11. BÖLÜM: RIZK VE KAZANÇ TEMİNİ BAHSİ

RIZK TEMİNİ İÇİN ÇALIŞMANIN (KESBİ'N) MAHİYETİ
1376 Kur'an-ı Kerim'de: "Yeryüzünü size boyun eğdiren (istifadeniz için itaatli kılan) Allahû Teâla (cc)'dır. O halde yeryüzünün sırtlarında (Dağlarında, tepelerinde, ovalarında) dolaşın da, Allahû Teâla (cc)'nın size ihsan ettiği rızıklardan istifade edin"(1) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler: "Yeryüzünün itaatli olması, boyun eğmesi; işlenmeye ve verimli kılınmaya müsait oluşudur. Yeryüzünün sırtlarında dolaşmaktan maksad; insanlara faydalı olan nimetlerin ortaya çıkarılmasını sağlamak için, araştırma yapmaktır. Ziraat, ticaret, zanaat ve diğer faaliyetler; ancak yeryüzünde mevcut olan imkânlarla sürekli kılınabilir. Yeryüzünde esas olan; işlemek ve nimetlerinden faydalanmaktır"(2) hükmünde ittifak etmişlerdir. Dikkat edilirse; yeryüzü, rızk temini için müsait bir yapıdadır. Hz. Abdullah İbn-i Mes'ud (ra)'dan rivayet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem (sav): "Kesbi taleb etmek (rızk temini için çalışmak) her müslüman üzerine farzdır"(3) buyurmuştur. Dolayısıyla mü'minler; "Helal" ve "Haram" hududlarına riayet ederek, rızk temini için gayret sarfetmek durumundadırlar. İmam-ı Muhammed (rha)'in: "İlim taleb etmek farz olduğu gibi, rızık taleb etmek de farz kılınmıştır" buyurduğu rivayet edilmektedir. 1377 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Rızkı tamamlanıncaya kadar, hiçbir kimsenin ölmeyeceği bana vahyedildi. O halde Allahû Teâla (cc)'ya karşı gelmekten sakınınız. Rızkınızı araştırırken güzel bir yol tutunuz"(4) buyurduğu bilinmektedir. Muhakkak ki, "Güzel bir yol tutmaktan" murad; helâl vasıtalarla, helâl kazanç elde etmektir. Nitekim Hz. Ebu Bekir (ra): "Dikkat ediniz, haram ile beslenen vücûda ancak cehennem ateşi yakışır"(5) buyurmuştur. Sahabe-i Kiram'ın; haramdan kurtulabilmek için, şüpheli olan hususları dahi terkettiği malûmdur. İbn-i Abidin "Farz-ı Ayn" ilimleri tasnif ederken: "Ticaretle meşgul olanın alışverişi öğrenmesi farzdır. Ta ki, sair muamelâtta şüphelerden ve mekruh olan şeylerden korunabilsinler. Sanat sahipleri ve diğer herhangi bir işle meşgul olanlar da böyledir. Haramdan korunmak için onların da meşgul oldukları işin hükmünü bilmeleri farzdır"(6) buyurmaktadır. Esasen genel kaide: "Her mü'minin, içinde bulunduğu hal ile ilgili ilimleri tahsil etmesi farzdır" şeklindedir. "İlmihal" tabiri de, buna dayanmaktadır.
1378 Günümüzde; insanı ve insanın uzuvlarını dahi ticarete konu kabul eden ideolojik sistemler "Homo okomiscus" (Ekonomik insan) denilen, garip bir tip ortaya çıkarmışlardır. Gece-gündüz; sadece ve sadece midesinin ihtiyaçlarını düşünen, kalben ve zihnen dumura uğramış insan tipi!(7) İdeolojilerin ekonomik yorumları; "Çarşı Putları'nın" temelini teşkil edecek derecede güçlenmiştir. Ancak bu yeni bir olay değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Şüphesiz ki Allah, iman edip, salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Küfredenlere gelince; onlar dünyada sadece zevk-û sefa ederler, hayvanların yediği gibi yerler, onların yeri Cehennem'dir"(8) hükmü beyan buyurulmuştur. Yine bir başka Ayet-i Kerime'de: "Onlar dünya hayatının sadece dış yüzünü (zahirini) bilirler. Fakat ahiretten tamamiyle gafildirler"(9) buyurulmaktadır. İslâm ûleması bu Ayet-i Kerime'leri esas alarak; "Kâfirler; tıpkı hayvanlar gibi, midelerinin ve şehvetlerinin peşindedirler. Bu hususta hiçbir sınır tanımamayı esas alırlar. Ayrıca tıpkı hayvanlar gibi; yedikleri nimetleri yaradanı hiç mi, hiç düşünmezler" hükmünde ittifak etmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mü'min bir mide ile yer; kâfirse, yedi mide ile yer"(10) buyurduğu bilinmektedir. Muhaddisler, bu Hadis-i Şerif'in çok veya az yemekle ilgili olmadığını; kâfirin "dünyevi hırsının korkunçluğunu" beyan ettiğini zikretmişlerdir. Elbette yemek ihtiyacı; insandan insana değişebileceği gibi, insanın çalıştığı işin kolaylığına veya zorluğuna göre de değişebilir.
RIZK TEMİN ETMENİN (KESB'İN) SIFATI
1379 Hanefi fûkahası: "Bir mükellefin; kendisine, ailesinin nafakasını temine ve borçlarını ödemeye yetecek kadar kazanması farzdır. Fakir olan mü'minlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve akrabalarına ikram etmek için; bundan fazlasını kazanması müstehabtır. Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için, rızık teminine gayret sarfetmek ise mübahtır"(11) hükmünde ittifak etmiştir. Başkalarına karşı tekebbür etmek dünyevi hırsa kapılarak yarışa çıkmak, azgınlık ve taşkınlık için kazanması; helal yolla kazansa dahi, mekrûh ve haramdır.(12) Elbette burada, mükellefin "niyeti" önemlidir. Mü'minlerin; tağuti güçlere karşı daha güçlü bir şekilde cihad edebilmesi için, hırsla kazanan ve kazancını cihada harcıyan mü'min, sürekli ibadet içerisindedir. Zira "niyyeti"; farz olan bir ibadetin edâ edilmesidir.
1380 Kur'an-ı Kerim'de: "Onlar ki, (Mü'minler) harcadıkları vakit ne israf, ne de sıkılık (cimrilik) yapmazlar. (Harcamaları) ikisi arası (vasat) olur"(13) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime'yi esas alan Hanefi fûkahası: "Mükellef, kazandığı malda israf etmediği gibi, cimrilik yolunu da tutmaz. Hem kendi nefsine, hem de nafakaları üzerine vacip olan kimselere (ailesine, çocuklarına vs.) infak eder"(14) hükmünde ittifak etmiştir. Şimdi "İsraf nedir?" sualine cevap arıyalım. İsraf; arapça bir kelime olup, "Serefe" kökündendir. Seref; herhangi bir şeyde makûl haddi aşmak manasınadır. İslâmi ıstılâhta: "Gayr-i meşru (Şer'i olmayan) bir gaye için mal sarfetmeye" israf denilmiştir. Ulema "İsraf'ta hayır yoktur. Hayırlı işlerde ise; israf yoktur" hükmünü zikrederek, konunun kavranmasını kolaylaştırmıştır. Allahû Teâla (cc)'nın israfı haram kıldığı muhkem ayetlerle sabit olmuştur.(15)
1381 Çalışıp, rızk temin edebilme kudreti olan kimsenin dilenmesi caiz değildir. Çünkü çalışmamak, suretiyle bir farzı terketme durumu söz konusudur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hayatım yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki; sizden herhangi birinizin, ipini alıp da, dağdan arkasında bir bağ odunu getirmesi ve satması, herhangi bir kişiden istemesinden çok hayırlıdır. (Kimbilir, istediğiniz kimse de) ya verir minnetine girersin, yahud vermez zilletini çekersin"(16) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla çalışma gücü olan kimsenin dilenmesi meşru değildir. Ancak kudreti yoksa durum ne olacaktır? Hiç malı olmayan ve hayatını ancak dilenmek suretiyle idame ettirebilen kimselere "Miskin" denilmiştir.(17) Miskinler; Beytü'lmal'in "Zekât" bütçesinden, maaşlarını alırlar. Zira çalışma kudreti olmayan ve fakir olan kimseler; korunmaya muhtaçtırlar. Molla Hüsrev: "İçinde bulunduğu gün için, yiyeceği mevcut olan kimseye dilenmek helal olmaz"(18) hükmünü beyan etmektedir. Hem miskin olur; hem de (durumunu beyan etmekten utanarak) dilenmezse ve bu sebeple ölürse, günahkâr olur. Zira o halde bulunan kimsenin; ("Beytülmal" ve "Ulûl'lemr" yoksa) dilenmesi şer'an caizdir. Eğer dilenmekten de aciz olursa; o kimsenin durumunu bilen kimse üzerine, onu doyurması "Farz-ı Ayn" olur.(19) Ancak kendi kudreti de; onu doyurmaya müsait değilse, yardım yapabilecek başka bir kimseye durumu iletmesi farzdır.
