Cevap: Kur'ân-ı kerîm gönderilince, diğer kitaplar neshedilmiş, ya'nî yürürlükten kaldırılmıştır. Kur'ân-ı kerîm, kıyâmete kadar geçerlidir. Nesholmaktan, ya'nî geçersiz olmaktan ve tebdîl ile tahrîften ya'nî insanların değiştirmelerinden korunmuştur.
Kur'ân-ı kerîmde eksiklik veya fazlalık olduğuna inanan dinden çıkar. Hattâ Kur'ân-ı kerîmi Allahü teâlâ tarafından gönderilen kitap kabûl ettiği hâlde, diğer semâvî kitapların da hâlen yürürlükte olduğunu zannedip, bunlara göre amel edenlerin de, Cennete gireceğine inananlar da İslâm dînine îmân etmiş olmaz.

Peygamberlere îmân

Soru: Îmânın dördüncü şartı nedir?
Cevap: Îmânın dördüncü şartı, Peygamberlere îmândır. Âmentüdeki "Ve rusulihi" kelimesi, "Allahü teâlânın Peygamberlerine îmân ettim" demektir.
Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselâm ve sonuncusu, bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafâ "sallallahü aleyhi ve sellem"dir. Bu ikisinin arasında, çok peygamber gelmiş ve geçmiştir. Peygamberlerin sayısı kesin belli değildir. Kitaplarda, 124 binden ziyâde peygamber geldiği bildiriliyor. Bunlardan 313 veya 315 adedi Resûldür.
Peygamberlerden meşhûr olanlar: Âdem, İdrîs, Şît, Nûh, Hûd, Sâlih, İbrâhîm, Lût, İsmâîl, İshak, Ya'kûb, Yûsüf, Eyyûb, Şu'ayb, Mûsâ, Hârun, Hıdır, Yûşa' bin Nûn, İlyâs, Elyesa', Zülkifl, Şem'un, İşmoil, Yûnüs bin Metâ, Dâvüd, Süleymân, Lokmân, Zekeriyyâ, Yahyâ, Uzeyr, İsâ bin Meryem, Zülkarneyn ve Muhammed aleyhi ve aleyhimüssalâtü vesselâmdır.
Bunlardan, yalnız 28'nin isimleri Kur'ân-ı kerîmde bildirilmiştir. Şît, Hıdır, Yûşa', Şem'un ve İşmoil bildirilmemiştir. Bu 28'den Zülkarneyn ve Lokmân ve Uzeyr'in Peygamber olup olmadıkları kesin belli değildir.

Peygamberlerin sıfatları

Soru: Peygamberlerin sıfatları nelerdir ve bunların ma'nâları nedir?
Cevap: Peygamberler de diğer insanlar gibi yer, içer, hasta olur, vefât eder. Hiçbiri aslâ dünyaya muhabbet etmez. Ya'nî dünyayı sevmez. Ancak onları diğer insanlardan ayıran sadece onlara mahsûs ba'zı sıfatlar, özellikler vardır. Peygamberler hakkında bilmemiz lâzım olan sıfatlar ya'nî peygamberlere mahsûs olan özellikler yedidir: Sıdk, Emânet, Tebliğ, İsmet, Fetânet, Adâlet, Emn-ül azl
Bunların kısaca ma'nâları da şöyledir:
1- Sıdk: Bütün peygamberler, sözlerinde sâdıktır, ya'nî doğrudur.
2- Emânet: Peygamberler emânete aslâ hıyânet etmezler.
3- Tebliğ: Peygamberler, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını ümmetlerine bildirirler.
4- İsmet: Peygamberlerin hepsi, büyük ve küçük, bütün günâhlardan uzaktırlar.
5- Fetânet: Bütün Peygamberler, diğer insanlardan daha akıllıdır.
6- Adâlet: Peygamberler âdildir, kimseye zulmetmezler, doğru hüküm verirler.
7- Emn-ül azl: Peygamberlerden, peygamberlik vazîfesi geri alınmaz.

Âhiret gününe îmân

Soru: Îmânın beşinci şartı nedir?
Cevap: Âmentünün beşinci şartı, âhyret gününe inanmaktır. Âmentüdeki, "Vel-yevmil âhyri" ifâdesi, "Ben, âhiret gününe inandım, îmân ettim" demektir.
Herkes ölüp dirilecektir. Cennet ve Cehennem ve mîzân ya'nî sevâbların ve günâhların tartıldığı terâzî ve Sırât köprüsü, haşr ya'nî toplanmak ve neşr ya'nî Cennete ve Cehenneme dağılmak, hep kıyâmet gününde olacaktır.