RIZK HANGİ YOLLARLA TEMİN EDİLEBİLİR
1382 Hanefi fûkahası: "Rızk temin etmede en efdal olan yol cihaddır. Zira, Cihad'da hem İslâm dinini aziz kılma, hem de ganimet elde etme söz konusudur. Bu sebeble kazancın en efdali; ganimet olur. Cihad'dan sonra; rızk elde etmede efdal olan, ticaretle meşgul olmaktır. Daha sonra ziraatle meşgul olmak ve diğer san'atlar gelir"(20) hükmünde ittifak etmiştir. Şimdi bu sırayı esas alarak, meseleyi izaha gayret edelim
1383 Kur'an-ı Kerim'de: "Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve hoş olarak yeyin"(21) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Muhammed (rha) ganimetin daha önceki ümmetlere helal kılınmadığını, ancak Ümmet-i Muhammed'e helal kılındığını, bunun sünnetle sabit olduğunu beyan etmektedir.(22) Resûl-i Ekrem (sav): "Allahû Teâla (cc) kıyametin kopmasına yakın bir zamanda beni kılıçla gönderdi. Rızkımı da, mızrağımın altında (Gölgesinde) kıldı. Bana muhalefet edenleri de zelil ve hakir eyledi. Hem kim kendisini bir kavme benzetirse, o da, onlardandır."(23) buyurmuştur. "Cihad" ibadetini izah ederken bu konu üzerinde durmuştuk!..(24)
1384 Şurası kat'iyyen unutulmamalıdır ki; rızk temin etme yollarının tamamı kat'i nass'larla beyan buyurulmuştur. Herhangi birisinin ihmali, Ümmet-i Muhammed'i zor duruma düşürür. Zira bir mü'min; kendi rızkını temin ederken, diğer mü'minlerin menfaatine olan malları da, üretmek durumundadır. Ancak en efdal ve en temiz olan; rızk elde etme yolunun, kat'iyyen unutulmaması şarttır? Nitekim Resûl-i Ekrem (sav): "Faizi yemek için hileli yollara saptığınız, öküzlerin kuyruklarına yapışıp ziraatle geçindiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman, Allahû Teâla (cc) üzerinize zilleti (aşağılanmayı, hor ve hakir kılınmayı, zaafa düşmeyi) musallat kılar. Dininize dönmedikçe o zilleti üzerinizden sıyırmaz"(25) buyurmak suretiyle (rızk temin etmek için) cihadın terkedilmemesini hassaten tebliğ etmiştir
TİCARETLE MEŞGUL OLMAK
1385 Kur'an-ı Kerim'de: "(Öyle kimseler, mü'minler) Vardır ki, ne bir ticaret, ne bir alışveriş (onları) Allahû Teâla (cc)'yı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoyamaz. Onlar kalblerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar"(26) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime'de; ticaret ve alışveriş gibi, rızk temin etme yollarının; kendilerini, Allahû Teâla (cc)'ya ibadetten alıkoymadığı mü'min kimseler övülmüştür. Bu, bir anlamda mü'min tüccarın vasfıdır. Zira mü'min tüccar "zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün de hesabının sorulacağı güne" hazırlandığının şuurundadır. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Emin ve sadık (güvenilir) mü'min tüccar, kıyamet gününde şehidlerle beraberdir"(27) Hadis-i Şerif'i açık bir müjdedir. Başta Hz. Ebû Bekir (ra) olmak üzere, cennetle müjdelenen birçok sahabe, ticaretle meşgul olmuşlardır. Ancak şurası da unutulmamalıdır ki; kıyamet gününde şehidlerle beraber olacak tüccar, şer'i şerifin hududlarına titizlikle riayet etmek borcundadır. Dünyevi hırsa kapılır; şer'i hududları bir kenara bırakırsa, büyük bir azabla karşı karşıya gelir
1386 Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını batıl yollarla (Haram'la) yemeyin. Meğer ki (o mallar), sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret malı ola (o zaman yeyin). Kendi nefsinizi de öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah sizi çok esirgeyicidir. Kim (helal hududlarını) aşarak ve zulüm yaparak bu amelleri işlerse, biz onu ateşe sokacağız. Bu da Allahû Teâla (cc) için çok kolaydır."(28) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler "Bir malın batıl yolla yenilmesinden murad; kumar, faiz, hırsızlık, gasb ve bunun gibi İslâm dininin kat'i olarak haram kıldığı yollarla yenilmesidir"(29) hükmünde ittifak halindedirler. Bu yollara tevessül eden kimseler (ister tüccar, ister müşteri olsun); geçici olan dünya hayatı için, ebedi hayatlarını tehlikeye atmışlardır
1387 Toplu halde yaşıyan insanların; mal, menfaat ve hizmet noktasından birbirleriyle sıkı ilişkiler içerisinde olacakları muhakkaktır. Türkçe'de "Alışveriş" diye isimlendirdiğimiz olayın arapçası "Büyû" dur. Bu kelimenin lûgat manası; malı mal ile mübadele etmek, değişmektir.(30) İslâm ûleması; "Kıymete haiz olan ve rağbet edilen bir malı, aynı mahiyetteki diğer bir mal ile mübadele etmeye" alış-veriş adını vermiştir.(31) Bir malın kıymetli olması için; mübah olması şarttır. Ayrıca insanlar tarafından rağbet edilmesi ve biriktirilebilmesi de gerekir. Şarap; biriktirilmesi ve bazı çevrelerce (Ehl-i Kitab ve faasıklar gibi) rağbet edilmesine rağmen, mü'minler indinde kıymetli değildir. Zira haram kılınmıştır. Bu sebeple mallar "Mükekavvim" ve "Gayr-i Mütekavvim" olmak üzere ikiye ayrılır.(32) Ulema; satılan mal dikkate alındığı zaman, dört çeşit alışveriş sözkonusu olduğu için; "Bey" şeklinde değil, çoğul sigasıyla "Büyû" şeklinde kullanmıştır. Satılan mal esas alındığı zaman; dört çeşit alışverişle karşı karşıya geliriz. Bunlar:
1) Ticarete konu olan mütekavvim bir mal, aynı mahiyetteki diğer bir mal ile değiştirilebilir. Buna Türkçe'de "trampa" denilir.
2) Alışverişe konu olan kıymetli mal, semen karşılığı satılır. En meşhur ve yaygın olanı budur. Mesela: Bir elbise 5000 lira karşılığında satın alındığı zaman, elbise "Mal", 5000 liradan onun semeni olur.
3) Semen'i, semen ile satmak mümkündür. Mesela: Doları, mark ile satın almak veya nakit para ile satın almak gibi!.. Buna "Sarf" denir. Bu işle meşgul olan kimselere de "Sarraf" adı verilir.
4) Semen ile veresiye mal satın alınabilir. Buna "Selem" denilir.(33)
1388 Şer'an satış: "Mütekavvim olan bir malı hususi bir şekilde, fayda ifade eden misli ile mübadele etmektir. "Hususi bir şekilde" kaydı; başta teberru ve hibe olmak üzere, karşılıksız mal vermeyi tarifin dışında tutabilmek içindir. Alışverişin mün'akid olması için; icab ve kabul şarttır. Bunun mazi sigasıyla (Yani "Sattım" ve "Aldım") şeklinde olması esastır.(34) Zira "Satacağım" veya "Alacağım" gibi ifadeler temenni ve arzu hükmündedir, kat'iyyet sözkonusu değildir. İmam-ı Kasani "Satışın rüknü; icap ve kabulle birlikte mübadele etmektir" hükmünü zikreder. İbn-i Hümam: "Satışın rüknü icap ve kabuldür ki, bunlar mübadeleye veya onun yerini tutan birbirine teslim etmeye delâlet eder. Bu durumda satışın rüknü; iki milki söz veya fiille mübadeleye rıza göstermedir" buyurmaktadır. Satışın şartı: İki tarafın da (İcab ve kabule) ehil olmasıdır. Dolayısıyle akıllı olmak esastır. Delinin veya mecnunun satışı sahih değildir. Bulüğa ermiş olmak ve hürriyet şart değildir. Üzerinde akid yapılan malda da bazı şartlar aranır. Bunlar:
1) Alışverişe konu olan mal, mübah olmalıdır. Başta şarab olmak üzere İslâm'ın haram kıldığı mal satışa konu değildir.
2) Mal mevcud olmalıdır. Denizdeki balık veya havadaki kuş satılamaz.
3) Malın teslimine imkân bulunmalıdır. Mesela: Hayvanın karnındaki yavru satılamaz. Zira teslim etme imkânı yoktur.
4) Milk satan kimseye ait olmalıdır. Satışın yapıldığı yerin şartı; meclis beraberliğidir. Satışın sahih olabilmesi için; milkin bulunması ve milk üzerinde başkasının hakkının olmaması esastır.(35) Mal üzerinde hakkı ve yetkisi olmayan kimsenin (Fuzuli'nin) satışı, bütün şartlar bulunsa dahi münakid olmaz.
1389 Satış; semen (malın bedeli) açısından da, dört kısma ayrılır. Bunlar:
1) Mükellef; malın kendisine kaça mal olduğunu söylemeksizin, karşılıklı razı olacakları bir bedelle (Semen) akid yapabilir. Buna "Musâveme" denilir. Mesela: Bir tüccar, elindeki malın maliyet fiyatını gizleyerek müşterisine "- Sana şu fiyata verebilirim" teklifinde bulunur. Esasen yaygın olan usul budur.
2) Mükellef; satışa konu olan malın, kendisine kaça mal olduğunu beyan edip, belirli bir kâr koyarak satabilir. Buna "Mürabaha" denir. Mesela: Tüccar "- Efendim, bu mal bana 1000 liraya mal olmuştur. Sana 1100 liraya verebilirim" diyebilir.
3) Mükellef; malın maliyet fiyatını beyan edip, hiçbir kâr talep etmeden satabilir. Buna da "tevliye" denilir.
4) Mükellef, satışa konu olan malın maliyet fiyatını beyan ettikten sonra, o fiyatın daha aşağısına da satabilir. Buna da "Vadia" (Vazia) denilir.(36) Bu satış şekillerinin hepsi de, meşrûdur. Zira ticarette; hem kâr, hem zarar sözkonusudur.
1390 Satışın hükmü; iki taraftan biri için milkiyetin, diğeri için de bedelinin (Semenin) sübûtudur. Fûkaha buna "Asli hükmü" adını vermiştir. Tabi olan hükmü ise; malı ve kıymetini (Semeni) teslimin vacip olmasıdır. Yani satıcının "Malı", alıcının da "Semeni" (kıymetini) vermesi vaciptir.(37) Veresiye olan satışlarda "Müddetin" bilinmesi esastır. Meçhul bir zamana dayanan satış doğru değildir. Ayrıca veresiye satışlarda; borçlanma söz konusu olduğu için "Senetleşmek" zarûridir.(38) Şimdi alışverişle ilgili diğer hususları zikredelim.
ŞART MUHAYYERLİĞİ VE TAYİNİ
1391 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Satıcı ile satın alan mükellef; ayrılmadıkları müddetçe muhayyerdirler"(39) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası, "Aynı mecliste "İcab" olur; fakat "Kabul"e ehil olan kimse sükût ederse, o meclis dağılıncaya kadar yetkilidir. Ancak icap ve kabul; birbirine uygun olarak edâ edilmişse, hem ihtiyar, hem rıza bulunduğu için akid tamamlanmıştır. Başka bir konuya geçildiği an, meclis değişmiştir"(40) hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Şafii (rha) hadisin zahirini esas alarak: "İcab ve kabul; birbirine uygun olarak edâ edilse dahi, o meclis dağılmadığı müddetçe, taraflar muhayyerdirler" hükmünü beyan etmiştir.(41) Bunun dışında, birkaç çeşit şart muhayyerliğinden de söz etmek mümkündür. Şöyleki; malı satın alan kimse: "- Ben muhayyer olmak şartıyla satın aldım" diyebilir. Böyle bir şart fasiddir. Bu hususta ittifak mevcuddur.(42) İkincisi, müşteri: "- Ben bu malı üç gün veya daha az bir süre muhayyer olmak şartıyla satın aldım" diyebilir. Resûl-i Ekrem (sav)'in Sahabe'den Hz. Hıbban b. Munkız (ra)'a hitaben: "- Satış yaptığın zaman hile yok!.. Ancak benim için üç gün muhayyerlik olacak diyebilirsin" buyurduğu bilinmektedir.(43) Hanefi fûkahası bu Hadis-i Şerif'i esas alarak: "Hem satan, hem alan için, şart koştuğu takdirde üç gün muhayyerlik hakkı vardır. Bu süre içerisinde milkiyet el değiştirmiş olmaz" hükmünde ittifak etmiştir. Üçüncüsü malı satın alan kimse: "- Ben bir ay veya iki ay muhayyer olmak şartıyla satın aldım" diyebilir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) indinde, bu şart sahih değildir. İmameyn'in kavline göre; bu şart sahihdir.(44)
1392 GÖRME MUHAYYERLİĞİ: Satıcının veya müşterinin, görmedikleri bir malı satmaları veya satın almaları caizdir. Nitekim Hz. Osman (ra), Hz. Talha (ra)'ya Basra'da bulunan bir yerini satmış, bazı kimseler Hz. Talha (ra)'ya "Sen aldandın" deyince Hz. Talha (ra): "- Benim için muhayyerlik vardır. Çünkü ben görmediğim bir şeyi satın aldım" buyurmuştur. Durum Hz. Osman (ra)'a intikal edince o da: "-ÿBenim için de muhayyerlik vardır. Zira ben de görmediğim bir şeyi sattım" demiştir. Bunun üzerine Hz. Cübeyr b. Mutim (ra)'i aralarında hakem tayin etmişler, Hz. Cübeyr b. Mutim (ra) "Satın alan Hz. Talha (ra)'nın muhayyer olduğunu, diğerinin ise muhayyer olmadığını" beyan etmiştir.(45) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse görmediği bir şeyi satın alırsa, o şeyi gördüğü an, onun için muhayyerlik vardır"(46) Hadis-i Şerifi bunun delilidir. Dolayısıyla görmediği bir malını satan kimse için muhayyerlik yoktur. Ancak herhangi bir malı görmeden satın alan müşteri için; malı gördüğü zaman, muhayyerlik hakkı mevcuddur. İsterse almaktan vazgeçebilir. Satıcı ise; satmaktan vazgeçemez. Çünkü onun için görme muhayyerliği yoktur, malın sahibidir. Bu hususta Sahabe-i Kiram'ın icmaı vardır.
1393 KUSUR (AYB) MUHAYYERLİĞİ: Bir müşteri; satın aldığı malda (ticaret ehli olan kimseler indinde) kıymetini eksilten bir kusur (ayb) bulursa muhayyerdir.(47) İsterse malı o kusuruyla birlikte kabul eder, isterse aldığı kimseye (tüccara) geri verebilir. "Ticaret ehli olan kimseler indinde" dememizin sebebi; kusurun (aybın) sabit olması içindir. Çünkü mutlak satış; her türlü kusurdan (ayıptan) salim olmayı gerektirir. Ayrıca satışı yapan kimse, o kusuru (ayıbı) söylemediği için aldatma (Garar) sözkonusudur. Dolayısıyla müşterinin zararının giderilmesi esastır.(48) Tüccar indinde mevcud olan kusura "Ayıb-ı Kadim" denir. Resûl-i Ekrem (sav)'in hile ve aldatmayı şiddetle yasakladığı bilinmektedir. Nitekim Sahih-i Müslim'de: "Bizi aldatan bizden değildir" hükmü altında bir bab mevcuddur. Bu babta yer alan şu Hadis-i Şerif üzerinde iyi tefekkür etmek gerekir. Hz. Ebû Hureyre (ra)'dan rivayet edilmiştir: "Resûl-i Ekrem (sav) bir gün çarşıda dolaşırken, tahıl satan birisinin yanına uğradı. Elini ekin yığınının içine daldırınca, mübarek parmaklarına ıslaklık isabet etti. Bunun üzerine: "- Ey ekin sahibi, bu ıslaklık nedir?" sualini tevcih buyurdu. Ekin sahibi: "- Ona yağmur isabet etti ya Resûlallah" cevabını verince, Resûl-i Ekrem (sav): "İnsanların görebilmesi için o ıslak olan kısmı üstüne koysaydın ya!.. Bizi aldatan bizden değildir"(49) hükmünü beyan buyurdu. İbn-i Ömer (ra)'in şöyle dediği rivayet edildi: "Hz. Peygamber (sav) dış görünüşü ile malı beğendirmek suretiyle aldatıcı satışı nehyetti"(50) Dikkat edilirse; ticaretle uğraşan bir kimsenin, emin ve sadık olması esastır. Eğer kendisinin de farkında olmadığı kusurlu (ayıplı) bir malı satmışsa; farkına vardığı an, müşterisinin zararını gidermeli ve helallık dilemelidir.