Soru: Kıyâmetin büyük alâmetleri nelerdir?
Cevap: Îsâ aleyhisselâm yeryüzüne inecek, Hz.Mehdî' çıkacak, Deccâl, Ye'cûc ve Me'cûc gelecek. Güneş batıdan doğacak. Dabbe-tül-erd denilen büyük bir hayvan çıkacak. Büyük bir duman her tarafı kaplayacak. Medine-i Münevvere harap olacak ve Ka'be-i Şerîf yıkılacak. Biri Arabistan'da diğerleri doğuda ve batıda olan üç yer batacak. Yemen'de büyük bir ateş çıkacak. Ve nihâyet Sûrun üflenmesi ile dünya hayatı son bulacaktır.

Kabirdeki sorular

Soru: Kabirde ne sorulacaktır?
Cevap: Kabirde sorulacak şeyleri herkesin bilmesi, çocuklarına da öğretmesi lâzımdır. Kabirde şu sorular sorulacaktır:
Rabbin kim? Dînin nedir? Kimin ümmetindensin? Kitâbın nedir? Kıblen neresidir? İ'tikâdda ve amelde mezhebin nedir?
Müslümanlar bu sorulara şöyle cevap verirler:
Rabbim Allah, Dînim, İslâm dînidir. Muhammed aleyhisselâmın ümmetindenim. Kitâbım, Kur'ân-ı kerîmdir. Kıblem, Ka'be-i Şerîftir. İ'tikâdda mezhebim Ehl-i sünnet vel-cemâ'attir. Amelde ise Hanefî, Şâfi'î, Mâlikî, Hanbelî mezheplerinden hangisinde ise onu söyler.

Soru: Kimler kabir sorularına cevap verecek, kimler veremiyecek?
Cevap: Îmân ile ölen cevap verecek, îmânsız ölen cevap veremiyecektir.
Doğru cevap verenlerin kabri genişliyecek, buraya Cennetten bir pencere açılacaktır. Sabah ve akşam, Cennetteki yerlerini görüp, melekler tarafından iyilikler yapılacak, müjdeler verilecektir.
Bu suâllere cevap veremiyenler, kabirde azâb görecektir. Cehennemden bir pencere açılacak, sabah akşam Cehennemdeki yerini görüp, mezarda, mahşere kadar, acı azâbları çekecektir.

Kadere îmân

Soru: Îmânın altıncı şartı nedir?
Cevap: Îmânın altıncı şartı, hayır ve şerrin Allahtan olduğuna inanmaktır. Âmentüdeki, "Ve bil-kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ" demek, "Hayır ve şer, iyilik ve kötülük, olmuş ve olacak şeylerin cümlesi, Allahü teâlânyn takdîriyle, ya'nî ezelde bilmesi ve dilemesi ve vakitleri gelince yaratması ile ve levh-i mahfûza yazmasıyla olduğuna inandım, îmân ettim. Kalbimde, aslâ şüphe yoktur" demektir.
Bu, kazâ kadere inanmak demektir. Kader, bir insanın doğumundan, ölümüne kadar, başına gelecek, işlerdir. Kazâ da, bu işlerin başa gelmesidir.

Soru: Âmentüdeki, Kelime-i şehâdetin ma'nâsı nedir?
Cevap: Kelime-i şehâdetin kısaca ma'nâsı da şöyle:
Ben şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve resûlüdür.

Soru: Îmânın geçerli olması için ne gibi şartlar lâzımdır?
Cevap: Îmânın sahîh, makbûl ve geçerli olması için gerekli şartlardan ba'zıları:
1- Îmânda sâbit olmak: Meselâ üç yıl sonra dînimi bırakacağım diyen, hemen kâfir olur.
2- Havf ve recâ arasında olmak: Ya'nî Allahü teâlânın azâbından korkup rahmetinden ümit kesmemek. Her zaman korku ile ümit arasında olmak.
3- Can boğaza gelmeden îmân etmek: Ölürken, âhiret hâllerini gördükten sonra kâfirin îmânı kabûl olmaz. Fakat o ânda da, müslümanın tevbesi kabûl olur.
4- Güneş batıdan doğmadan önce îmân etmek: Artık o zaman tevbe kapısı kapanır.
5- Gaybı yalnız Allahü teâlâ bilir: Gaybı Allahtan başkası bilemez. Bir de Allahın bildirdiği peygamber, evliyâ veya başka bir kimse de bilebilir.
6- Îmândan bir hükmü reddetmemek: Küfrü gerektiren şeylerden kaçmak.
7- Dînî bir hükümde şüphe etmemek: Meselâ acaba namaz farz mı, içki harâm mı diye şüphe etmemek.
8- İ'tikâdını, inancını İslâm dîninden almak: Târihçilerin, felsefecilerin değil, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği şekilde îmân etmek lâzımdır.
9- Hubb-i fillâh, buğd-i fillâh üzere olmak: Allah için sevmek Allah için düşmanlık etmek. Allah düşmanlarını sevmek, onları dost edinmek, Allah dostlarına düşman olmak küfrü gerektirir.
10- Ehl-i sünnet vel cemâ'ate uygun i'tikâd etmek.

EHL-İ SÜNNET VEL CEMÂ'AT

Soru: Ehl-i sünnet vel cemâ'at ne demektir?
Cevâb: Hadîs-i Şerîfte, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72'si Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshâbımın yolunda gidenlerdir) buyuruldu. Bu fırkaya, Ehl-i sünnet vel cemâ'at, kısaca (Ehl-i sünnet) denir. Ben ehl-i sünnet i'tikâdındayım demek, Peygamber efendimiz ve Eshâbı nasıl îmân etmiş ise, nasıl inanmış ise ben de öyle inandım demektir.
O hâlde, Cehennemden kurtulmak için her müslümanın ilk önce Ehl-i sünnet i'tikâdını öğrenmesi, daha sonra da dînimizin emir ve yasaklarına riâyet etmesi lâzımdır.

Soru: Ehl-i sünnet olmak için lâzım olan i'tikâd bilgileri nelerdir?
Cevap: Ehl-i sünnet olmak için lâzım olan i'tikâdlardan ba'zıları şunlardır:
Kur'ân-ı kerîmin Allahü teâlânın kelâmı olup, mahlûk [yaratık] olmadığına inanmak. Eshâb-ı kirâmın tamamını sevmek, hiçbirini kötülememek.
Cennetten Allahü teâlânın görüleceğine inanmak. Ehl-i kıble'yi tekfîr etmemek, ya'nî namaz kılan müslümana işlediği günâhlardan dolayı kâfir dememek. İbâdet îmândan parça değildir. Günâh işliyen mü'mine kâfir denmez. Îmân artıp eksilmez.
Mi'râc rûh ve bedenle birlikte olmuştur. Tasavvufu inkâr etmemek.
Peygamberlerin mu'cîze ve evliyânın kerâmet göstermeleri haktır. Bugün için dört hak mezhebden birine uymak, mezhepsiz olmamak.
Dört büyük halifenin, halîfe olduğuna ve üstünlüklerinin halîfelik sırasına göre olduğuna inanmak. Kabir ziyâreti, peygamber ve evliyâdan yardım istemek câizdir.
Okunan Kur'ân-ı kerîmin ve verilen sadakanın sevâbını ölülere göndermenin câiz olduğuna, bu sevâbların ve duâların ölülere ulaştığına, azâblarının azalmasına sebep olacağına inanmak.
Kabir suâli haktır. Kabir azâbı rûh ve bedene olacaktır. Sırât köprüsü vardır. Şefâ'ate, hesâba ve mîzâna inanmak.

Ba'zı bid'atler

Soru: Bid'at ne demektir?
Cevap: Dinde yapılan her değişiklik ve reform bid'attır. Bid'at, sonradan yapılan şey demektir. Peygamber efendimizin ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan, ibâdet olarak yapılmağa başlanan şeylerdir. Meselâ müezzinin sadece kâmet getirmesi gerekirken bunun dışında üç ihlâs okuması, tesbih çektirmesi bid'attir.
Peygamberimiz buyurdu ki: (Bid'at sâhibi olanlara, hurmet eden, dirilerini ve ölülerini öven, bunları büyük bilen, islâmı yıkmaya, dünyadan kaldırmaya yardım etmiş olur.)