ALIŞVERİŞTE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR
1394 HARAM'A VESİLE OLMAK (ALIŞVERİŞİNİ YAPMAK) HARAMDIR: Ticaretle meşgul olan bir mü'minin; üzerinde hassasiyetle duracağı ilk konu, haram kılınan malların satışını yapmamaktır. Allahû Teâla (cc) bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) "Şarabla ilgili olarak" mü'minlere: "İçilmesini haram kılan Allahû Teâla (cc) satılmasını da (alışverişini) haram kılmıştır"(51) buyurarak, meselenin mahiyetini izah etmiştir. Mesela; mü'min bir kasap; şer'i şerife göre kesilmeyen herhangi bir hayvanın etini satmamalıdır. Çünkü, kasden besmelenin terkedilmesi durumunda, etin yenmesi haram olur. O et; meyte hükmündedir. Vesen (heykel) ve sanemin satılması da haramdır. Hanefi fûkahası: "Haram Li aynihi olan; şarap, domuz eti, kan, put ve bunun gibi maddelerin satışının batıl" olduğunda ittifak etmiştir.(52)
1395 Çalınan veya gasb edilmek suretiyle elde edilen bir malı; ticareti piyasaya sokmak da caiz değildir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim bildiği halde hırsızlık eşyayı satın alırsa; onun günahına ve alçaklığına (haysiyetsizliğine) ortak olmuştur."(53) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla ticaretle meşgul olan mü'minlerin; malı gerek alırken, gerek satarken titizlik göstermeleri esastır.
1396 FİYATLARA MÜDAHALE ETMEK CAİZ DEĞİLDİR: Resûl-i Ekrem (sav) ticaretle meşgul olan Sahabe-i Kiram'a daima kolaylık göstermelerini ve ucuzluk meydana getirmek için gayret sarfetmelerini tavsiye buyurmuştur. Ancak bu hiçbir zaman fiyatlara müdahale manasına değildir. Nitekim fiyatların yükseldiği bir sırada, Sahabe-i Kiram'dan bazıları Resûl-i Ekrem (sav)'e müracaatla çözüm bulunmasını teklif etmişlerdir. Tabii ki bu çözüm fiyatların dondurulması veya narh konulmasıyla ilgilidir. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Fiyatları ayarlayan; bolluk, darlık ve rızık veren Allahû Teâla (cc)'dır. Şüphesiz ki ben; hiç kimsenin benden talep edeceği mal ve can hususunda bir haksızlığım olmadan, Rabbime kavuşmak arzusundayım"(54) hükmünü beyan buyurmuştur. Hanefi fûkahası: "Ulû'lemr veya kadı; fiyatları tayin etmez, narh koymaz. Zira narh koymak mekruhtur. Ancak eğer ticaretle uğraşan kimseler; malın fiyatından çok yüksek bir fiyatla satış yapma hususunda anlaşırlarsa, ehl-i hibre'den (ilim sahibi kimselerden) bilgi istenir. Temel gıda maddeleri ve hayvan yiyecekleri hususunda; istişare edildikten sonra, fiyat tahdidinde bulunmakta beis yoktur"(55) hükmünde ittifak etmiştir. Çünkü gerek temel gıda maddelerinde, gerek hayvan yemlerinde, canlının telef olma tehlikesi sözkonusudur.
1397 Darû'l İslâm'da; arz ve talep dengesine dayanan fiyatlar esastır. Ancak sun'i olarak fiyatlara müdahale etmek büyük bir vebaldir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Pahalılığı artırmak için fiyatlar, müdahale eden kimseyi; kıyamet gününde, büyük bir ateşin üzerine oturtmayı Allahû Teâla (cc) üzerine almıştır"(56) buyurduğu bilinmektedir. Fiyatlara müdahalenin birçok yolu vardır. Bunların başında da "İhtikâr" gelir. Şimdi bunun üzerinde duralım.
1398 A) Muhtekir (ihtikâr yapan kimse) mel'ûndur: Bir malı, fiyat artınca satmak niyetiyle stok etmeye ihtikâr denir. İmam-ı Ebû Yusuf (rha) göre; ümmete zarar vermek niyetiyle, her çeşit malın satışından imtina etmek ihtikârdır.(57) Resûl-i Ekrem (sav): "Pazara mal getiren merzûk (rızıklandırılmış), ihtikâr yapan ise melûndur"(58) hükmünü beyan buyurmuştur. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) "Bir kimsenin kendi ürettiği malı (Mesela: Çiftçinin buğdayı) ihtiyacı sebebiyle stok etmesi ihtikâr olmadığı gibi; bir başka şehirden getirdiği malı stok etmesi de ihtikâr değildir. İhtikâr ümmete zarar vermek niyetiyle gıda maddelerini (yiyecekleri) stok etme sonucu ortaya çıkar"(59) demiştir. Esasen bir kimse; temel gıda maddelerini ve hayvan yiyeceklerini stok ederse; "Muhtesib" veya "Kadı" bu işten vazgeçmesini teklif eder. Mükellefin ısrar etmesi halinde; malına el konur ve günün rayiç fiyatları dikkate alınarak satılır. Bedeli de kendisine verilir. Ayrıca kendisine ta'zir cezası uygulanır.(60) Resûl-i Ekrem (sav) ihtikâr yapan kimseleri zemmetmiş ve Allahû Teâla (cc)'nın rahmetinden uzaklaştıklarını beyan buyurmuştur.(61) Sonuç olarak muhtekir (ihtikâr yapan kimse) me'lûndur, yani lanetlenmiştir.
1399 B) Müşteri kızıştırıp, fiyat artırmak caiz değildir: Resûl-i Ekrem (sav)'in "Necş'i" yasakladığı nass'la sabittir. Necş; "malı almaya niyetli olmadığı halde; üçüncü şahısları isteklendirmek ve aldatmak için, fazla fiyat vermeye" verilen isimdir.(62) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse, kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık etmesin"(63) Hadis-i Şerif-i müşteri kızıştırmanın caiz olmadığını beyan buyurmaktadır. Tüccar ile müşteri bir mal üzerinde pazarlık ederken; üçüncü bir şahsın o pazarlığa dahil olması, tahrimen mekruhtur. Ancak o pazarlık meclisi dağıldıktan sonra; anlaşma hasıl olmazsa, malı alma niyeti olan diğer kimse pazarlık edebilir. Günümüzdeki açık ve kapalı artırmalarda; bu hile alabildiğine yapılmaktadır. Şöyle ki; malı almaya niyeti olmayan bir kimse, kasden artırmaya girmekte ve belli bir ücret talep ederek satıştan çekilmektedir. Bunun kat'iyyen caiz olmayacağı açıktır.
1400 C) Şehirde ikamet eden bir kimsenin; köylünün ürettiği malı yolda karşılayıp, pazara sokmadan alması ve azar azar pahalı satması caiz değildir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Şehirde oturan kimse; bedevinin malını onun için satmasın"(64) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası: "Kıtlık zamanında; şehirde mukim olan kimsenin bedevinin malını onun adına satması, fiyat yükselmesine sebep oluyorsa mekruhtur. Zira bu fiilde, ümmete zarar söz konusudur. Normal olan dönemde; fiyat yükselmesine sebep olmayan pazarlama mekruh değildir"(65) hükmünü beyan etmiştir. İmam-ı Şafii, İmam Ahmed b. Hanbel ve İmam-ı Malik (rha) hadisin zahirini esas alarak, her halûkarda bunun caiz olmayacağına kaildirler. İbn-i Münzir: "Malları şehrin dışında karşılayarak satın almak caiz olmaz. Ebû Hanife buna katılmaz ve bunda bir sakınca görmediğini söyler.(66) hükmünü beyan etmek suretiyle, diğer mezheplerin bu hususta ittifak halinde olduklarını kaydeder.
1401 D) Bir satış içerisinde, iki satış caiz olmaz: (Vadeli satış ve vade farkı) Günümüzde en çok tartışılan konulardan birisi de; bir malın "peşin" ve "vadeli" satışındaki, fiyat farkıdır. Bir mal; peşin "bin liraya" satın alınabilirken, vade süresine göre "bin ikiyüz" veya "bin beşyüz" liraya alınabilmektedir. Mal aynı olduğuna göre; fiyatın farklılışması "vade faktörüne" dayanıyor demektir. Bunu "Pazarlık sonucu malın fiyatının farklı olabileceği" tezi ile izah etmek mümkün değildir. Zira ticari piyasada bir malın "Peşin" ve "Veresiye" fiyatları; faiz oranları ve enflasyon dikkate alınarak ilan edilmektedir.(67) Şimdi konunun Darû'l İslâm'daki durumunu izaha gayret edelim. Abdullah İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Attab b. Esed'i Mekke-i Mükerreme'ye vali olarak gönderirken: "- İnsanların, bir satış içerisinde iki satış yapmalarına müsaade etme, yasakla" emrini vermiştir.(68) Hanefi fûkahası: "Bir malın, peşin "şu fiyata" vadeli (veresiye) "bu fiyata" sattım" şeklindeki ifadelerle satılması caiz değildir"(69) hükmünde ittifak etmiştir. Mesela: "Şu buzdolabını peşin olursa "110.000 TL", vadeli olursa "160.000 TL." karşılığında sattım" gibi!.. Ancak müşteri bu iki fiyattan birisini, aynı mecliste kabul eder ve mesela: "Ben vadeli olarak "160.000 TL." karşılığı satın aldım" derse caiz olur mu? Yasaklamanın illetini; malın fiyatındaki cehalete bağlayan müctehidler indinde bu caizdir. Zira cehalet ortadan kalkmış, iki tarafın (icab ve kabulle) rızası sözkonusu olmuştur. Yasaklamanın illetini; vade sebebiyle malın fiyatının yükselmesine bağlayan müctehidler indinde caiz değildir. Zira Resûl-i Ekrem (sav), "Kim bir satış içerisinde, iki satış yaparsa, ona iki fiyattan az olanını almak veya faiz yemek vardır" hadisinin zahiri esastır. Çünkü bir şeyin helal veya haramlığı hususunda ihtilaf hasıl olursa, itiyaden uzak durmak (Şüpheliden kaçınmak) gerekir" hükmünü beyan etmişlerdir. Hz. Ömer (ra)'in rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif'te: "Malum olan ribayı terkettiğiniz gibi, riba (faiz) şubesi olan işleri de terkediniz"(70) buyurulmuştur. Pazarlık etmek; hem satıcının, hem alıcının şer'i hakkıdır. Sonuç olarak ticaretle meşgul olan mü'minlerin; bir satış içerisinde iki satış yapmaktan kaçınmaları, tek fiyat söylemeleri daha uygundur. Bu sayede "şüpheden" kurtulmuş olurlar.