Soru: Günümüzde yaygın olarak yapılan bid'atler nelerdir?
Cevap: Günümüzdeki bid'atlerden ba'zıları şunlardır:
1. Namazlardan sonra hemen âyet-el-kürsî okumak lâzım iken, önce Salâten tüncinâ ve başka duâ okumak bid'attır.
2. Cenâze olduğunu bildirmek için, minârelerde salât okunması bid'attır.
3. Eli göğse koyarak, selâmlaşmak bid'attir.
4. (Zekeriyyâ sofrası) denilen adak bid'attır.
5. Câmide her namazdan sonra müsâfeha etmek bid'attır. Bayramlarda, câmilerde müsâfeha ederek bayramlaşmak ve namazlardan sonra, âdet etmeden, ara sıra müsâfeha câizdir.
6. İbâdetleri teyp, radyo ve hoparlörle yapmak bid'attır. Televizyondaki imâma uymak câiz olmadığı gibi, bu seslerle ibâdet yapmak da sahîh, geçerli olmaz.
7. Kur'ân-ı kerîmi şarkı söyler gibi okumak bid'attır. Mûsikîye uyarak tecvîdi bozmak bid'at ve dinlemesi de büyük günâhtır. Kur'ân-ı kerîmi, tekbîrleri ve ilâhîleri çalgı ile, ney çalarak okumak, bunun için tehlikeli bid'attır. Kur'ân-ı kerîmi güzel ses ile, tecvîd ile okumalıdır. Tegannî ile, kelimeleri değiştirip nağmeye, mûsikîye uydurarak okumak harâmdır.
8. Dînî türk mûsikîsi veya tasavvuf müziği bid'attir.
9. Kur'ân-ı kerîmi ücret ile, para ile okumak, bâtıl ve bid'attır.
10. Cenâzede yüksek sesle tekbîr, tehlîl, ilâhîler okumak bid'attır.
11. Mezâr taşına âyet-i kerîme, mubârek isimler, şiir, Fâtiha kelimesini yazmak bid'attır.
12. Ölü evinden yemek, helva dağıtılması bid'attır. Birinci, üçüncü, yedinci, kırkıncı, elliikinci ve elliüçüncü gibi günlerde helva, çörek gibi şeyler yapmak ve kabir başında yemek dağıtmak bid'attır.
13. Evliyâ kabirlerinde mum yakmak, çabut başlamak bid'attır.

Küfür nedir?

Soru: Küfür nedir?
Cevap: Dinde bilinmesi ve inanılması zarûrî olan şeyleri ve dînin kesin hükümlerinden birini inkâr etmek, kabûl etmemektir.

Soru: İnsanı küfre, îmânsızlığa düşüren şeyler nelerdir?
Cevap: Dînimizde hürmet edilmesi, saygı gösterilmesi gereken şeylere hürmetsizlik eden, saygısızlık yapan; kötülenmesi, beğenilmemesi gereken şeylere hürmet eden, beğenen dinden çıkar. İnsan bir sözle [kelime-i şehâdet ile] müslüman olur. Bir müslüman da, küfre düşüren bir söz söyleyince kâfir olur.
Her müslümanın dinde bilinmesi zarûrî olan şeyleri bilmesi lâzımdır. Küfür olan şeyin çok kimse tarafından kullanılması bunu küfür alâmeti olmaktan çıkarmaz. Çünkü bu bilinmesi zarûrî olan bilgilerden olduğu için bilmemek özür değildir. Bu sebeple her müslümanın küfre düşürücü söz ve hareketleri çok iyi bilmesi gerekir. İnanmamayı gösteren her söz ve her iş, şaka olarak da söylense küfür olur. Birkaç misâl:
İnsanlara mahsûs sıfatları Allah için kullanmak küfür olur. Allahü teâlâya, san'atçı demek; Allah unuttu; kaderime küstüm; Allah bizi düğündüğü için göz, kulak vermiş; Allah kuşlara kanat vermeyi ihmâl etmemiş; İlâhi şuur, ilâhî düşünce demek; Allah bana kulum demesin; anladıysam arab olayım; bugünkü Kur'ân noksan demek. Bu işte ilâhi şuuru görüyoruz demek küfürdür. Bunun gibi, Allahü teâlâ için, düşünerek yarattı demek küfürdür. İslâm düşüncesi demek de böyledir. Çünkü, düşünmek insanlara mahsûs şeydir. Dinsizlere şerefli kâfir demek; çalgı âleti ile ibâdet etmek veya ilâhi söylemek; O, cimrilerin Allahı demek. Ağza def-i hâcet lafzı ile sövmek...
Peygamberleri küçültücü şey söylemek, meselâ ilk insan vahşî idi demek. Çünkü ilk insan Hz. Âdem peygamberdi.
Melekleri küçültücü şey söylemek. Meselâ, senin bakışın bana Azrâil gibi geliyor veya çocuk iyi yetişmezse zebâni olur yâhut bu ibâdetin sevâbını melek yazamaz demek.
Âhırette olacak şeylerle alay etmek. Meselâ ben Cenneti istemem, Cehenneme gitmek isterim demek. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ya'nî Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık bildirilmiş ve islâm âlimlerinin kitapları ile her tarafa yayılmış, inanılması zarûrî olan din bilgilerinden birine inanmamak veya önem vermemek. Meselâ ben cinleri göremediğim için inanmam demek veya kesin harâm olduğu bilinen birşeyi yiyip içerken besmele çekmek.

Küfür sözler

Özürlü kimseler için, îmâlât hatâsı demek; birisini kötülemek gâyesiyle Allahlık Ali Bey demek; namaz kılmam ama, kalbim temiz demek; kendisine Hans, Corc gibi gayrı müslim ismi ile çağırılmasını istemek; mümin için Nuh der, peygamber demez demek; harâm kazanç ile sevâb için kurban kesmek; ecelin hoyrat eli demek.
Harâm iş yapana, ne güzel yaptın demek. Şarap içene, ne güzel içiyor demek.
Bir kimse falcıya gitse, falcı; senin başına şu işler gelecek dese, o da buna inansa, kâfir olur. Çünkü gaybı, ileride olacak şeyleri ancak ve ancak, Cenâb-ı Hak bilir. Bir de sevgili kulları kendilerine bildirildiği kadar bilir.
Müslümana kâfir demek, kâfirlerin âyinlerini beğenmek, Allah baba demek, Allah gökte demek hep küfürdür.
Hocayı kötülemek için hocayla etme pazar, sonunda fetvâya bozar gibi sözlerin çoğu küfürdür, îmânının gitmesine, dinden çıkmasına sebep olur. Bunun için ağzımızdan çıkan söze dikkat etmemiz lâzımdır. Rastgele söz söylememelidir.

Yaratmak kelimesi

Soru: Allahtan başkası için yarattı denir mi?
Cevap: Günümüzde oldukça yaygın bir şekilde kullanılan bir kelime var. Yaratmak.
Bu kelimeyi Allahü teâlâdan başkası için kullanmak da küfürdür. Çünkü yaratmak, yoktan var etmek demektir. Bu da sâdece Cenâb-ı Hakka mahsûstur. Bu kelimeyi mecâzî anlamda kullanmak da câiz değildir.

Gayrı müslime benzemek

Soru: Gayrı müslimlerin yaptıklarını beğenmek küfür müdür?
Cevap: Gayrı müslimlerin ibâdet olarak yaptıklarını, beğenmek, değer vermek de insanı dinden çıkartır.
Gayrı müslimlerin yaptıkları şeyler iki çeşittir:
Birincisi dinleri ile ilgisi olmayıp âdet olarak yaptıkları şeyler. Meselâ, ceket, pantalon giymeleri gibi âdet olarak yaptıkları şeylerdir.
İkincisi, dinlerinin gereği olarak yaptıkları şeyler. Meselâ boyunlarına haç takmaları, bellerine zünnar başlamaları, bu kısma girer.
Küfür olan, dinden çıkmaya sebep olan şeyler zamanla âdet haline gelse, bir kimse, bunun küfür olduğunu bilmeden kullansa yine dinden çıkar.

DİNDE İBÂDETİN YERİ

İbâdetlerin önemi

Soru: İbâdet nedir?
Cevap: İslâmiyete uymaya, ibâdet etmek denir. Müslüman, Allahü teâlâ emrettiği için, vazîfeleri olduğu için ibâdet eder. İslâmiyetin emirlerinde ve yasaklarında, kulların dünyaları ve âhyretleri için nice faydalar bulunmakla berâber, ibâdet ederken, Allahü teâlânın emri olduğunu, kulluk vazîfesi olduğunu düşünmek, niyet etmek lâzımdır.
Böyle düşünmeden yapılan iş, ibâdet olmaz. Din ile ilişiki olmıyan bayağı bir iş olur.
Meselâ, namaz kılan kimse, Allahü teâlânın emrini yerine getirmeyi ve kulluk vazîfesini yapmayı niyet etmeyip, namazın bir spor olduğunu düşünürse, ibâdet etmiş olmaz, spor yapmış olur.
Oruç tutanyn da, yalnız mideyi dinlendirmeyi, perhîz yapmayı düşünmesi, orucun sahîh ve kabûl olmamasına sebep olur.