1402 MALI SATABİLMEK İÇİN "YEMİN ETMEK" MEKRUHTUR: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Yemin; malın harcanmasına, kazancın elden gitmesine (bereketinin mahvolmasına) sebebtir"(71) buyurduğu bilinmektedir. Ulema; alışverişte "sözünde sadık olduğu halde yemin etmek mekruh, yalan yere yemin etmek ise tahrimen mekruhtur" hükmünü beyan etmiştir Hz.Abdullah b.Evfa (ra)'dan rivayet edildiğine göre, Resul-i Ekrem(sav) 'in döneminde; bir kimse yalan yere yemin ederek, mal elde etmeye gayret sarfetmiş ve bunun üzerine şu Ayet-i Kerime nazil buyurulmuştur.(72) "Hakikat; Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahayı (hasis ve menfaati) satın alanlar (yok mu?) işte onlar için ahirette hiçbir nasib yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek açıklı bir azab vardır."(73)
1403 BORÇ HUSUSUNDA TİTİZLİK GEREKİR: Peygamber Efendimiz'in (sav): "Allah'ım!.. Borç yükünden ve insanların baskısı altında ezilmekten sana sığınırım" şeklinde sık sık dua etmesi, Sahabe-i Kiram'ın dikkatini çekmiştir. Bir fırsatını bulup: "- Ya Resûlullah, sık sık borçtan Allah'a sığınıyorsun, sebebi nedir?" sualini tevcih ederler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "İnsan borçlandığında; söyleyince yalan söyler, söz verince yerine getiremez"(74) buyurmak suretiyle itidali aşmamalarını ve fazla borçlanmamalarını tavsiye etmiştir. Alacaklı olan mü'minin; borçlu olan kardeşine karşı, suhûlet ve yumuşaklık göstermesi, muhakkak ki büyük bir fazilettir. Ancak borçlunun da, ödeme imkânı varken ve ahid yapmışken (senetleşmişken) ödememesi haramdır.
1404 ÖLÇÜ VE TARTIDA HİLE YAPMAK BÜYÜK BİR CİNAYETTİR: Kur'an-ı Kerim'de: "Ölçekte ve tartıda hileye sapanların vay haline!.. Ki onlar, insanlardan ölçekle aldıkları zaman (haklarını) tastamam alanlar, onlara (insanlara) ölçekle yahud tartı ile verdikleri zaman ise eksiltenlerdir. Sahiden onlar (öldükten sonra) diriltileceklerini sanmıyorlar mı?"(75) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler; bu Ayet-i Kerime'de geçen "Tatfif" kelimesini; "çok cüz'i bir hile yapmak" şeklinde izah etmişlerdir. İbn-i Abbas (ra) Medine'de böyle bir ahlakın yaygın olduğunu ve bu sûre ile mahiyetin vahametinin izah edildiğini zikretmektedir.(76) Resûl-i Ekrem (sav): "Geçmiş ümmetlerin helâkine sebeb olan günahlardan birisinin de; hileli ölçüp-tartmaları olduğunu" beyan buyurmuştur.(77) Ticaretle uğraşan mü'minlerin; ölçü ve tartı konusunda çok hassas olmaları farzdır.
1405 SATIŞI BOZMADA (İKALEDE) KOLAYLIK GÖSTERİLMELİDİR: Müşteri aldığı malı; herhangi bir sebeble iade etmek isteyebilir. Bu durumda karşımıza "İkale" kavramı çıkar. İkale'nin lûgat manası; düşürmek ve ortadan kaldırmaktır.(78) İslâmi ıstılâhta; alıcı ve satıcının karşılıklı rızası ile satışı kaldırmak, yani bozmaktır.(79) Hanefi fûkahası: "Satışı bozmak (ikale); hem tüccar için, hem müşteri için caizdir. Ancak ilk ödenen bedelin misliyle (aynısıyla) olması esastır. Eğer daha fazlası veya daha azı şart koşulursa, bu şart batıldır. Mal, ilk bedeline mukabil olmak üzere geri çevrilir. Semen'in (Malın bedelinin) helak olması; satışın bozulmasına engel teşkil etmez. İkale; bu durumda da, sahihtir. Fakat satılan mal helak olmuşsa, satışın bozulması (ikale) sahih olmaz"(80) hükmünde ittifak etmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Satışı bozmak isteyen mü'mine kolaylık gösteren kimseyi, Allahû Teâla (cc), sürçüp, düşmekten muhafaza eder"(81) müjdesi sarihtir. Ticaretle uğraşan mü'minler; mümkün mertebe kardeşlerinin herhangi bir sebeble aldıkları malı iade etme arzularını geri çevirmemelidirler.
1406 "Alışverişte dikkat edilecek hususlar" başlığı altında; kısaca beyana çalıştığımız hükümlerle amel etmek güç değildir. Ancak "Dünyevi hırs" sebebiyle birçok kimse, dikkatsizlik göstermektedir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Tacirler (Ticaretle meşgul olanlar) kıyamet günü facirler (günahkârlar) olarak diriltirler; ancak Allahû Teâla (cc)'dan korkan, iyilik ve doğruluktan ayrılmayanlar müstesnadır"(82) buyurduğu bilinmektedir. Ticaretle uğraşan mü'minler; İslâmi hükümleri öğrenmek ve bildikleriyle amel etmek hususunda titiz olmak mecburiyetindedirler. Şimdi öncelikle ticaretle uğraşan kimseleri; daha sonra da bütün mü'minleri, yakından ilgilendiren "Riba" (Faiz) konusuna geçelim.
ALLAHÛ TEÂLA (CC) VE RESÛLÜ'NE (SAV) KARŞI SAVAŞANLAR: FAİZCİLER!..
1407 Kur'an-ı Kerim'de: "Faiz yiyenler, kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun) dan başka bir halde (kabirlerinden) kalkamazlar. Böyle olması da onların: "Alışveriş de ancak faiz gibidir, aralarında fark yoktur" demelerindendir. Halbuki Allah, alışverişi "Helal", faizi de "Haram" kılmıştır. Kim Rabbinden bir öğüt gelip de (faizden) vazgeçerse, geçmişi ona ve işi (hakkındaki hüküm) de Allah'a aittir. Kim de tekrar faize dönerse; onlar, o ateşin yaranıdırlar ki, orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedi kalıcıdırlar. Allah, faizin bereketini tamamen giderir. Zekâtı verilen malları ise artırır. Allah (haramı, helal tanımakta ısrar eden) çok kâfir, çok günahkâr hiç kimseyi sevmez. İman eden, salih amellerde bulunan, namazını dosdoğru kılan, bir de zekâtını veren kimseler (in, evet onların) Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir. Ey iman edenler!.. (Gerçek) mü'minler iseniz Allahû Teâla (cc)'dan korkun, faizden (henüz almamış olup da) kalanını bırakın. İşte (böyle) yapmazsanız, Allah'a ve Resûlüne karşı harbe (girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer tevbe ederseniz, mallarınızın anası (sermayeniz) yine sizindir. (Bu suretle) Ne haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğratılmış olmazsınız"(83) hükmü beyan buyurulmuştur. 1408 Riba'nın (Faizin) lûgat manası; mutlak fazlalık, ziyadeliktir. İslâmi ıstılahta; "Aynı cinsten olan iki mal-ı mütekavvimden birinin diğeri üzerine fazlalığına riba denir"(84) Cins birliği sözkonusu olduğu için; birinin diğerine olan fazlalığı karşılıksızdır. Mesela; 100 gr. altını, 101 gr. altın karşılığında satmak!.. Buradaki bir gram; karşılıksız fazlalıktır, buna faiz denir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Şayet iki nevi ayrı olurlarsa (cins birliği olmazsa) siz onu nasıl istersiniz o şekilde satın"(85) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyle cins birliği olmadığı süre içerisinde, faizden söz edilemez. İmam-ı Serahsi: "Faiz'in kat'i olarak haram kılındığını beyandan" sonra, faizcilik yapanlara beş çeşit cezanın verileceğini zikretmektedir. Şimdi bunların neler olduğunu izaha gayret edelim:
"Birincisi: Şeytan çarpmışa dönmek: Allahû Teâla (cc): "Faiz yiyenler, kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun) dan başka halde (kabirlerinden) kalkamazlar" buyurmuştur. Faiz yiyenin karnı kıyamet günü öyle şişer ki, ayakları onu taşıyamaz. Kalkmak istedikçe, ayakta duramaz düşer. Şeytan çarpmış, saralı insanlar gibi olur, bir türlü ayağa kalkamaz. Peygamber (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Yediği faizler miktarınca karnına ateş doldurulur".
İkincisi: Bereketin kaldırılmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de: "Allah faizin bereketini tamamen giderir" buyurulmuştur. Yani yok eder demektir. Bu bereketin kaldırılması,elde edilen o fazlalıktan istifade edilememesi şeklinde de tevil edilmiştir. Öyle ki; ne faizci kendisi, ne de evladı, bu faiz kazancından istifade edemez.
Üçüncüsü: Allah'a karşı savaş açmış olmaktır: Allahû Teâla (cc) şöyle buyurmuştur: "Eğer faizden vazgeçmezseniz, Allah'a ve Resûlü'ne karşı savaş açmış olduğunuzu bilin." Burada faizcilik yapanlar; tıpkı yol kesenler (Kat'i tarik veya hıbara) gibi; Allahû Teâla (cc)'ya karşı savaşanlar zümresinden sayılmıştır.
Dördüncüsü: İnkâr etme hastalığıdır: Allahû Teâla (cc) şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, gerçekten mü'min iseniz Allahû Teâla (cc)'dan korkun, faizden (henüz almamış olup da) kalanını bırakın" bu husustaki diğer Ayet-i Kerime'de: "Allah (haramı helal tanımakta) ısrar eden çok kâfir, çok günahkâr kimseleri sevmez" buyurulmuştur. Yani faizi helal görerek sürekli inkârcılık yapanları ve faiz yiyerek günaha dalmış olanları sevmez" demektir.
Beşincisi: Cehennem'de ebedi kalmaktır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "(Her) Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir ki, orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedi kalıcıdırlar" Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir dirhem riba yemek, otuz altı defa zina etmekten daha kötüdür" hadisi de, bunu beyan etmektedir. Bu, ribanın (faizin) haramlığını kabul etmemenin cezasıdır.(86) Mü'minler; İmam-ı Serahsi (rha)'nin kat'i nasslara dayanarak izah ettiği bu "Beş ceza" üzerinde iyi tefekkür etmelidirler. Şimdi "Riba'nın" (Faizin) çeşitleri üzerinde duralım.
1409 Faiz daha ziyade; ödünç olarak verilen mallarda ve alışverişte söz konusu olur. İmam-ı Şafii (rha) "Faizin mahiyeti şudur: Borcun ödeme süresi geldiğinde alacaklı borçluya: "- Borcunu ödeyecek misin, yoksa artırmayı mı düşünüyormusun?" diye sorar. Eğer borçlu kabul ederse; vade (ödeme süresi) uzatılır, buna mukabil borcun miktarı artırılır"(87) hükmünü beyan etmektedir. Cahiliyye döneminde en yaygın olan faiz şekli budur ve buna "Riba-ı Nesie" denir, "vadeli faiz" manasınadır. Günümüzde de; en yaygın olan faiz şekli budur!.. Alışverişte aynı cinsten olan iki maldan, birinin diğerinden daha fazla olması şart koşulduğunda faiz teşekkül eder. Dolayısıyla faizin illeti; cins birliği ile beraber miktardır.(88) Mesela: 10 kile buğday, 11 kile buğday karşılığında satıldığı zaman, fazlalık olan bir kile faizdir. Buna "Riba-ı Fadl" denir, "vadesiz faiz" manasınadır. Bu noktada: "- Efendim, iki buğday arasında kalite farkı vardır, niçin faiz olsun" şeklinde bir itiraz yapılamaz. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Onun (Buğdayın) iyisi ve kötüsü birbirine müsavidir"(89) buyurmuştur. Hz. Bilal-i Habeşi (ra), Resûlallah (sav)'a iyi cins hurma hediye edebilmek için kalitesiz iki ölçek hurma verip, iyi cins bir ölçek hurma alır. Resûl-i Ekrem (sav) durumu öğrenince Hz. Bilal-i Habeşi (ra)'ye: "Vah! vah!. Faizin ta kendisi bu, sakın bir daha yapma"(90) emrini verir. Buğday, arpa, hurma ve tuzun "Keyli", altın ve gümüşün "Vezni" olduğu, sünnetle sabittir. Bunların veresiye satılmaları da (miktar aynı olsa dahi) caiz değildir. Diğer mütekavvim malların; keyli veya vezni olması, beldenin örfüne göre değişir. Veresiye satılmaları da caizdir.
1410 Molla Hüsrev: "Faiz yiyen kimsenin şahidliği kabul edilmez. Zira, faiz yiyen kimse faasıktır. Mebsut'ta; "faiz yemekle şöhret bulmuş (tanınmış) olmak" şart kılınmıştır. Çünkü ticaretle uğraşanlar, akdi ifsad eden sebeblerden (Akd-i Fesid'den) çok az kurtulurlar. Bunların hepsi faizdir. Öyle ise şahidliğin kabul edilmemesi için; faiz yemekle şöhrete ulaşmış (tanınmış) olmalıdır"(91) hükmünü beyan etmektedir.
1411 Darû'l İslâm'da; mü'minlerin birbirlerinden faiz alıp-vermeleri haram olduğu gibi; gayr-i müslimlerden (zimmilerden) faiz almaları da, haramdır. Gayr-i Müslimlerin; kendi aralarında faiz alıp-vermelerine de, kat'iyyen müsaade edilemez. Zira Kur'an-ı Kerim'de: "... Haram kılınmasına rağmen faiz (riba) almaları, halkın mallarını haksız yere yemeleri sebebiyledir ki, biz (evvelce) kendileri için helal kılınan temiz ve güzel şeyleri üzerlerine haram kıldık"(92) buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime'de; ehl-i kitab'a (Yahudi, Hıristiyan vs) faizin haram kılındığı sabittir.(93) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Dikkat ediniz!.. Kim ribayı (faizi) şart koşarsa, bizimle onun arasında ahid (zimmet akdi) yoktur"(94) Hadis-i Şerifi, meseleyi kavramamızı kolaylaştırmaktadır. Sonuç olarak; Darû'l İslâm'da itikadi durumu ne olursa olsun, hiçbir ferd diğerinden faiz alamaz. Faize müsaade edilmez.
1412 Darû'l Harp'te; mü'minlerin kendi aralarında (birbirlerinden) faiz alıp vermeleri yine haramdır.(95) Zira kardeşlik hukuku bakidir.
1413 Hz. Mekhûl (rha)'den mürsel olarak rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte Resûl-i Ekrem (sav): "Darû'l Harp'te; mü'minle - harbi arasında faiz yoktur"(96) buyurmuştur. Hz. Mekhûl (rha)'in fakih bir ravi olması sebebiyle, mürsel olan hadisi amele konu olur. İmam-ı Serahsi (rha), "Resûl-i Ekrem (sav)'in amcası Hz. Abbas (ra)'ın, "Mekke Müşriklerinden" faiz aldığını bilmesine rağmen müdahale etmediğini, ancak "Mekke'nin Fethi'nden" sonra: "- Cahiliyye devrene ait faizler kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk faiz de Abbas b. Abdülmuttalib'in faizidir" buyurduğunu, ayrıca Hz. Ebû Bekir (ra)'in karşılıklı bahis sonucunda müşriklerin reislerinden (Ubey b. Halef'ten) mal almasına Peygamberimiz (sav)'in müsaade ettiğini" kaydederek, harbinin malının masum olmadığını zikretmektedir.(97) İmam-ı Şafii (rha); Hz. Mekhul (rha)'den gelen hadisin mürsel olduğunu ve değişik tevillere müsait bulunduğunu beyan ederek, Darû'l Harp'te de olsa, kâfirden faiz alınamayacağını beyan etmiştir.(98) Hanefi fûkahası; Hz. Mekhûl'den rivayet edilen Hadis-i Şerif'e itirazda bulunanlara; "Bir kimsenin malının masum (dokunulmaz) olabilmesi için; ya iman, ya zimmet akdi şarttır. Halbuki harbi (İslâm'a karşı savaşan kâfir) için; iki durum da, söz konusu değildir. Bu hususta Hadis-i Şerif'in yok olduğunu kabul etsek dahi; harbinin malının masum olmadığı açıktır. Kaldı ki; harbilerin mallarını kendi kanunları ve rızaları gereğince almaktadırlar. Aldatma ve hıyanetten söz etmek mümkün değildir"(99) şeklinde cevap vermişlerdir. İmam-ı Ebû Yusuf (rha), bu hususta muhaliftir.(100) Ancak ûlema bu konuda fetvanın İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha)'nin kavline göre verileceğini tasrih etmiştir. Sonuç olarak; Darû'l Harp'te mü'minlerin; harbilerin mallarını, onların rızalarına uygun olarak almaları mübahtır.