Soru: Îmândan sonra ilk lâzım olan nedir?
Cevap: Her müslümanın, doğru, düzgün bir îmâna sahip olduktan sonra, müslümanlığı ya'nî dînin emir ve yasaklarını iyice öğrenmesi lâzımdır. Çünkü dînini bilmeyen kimse, her an yanlış birşey yapıp dinden çıkabilir. Peygamber efendimiz, (İlim bulunan yerde müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde müslümanlık kalmaz) buyurmuştur.
Din, en güzel, en doğru şekilde ancak ilmihâl kitaplarından öğrenilir.
İlmihâl kitabı, bir müslüman için öğrenilmesi zarûrî olan îmân ve ibâdet bilgilerini anlatan kitaptır. Bunun için her müslümanın elinin altında, gerektiğinde bakabileceği güvenilir bir ilmihâl kitabı bulundurması lâzımdır.

Soru: Tefsîr ve hadîs kitaplarından din öğrenilir mi?
Cevap: Tefsîr ve hadîs kitaplarından din öğrenilmez. Birinin önüne tefsîr kitabı koyup bunu oku, dîni öğren demek, ilk okul çocuğunun önüne yüksek matematik kitabını koyup buradan matematik öğren, demek gibidir.

Soru: Îmân edip, ilim öğrendikten sonra ne yapmak lâzımdır?
Cevap: Îmân edip gerekli ilimleri öğrendikten sonra, ibâdet yapmak lâzımdır. Böyle yapılmazsa bu da tehlikelidir. Bunun için îmâna kavuştuktan sonra, farzları yapıp harâmlardan kaçınmak lâzımdır. Her mü'min, farzları ya'nî cenâb-ı Hakkın emirlerini yapmaya ve harâmlardan ya'nî yasak ettiği şeylerden kaçınmaya mecburdur. Bir müslümana îmândan sonra farzları ve harâmları öğrenmek, bilmek de farzdır.

Soru: Dînin emirlerini yapmakta bir sıra var mıdır?
Cevap: Dînin emir ve yasaklarını yapmakta da sıra vardır. Îmân ettikten sonra, önce harâmları, sonra da farzları öğrenmek ve yapmak lâzımdır. Farzları yapmayan mü'minlerin, sünnetleri, nâfile ibâdetleri kabûl olmaz. Ya'nî bunlara sevâb verilmez.
Bir kimse, bir farzı özürsüz terk ederse, bu farz borcunu ödemedikçe, bu cinsten olan hiç bir nâfile ibâdetine ve sünnetine sevâb verilmez.
Meselâ, zengin bir kimsenin zekât borcu var. Zekât borcu olduğu hâlde, hayır hasenat yapıyor, sadaka veriyor. Hâliyle zekâtını ödemediği için bunlardan hiç sevâb alamaz. Çünkü, cenâb-ı Hak bundan önce zekât vermesini istiyor.

İbâdetlerde niyetin önemi

Soru: İbâdetlerdeki niyetin önemi nedir?
Cevap: Müslüman her işinde, "Ben bunu ne için ve kimin için yapıyorum" diye düşünmesi lâzımdır. Mubâhları yaparken de niyeti düzeltmek lâzımdır. Mubâh, dînimizce emir veya yasak edilmiyen şeylerdir. Bunlar iyi niyetle yapılırsa sevâb, kötü niyetle yapılırsa günâh olur.
Meselâ bir kimse, övünmek, hava atmak, gösteriş yapmak için veya kadınları, kızları avlamak için şık giyinirse, günâh işlemiş olur. Ancak, bu kimse, sünnet olduğu için koku sürünür, şık giyinirken de maksadı, câmiye saygı, câmide yanında oturan müslümanları incitmemek, temiz, sıhhatli olmak, islâmın haysiyetini, şerefini korumak ise, her niyeti için ayrı sevâb kazanır.
İnsan, mubâh bir işe başlarken, niyetine dikkat etmelidir. Niyeti iyi ise, o işi yapmalıdır.
Niyeti, yalnız Allahü tealâ için olmazsa, yapmamalıdır. Hadîs-i Şerîfte, (Allahü teâlâ, sizin sûretlerinize, mallarınıza, bakmaz. Kalblerinize ve amellerinize bakar) buyuruldu. Ya'nî, Allahü teâlâ, insanın yeni, temiz elbisesine, yaptığı hayırlara, ibâdetlere, malına, rütbesine bakarak sevâb vermez.
Bunları ne düşünce ile, ne niyet ile yaptığına bakarak, sevâb veya azâb verir.
Günâhlar, niyetsiz veya iyi niyet ederek işlenirse, günâh olmaktan çıkmaz. (Ameller, niyete göre iyi veya kötü olur) hadîs-i şerîfi, ibâdetlere ve mubâhlara niyete göre sevâb verileceğini bildirmektedir.

İyi niyetle harâm işlenir mi?

Soru: Harâmlar iyi niyet ile işlenebir mi?
Cevap: Harâmlar iyi niyet ile yapılsa da, asla mubâh olamaz. Ya'nî harâmlara hiçbir zaman sevâb verilemiyeceği gibi, özürsüz harâm işleyen, muhakkak günâha girer. İyi niyeti, onu günâhtan kurtarmaz. Bir kaide vardır dînimizde: "Harâm işliyerek ibâdet yapılmaz!"
Meselâ, birisine farz olan emr-i ma'rûfu yapmak, ya'nî islâmiyeti anlatmak için, ona yakınlaşmak maksadıyla, onunla beraber içki içemez. Burada iyi niyetin yeri yoktur.
İbâdetleri harâm işliyerek yapmak câiz değildir. Harâm işliyenlerin ibâdetleri sahîh, ya'nî geçerli olur. Ya'nî borçlarını ödemiş olurlar ise de, sevâb kazanmazlar.
Harâm, iyi niyet ile işlenirse, yine günâh olur. Böyle işleri yapmamak sevâbdır. Bilerek yaparsa, büyük günâh olur.

Harâmdan kaçmak

Soru: Harâmdan kaçmaya sevâb verilir mi?
Cevap: Allahü teâlâdan korkarak, harâmdan, O yasak ettiği için sakınan, vazgeçen sevâb kazanır. Başka bir sebep ile harâm işlemezse günâhından kurtulur, sevâb kazanmaz.
Harâm olan birşeyi, meselâ içkiyi, din yasak ettiği için değil de midesine dokunduğu için içmese, bu kimse sevâb alamaz.
Harâma helâle dikkat etmiyen ba'zı kimseler, (Sen kalbime bak, kalbim temizdir. Allah kalbe bakar) diyorlar. Bu söz dîne aykırıdır. Bir kişinin kalbinin doğru ve temiz olduğuna alâmet, dînin emir ve yasaklarına uymasıdır. Böyle söyliyenlerin maksadı, müslümanları aldatmaktır. Bunların bu sözlerine değer verilmez. Günâhlar içinde yüzen kimsenin, benim kalbim temiz demesi, lağım çukurundan çıkartılan kimsenin, "Benim üzerimde birşey yoktur. Elbiselerim tertemizdir" demesine benzer.

Niyet Kötü Olursa!

İbâdetleri yaparken kötü niyet karıştırmamalıdır. Farzlar yapılırken, kötü niyetler de karışırsa, borç ödenmiş, cezâdan kurtulmuş olursa da, bildirilen o büyük sevâba kavuşamaz.
Meselâ kişi başkalarının da görmesi için namazını herkesin gözü önünde kılarsa veya yalnızken çabuk çabuk kıldığı hâlde, başkalarının yanında uzun ve ta'dili erkân üzere kılarsa, ibâdetine kötü niyet karıştırmış olur.

Niyeti düzeltmek için

Soru: Niyeti düzeltmek için ne yapmalıdır?
Cevap: Düzgün niyet edilmedikçe, hiçbir farz kabûl olmaz. Bunları yapabilmek için de ilim lâzımdır. Hadîs-i Şerifte, (Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibâdet etmekten daha sevâbdır) buyuruldu. Câhil sofu, şeytanın maskarası olur.
İslâmiyete uymıyan şeylerin hiçbirisini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen, beğenilmeyen şeye de sevâb verilmez.
Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak ve sevâb kazanmak niyeti ile farzları, sünnetleri yapmağa ve harâmlardan ve mekrûhlardan kaçınmağa, ya'nî ahkâm-ı islâmiyeyi yerine getirmeye (İbâdet etmek) denir.

Din bilgileri

Soru:Din bilgileri akıl ile anlaşılır mı?
Cevap: İslâm bilgileri ikiye ayrılır: Madde, fen bilgileri ve din bilgileri. Din bilgileri, yalnız nakil ile anlaşılır.
Bunların kaynağı, Kur'ân-ı kerîm ile hadîs-i Şerîflerdir. Madde ve fen bilgileri his organları ve akılla anlaşılır.
His organları ile anlaşılan şeylerin bir sınırı vardır. Bu sınırların dışında olan bilgiler his organlarımız ile anlaşılamaz veya yanlış anlaşılır. His organlarımız ile anlıyamadığımız şeyleri, akıl ile bulur, anlarız. Bunun gibi aklın da bir anlayış sınırı vardır. Bu sınırın dışında olan bilgileri, akıl bulamaz ve anlıyamaz.