PARAYI PEŞİN VERİP MALI VERESİYE ALMAK (SELEM)
1414 Önce kelime üzerinde duralım. Selem; lûgatta vezin ve mana itibariyle selef gibi "Önceden verilen, takdim edilen" manasına gelir.(101) İleride teslim edilecek malı; peşin para ile satma hadisesi söz konusudur. Feteva-i Hindiyye'de: "Selem; peşin para veya peşin verilen bir malla, veresiye bir mal satın almak demektir"(102) hükmü kayıtlıdır. Resûl-i Ekrem (sav)'in hicreti sıralarında; Medineliler, birbirlerinden bir-iki yıllığına borç hurma alıyorlardı. Bununla ilgili olarak Resûlallah (sav): "Borçlanabilirsiniz!.. Ancak borçlananlar malum kile, tartı ve belirli süre dahilinde borçlansınlar"(103) buyurmuştur.
1415 İbn-i Abbas (ra): "Şehadet ederim ki; şüphesiz Allahû Teâla (cc) selemi mübah kıldı ve onun hakkında kitabında uzun bir ayet inzal buyurdu. Bu ayette: "... Ey iman edenler!... Malûm bir müddete kadar (belirli bir süre) birbirinize borçlandığınız zaman, onu yazınız..." (El Bakara Sûresi: 282) emri verilmiştir. Selem akdi sünnetle de sabittir"(104) hükmünü zikreder.
1416 Bilindiği gibi; bir kimsenin yanında bulunmayan veya zimmetinde olmayan bir malı satması mümkün değildir. Nitekim Hz. Hakim b. Hizan (ra)'dan: "Resûlullah (sav) yanımda olmayanı satmaktan beni nehyetti"(105) hadisi mervidir. Molla Hüsrev, selemin kitap ve sünnetle sabit olduğunu beyandan sonra: "Selem, ümmetin icmaı ile de meşrudur. Kıyas buna muhaliftir. Çünkü selem; ortada mevcut olmayanın satılmasıdır. Lakin bu noktada kıyas, zikredilen deliller (eser) sebebiyle terkedilmiştir"(106) diyerek konuya açıklık getirir. Sonuç olarak; selem, şer'an muteber olan şartlar içerisinde Resûl-i Ekrem (sav)'in beyan ettiği bir ruhsattır. Şimdi "Selem Akdi'nin" sahih olabilmesi için gerekli şartları izaha gayret edelim.
1417 Selem akdi; "acilen ödenenle, ileride teslim edilecek malı almaktır"(107) Dolayısıyla hem "Acilen ödenen", hem de "ileride teslim edilecek mal" hususunda; tarafların kat'i bilgi sahibi olması şarttır. Selemin rüknü: "Bir kimsenin, bir başka şahsa: "- Sana, şu mahiyette (özelliklerini beyan ederek) bir mal için, şu kadar parayı (ve malı) teslim ettim" demesi, muhatabı olan şahsın da: "- Aldım" ikrarında bulunmasıdır. Selem akdi, alışveriş lafzı ile yapılır. Essah olan budur. Serahsi'nin "Muhiyt'inde" de böyledir."(108).
1418 Acilen ödenen paraya (veya mala) "Re'sûlmal" adı verilir. Bununla ilgili şartlar şunlardır:
1) Re'sûlmal'in cinsini açıklamak; Türk lirası, dolar, mark vb... Eğer mal ise miktarını beyan etmek.
2) Nevini açıklamak; bir beldede değişik para birimleri kullanılıyorsa, hangisi ile yapılacağını açıklamak.
3) Sıfatını açıklamak.
4) Miktarını, şüpheye yer bırakmayacak şekilde beyan etmek.
5) Kontrol edilmesi; yani sahte para veya sahte mal olmaması.
6) Selem meclisinin (başında veya sonunda) teslim alınması şarttır.(109).
1419 İleride teslim edilecek mala "Müslemûnfiyh" adı verilir. Acilen ödenende (Re'sûlmal'de) aranan ilk dört şart (yani, cinsi, nev'i, sıfatı ve miktarı) ileride teslim edilecek malda da aynen aranır. Bunun dışında yedi hususun (şartın) taraflarca bilinmesi gereklidir. Şimdi bu onbir şartı, kısaca izah edelim:
1) Cinsinin açıklanması: Buğday, arpa veya benzerleri gibi.
2) Nev'inin beyan edilmesi: Sulu arazi buğdayı, susuz arazi buğdayı vs.
3) Sıfatının belirlenmesi: İyi buğday, orta halli buğday vs.
4) Miktarının açıklanması: Şu kadar ölçek, şu kadar adet veya şu kadar metre vs.
5) Teslim zamanının kat'i olarak tespiti: Selemde en yakın müddet bir aydır. Fetva bunun üzerinedir. Muhiyt'te de böyledir.(110) Satıcının ölümü halinde, bu müddet geçersiz olur. Terekesinden ödenir.
6) Vasıf ile zabturapt altına alınabilen mallardan olması: Bu da kendi arasında dört kısma ayrılır.
a) Ölçekle satılanlardan (Keyliyyât'tan) olması
b) Tartı ile satılanlardan (Vezniyyat'tan) olması
c) Uzunluk ölçüsü ile satılanlardan (Mezrûat'tan) olması
d) Birbirine yakın olmaları dolayısıyla adet olarak satılan mallardan olması.
7) Ödenecek yerin ve taşıma şeklinin belirlenmesi: Eğer bu husus kararlaştırılmazsa; akdin yapıldığı yer esas alınır.
8) Selem akdi yapılan malın, çarşı ve pazarda inkitaya uğrayan mallardan olmaması: Yani süre dolduğu an, sevkedilebilme imkânının bulunması.
9) Belirlemekle, belirlenmesi mümkün olan mallardan olması: Mesela; dinar ve dirhemler hakkında selem caiz değildir.
10) Akid içerisinde muhayyerlik şartının bulunmaması.
11) Para veya malın, faiz illetinden birini ihtiva etmemeleridir.(111).
1420 Selem'in hükmü: Peşin para veya mal veren müşterinin; bu yolla satın aldığı malda, mülkiyet hakkının belirli bir süre içerisinde sabit olmasıdır.(112).
1421 Selemde ikale (iki tarafın isteği ile aktin bozulması) caizdir. Taraflar, teslim edilecek malın (müslemunfiyhin) tamamında ikale yapmak durumundadırlar. Önceden ödenen para (veya mal) geri verilir.(113).
1422 Bir kimsenin, selem yapmak üzere, başka bir şahsı vekil tayin etmesi; bu vekilin de, selem şartlarına uygun olarak akit yapması caizdir. Vekilin; selemi ikale etmesi de mümkündür.(114).
PARAYI, PARA İLE SATMAK VEYA DEĞİŞTİRMEK (SARF)
1423 Önce kelime üzerinde duralım. Sarf; lûgatta fazlalık manasınadır. Bu akde sarf adı verilmesine sebeb şudur: Çünkü onunla biaynihi intifa olunmaz, ancak fazlalıklar kasdedilir. Sarf; "Nakletmek" manasına da gelir.(115) Şer'an semeni, semen ile satmaktır. Yani altın ve gümüş gibi, semeniyyet (bedel) için yaratılan şeyleri, ister cinsi cinsine, ister değişik cinslerle alışverişe konu etmektir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Semen cinsinden olan (altın, gümüş gibi) bir nakdi, diğer bir nakidle alıp satmaktır. Fethû'l Kadir'de de böyledir. Bu işleme "para bozmak" da denir. Bu işlerle meşgul olanlara "Sarraf" denilir"(116) hükmü kayıtlıdır.
1424 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Altın, altınla ve gümüş gümüşle misli misline elden ele (yani peşin) satılır. Fazlası ribadır"(117) buyurduğu bilinmektedir.
1425 Sahabe-i Kiram'dan "Sarraf'lık" yapanlar mevcuttur. Nitekim Zeyd b. Erkam ile Ber'a İbn-i Azib (r. anhuma)'dan şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "Biz Resûl-i Ekrem (sav) zamanında ticaretle uğraşıyorduk. Bir kere Resûlullah (sav)'a sarf'ın hükmünden sorduk, cevaben "- Bir mecliste, bir elden bir ele verilir - alınırsa beis yoktur. Eğer vade ile olursa sahih değildir"(118) buyurdu.