Akıl ve nakil

Akıl, erişemediği şeyleri anlamağa kalkışırsa yanılır, aldanır. Böyle bilgilerde akla güvenilemez.
Meselâ, Allahü teâlânın sıfatları, Cennette ve Cehennemde olan şeyler, ibâdetlerin nasıl yapılacağı ve din bilgilerinin çoğu böyledir. Akıl bunlara eremez.
Bu bilgilerde akıl ile nakil çatışırsa, nakle ya'nî peygamber efendimizden bildirilenlere uyulur, aklın yanıldığı anlaşılır.
O hâlde, peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla danışmaksızın inanmaktan başka çâre yoktur.

Ef'âl-i mükellefîn

Soru: Mükellef kime denir?
Cevap: Akıllı ve bülûğ ya'nî ergenlik çağına giren erkek ve kadınlara "Mükellef" denir. Mükellef olan kimse, Allahü teâlânın emir ve yasaklarından sorumludur. Dînimizde, mükellef olan kimseye, önce îmân etmek ve sonra da ibâdet yapmak emrolunmuştur.

Soru: Ef'âl-i mükellefîn nedir?
Cevap: Ef'âl-i mükellefîn, dînimizin emirlerinden ve yasaklarından sorumlu olan kimselerin yerine getirecekleri vazîfelerin hükümlerini belirten bir terimdir. Bir kimsenin her türlü davranışı bunlardan birinin içine girer. Ef'âl-i mükellefîn sekizdir:
1- Farz: Dînimizin, yapılmasını açıkça ve kesin olarak emrettiği şeylere farz denir. Farzları terketmek harâmdır. İnkâr eden, kabûl etmiyen kâfir olur. Dinden çıkar. Farz iki çeşittir: Farz-ı ayn: Müslümanın bizzat kendisinin yapması lâzım olan farzdır. Meselâ, beş vakit namaz kılmak. Ramazan ayında oruç tutmak farz-ı ayndır. Farz-ı kifâye: Müslümanlardan bir kaçının veya sadece birisinin yapması ile, diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu farzlardır. Meselâ, cenâze namazı kılmak, cihâd etmek farz-ı kifâyedir.
2- Vâcib: Farzdan sonra gelen emirlerdir. Bayram namazı kılmak, kurban kesmek, vitir namazı, fitre vermek vâcibdir. Vâcibi terk etmek, tahrimen mekrûhtur.
3- Sünnet: Peygamber efendimizin yapılmasını övdüğü, yâhut devam üzere kendisinin yaptığı veyâhut yapyılırken görüp de mâni olmadığı şeylere denir. Sünnet iki çeşittir:
Sünnet-i müekkede: Peygamber Efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terkettikleri kuvvetli sünnetlerdir. Ezân okumak, cemâ'atle namaz kılmak gibi.
Sünnet-i gayrı müekkede: Peygamber efendimizin, ibâdet maksadı ile ara sıra terkederek yaptıklarıdır. İkindi ve yatsı namazlarının dört rek'atlık ilk sünnetleri böyledir.
4- Müstehab: Buna mendub da denir. Sünnet-i gayrı müekkede hükmündedir. Peygamber efendimizin ara sıra yaptıkları ve sevdikleri, beğendikleri husûslardır.
5- Mubâh: Yapılması emir olunmıyan ve yasak da edilmiyen şeye mubâh denir. Ya'nî günâh veya sevâb olduğu bildirilmemiş olan iştir. Yapanın niyetine göre sevâb veya günâh olur. Yiyip içmek, uyumak, giyinmek gibi işler mubâhtır.
6- Harâm: Dînimizin "yapmayınız" diye açıkça yasak ettiği şeylerdir. Harâma, helâl diyenin ve helâle, harâm diyenin îmânı gider, kâfir olur.
7- Mekrûh: Allahü teâlânın ve Muhammed aleyhisselâmın, beğenmediği ve ibâdetlerin sevâbını gideren şeylerdir. Mekrûh iki çeşittir: Tahrimen mekrûh: Harâma yakın olan mekrûhtur. Bunları yapmak azâba sebep olur. Tenzîhen mekrûh: Helâle yakın olan, yapılmaması yapılmasından daha iyi olan işlerdir.
8- Müfsid: Meşrû olan bir işi veya başlanmış olan bir ibâdeti bozan şeydir. Namazda gülmek, oruçlu iken bilerek birşey yemek ve içmek gibi.