1426 Parayı para ile değiştiren iki kimse, teslim almadan önce birbirinden ayrılırsa, bu işlem geçersiz olur.(119) Bu hususta icma hasıl olmuştur. Hz. Ömer (ra) "Eğer (Muhatabın) bir evin damından atlarsa, sen de onunla beraber atla"(120) buyurmuştur. Sarraflığın rüknü; diğer alışverişlerin rüknü gibidir. Bahru'r Raik'te de böyledir.(121) Sarf'ın hükmü; taraflardan her birinin, diğerinden satın aldığı nakdi aynı mecliste teslim alması ve mülk edinmesidir.
SARF'IN CAİZ OLMASININ ŞARTLARI
1427 Parayı, para karşılığında satmak veya değiştirmek için bazı şartlara riayet gerekir. Bu şartlar bulunmazsa "Sarf akdi" sahih olmaz. Şimdi bunlar üzerinde duralım:
1) Sarf'ın sahih olması için, tarafların birbirlerinden ayrılmadan önce, (nakdi) karşılıklı olarak birbirlerine teslim etmeleri şarttır. Bedai'de de böyledir. "Teslim etmek"ten maksad, bizzat el ile almaktır. Fethû'l Kadir'de de böyle zikredilmiştir.
2) Sarf akdinde; tarafların birbirlerine "muhayyerlik şart" koşma hakları yoktur. Yani "- Ben şu kadar altını, şu kadar liraya satın aldım, ama üç gün muhayyerlik hakkı istiyorum" diyemez.
3) Sarf akdi sırasında; taraflardan herhangi birisinin bedeli te'cil etme hakkı da yoktur. Te'cil şartı, sarfı ifsad eder. Mesela, bana 10 gr. altın ver, bedelinin yarısını şimdi, kalanını da bir hafta sonra vereyim" dese, bu akid sahih değildir.
4) Altın altınla veya gümüş gümüşle satıldığı zaman, bunların miktarlarının veznen (tartı bakımından) birbirine müsavi olması şarttır. Zira, cins birliği mevcuttur, fazlalık faiz olur. Ancak altın ile gümüş satışa konu olursa, müsavi olması gerekmez. Zira, cins birliği söz konusu değildir. Gümüşle tezyin edilmiş bir kılıcı veya gümüşlenmiş bir at gemini; halis gümüşle tartarak ve fazla vererek satın almak, tezyinat fazla ise caizdir.(122).
1428 Sarf akdinin bedelinde, havale ve kefalet caizdir. Kefil olan veya kendisine havale edilen şahısla, akid yapanların aynı meclisten ayrılmadan önce, teslim alırlarsa bu akid sahih olur. Sarf akdi hususunda vekâlet de caizdir. Bir kimse, bir başka şahsı: "- Şu dirhemleri al, bununla alabildiğin kadar dinar al" diye vekil tayin etse, müvekkili namına dinarlar satın alan bu vekilin, bu dinarlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkı yoktur.(123)
ŞİRKET (ORTAKLIK) NEDİR?
1429 Önce kelime üzerinde duralım. Şirket, lûgatta; "iki ortağın sermaye ve emeklerini birbirine katmaları, mirasta, ganimette alım ve satımda birine ortak olmaları gibi manalara gelir.(124) Dolayısıyla; en az iki kişinin ihtiyari veya mecburi bir şekilde ortak olmaları söz konusudur. İbn-i Abidin; "Şirket, karıştırmak manasınadır. Fetihte zikredilmiştir ki; şirket iki hissenin birbirinden ayrılmayacak surette karıştırılması veya karışması manasınadır"(125) hükmünü zikreder. Bahsin devamında da: "Fûkahanın kelâmından anlaşılmıştır ki, şirketin lugavi manası ile şer'i manası birdir" diyerek konuya açıklık getirir.
1430 Kur'an-ı Kerim'de: "(Davud) dedi: Andolsun ki o senin dişi koyununu, kendi dişi koyunlarına (katmak) istemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçek (mallarını birbirine) katıp-karıştıran ortakların çoğu mutlaka birbirine haksızlık eder. İman edip de, salih amellerde bulunanlar müstesna. Fakat bunlar da ne kadar azdır"(126) hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat edilirse; Hz. Davud (as) döneminde de, şirket (ortaklık) meşrudur. Fakat karşılıklı olarak haklara riayetin güçlüğü belirtilmiştir.
1431 İmam-ı Serahsi, "fûkahadan hiçbirisinin şirketin meşruluğunu inkâr etmediğini, bu sebeble icma'ın hasıl olduğunu" kaydetmektedir.(127) İmam-ı Merginani: "Şirket (ortaklık) caizdir. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in İslâm'ı tebliğ ettiği dönemde insanlar şirket kurarak iş yapıyorlardı. Onları (bundan men etmeyip) kendi hallerine bıraktı"(128) hükmünü zikretmektedir. İbn-i Abidin: "Şirketin meşru olması kitap, sünnet, icma-i ümmet ve akılla sabittir. Fetih'te: "Şüphe yok ki; şirketin meşru olması sabit olma cihetinden pek açıktır. Çünkü, Peygamber Efendimiz (sav) zamanından bugüne kadar hiç kesilmeden şirket (ortaklık) tesisi devam edegelmiştir. Bundan dolayı şirketi muayyen bir Hadis-i Şerifle ispat etmeye ihtiyaç yoktur"(129) buyurmaktadır.
1432 Ebû Hureyre (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Kutsi'de; "Ortaklardan biri diğerine hıyanet etmediği müddetçe, ben iki ortağın üçüncüsüyüm. Birbirlerine hıyanet ettiler mi, aralarından ayrılırım"(130) hükmü beyan buyurulmuştur.
1433 Resûl-i Ekrem (sav) İslâm'ı tebliğ ile görevlendirilmeden önce Mekke'de; Saib İbn-i Şüreyk isimli bir zatla, ortak ticari faaliyette bulunmuştur. Nitekim Mekke'nin fethi gününde, bu zat, Peygamber'in huzuruna gelerek; "- Ya Resûlullah!.. Beni tanıdınız mı?" diye sormuş, Resûl-i Ekrem (sav): "- Seni nasıl tanımam!.. Sen benim ortağım idin, sen ne hayırlı bir ortaktın"(131) diyerek iltifatta bulunmuştur. Diğer bir rivayette Saib'e hitaben: "- Merhaba kardeşim ve ortağım!.. Müdaraa etmez ve yüze gülmezdin. Ey Saib!.. Cahiliyye döneminde bir kısım işler yapıyordun, bunlar senden kabul edilmezdi. Bugün ise yaptıkların kabul görecektir"(132) buyurmuştur. Yani şirket; şer'i noktadan meşrudur.
KAÇ ÇEŞİT ŞİRKET VARDIR?
1434 Hanefi fûkahası: "Şirket mahiyeti itibariyle önce ikiye ayrılır. Birincisi: Şirket-i Mülk (Mülk ortaklığı). İkincisi: Şirket-i Akid'dir. (Sözleşme, bağlantı ortaklığı). Şirket-i Mülk; herhangi bir sebeble iki kişinin malının karışması veya karıştırılması sonucu ortaya çıkar. Akid ortaklığı (Şirket-i Akd) ise; tarafların rızası sonucu, yani icap ve kabulle meydana gelir"(133) hükmünde müttefiktir.
ŞİRKET-İ MÜLKÜN MAHİYETİ VE KISIMLARI
1435 Mülk edinme vasıtalarından olan satın alma, hibe, vasiyyeti kabul veya miras gibi bir sebeple, yahut malları ayrılması mümkün olmayan bir şekilde karıştırmak suretiyle; bir malın birden çok kimse arasında müşterek olmasına "Şirket-i Mülk" denir. Müşterek mülkiyetin meydana gelmesi tarafların rızasının dışında ortaya çıkarsa buna cebri ortaklık denir. Miras veya malları karıştırmak gibi!.. Tarafların rızasıyla olursa buna ihtiyari ortaklık denilir. Bir malı iki kişinin satın alması gibi!.. Dolayısıyla mülk ortaklığı; cebri ve ihtiyari olmak üzere iki kısma ayrılır.(134)
1436 Şirket-i Mülk'ün rüknü; hisseleri birleştirmektir.(135) Bu birleştirmenin cebri veya ihtiyari olması mahiyete tesir etmez. Şirketi Mülk'te (Mülk ortaklığında); ortaklardan birisinin diğerinin hissesini, onun izni olmadan tasarruf etmesi caiz değildir. Ancak ittifak ederlerse, diledikleri gibi tasarrufta bulunabilirler.(136) Müşterek mülkün geliri; ortaklar arasında hisselerine göre taksim olunur. Hiç kimse payından fazlasını talep edemez. Müşterek mülk taksim edilmeye elverişli ise; taraflar anlaşma suretiyle mallarını ayırabilirler.(137).
1437 Müşterek milkiyet, malın çeşidi bakımından da iki kısma ayrılır. Birincisi: Şirket-i Ayn'dır. Bu, belli ve mevcut bir malda müşterek mülkiyettir. İki kişinin bir koyunda yahud bir sürü koyunda şayian iştirakleri gibi.(138) İkincisi: Şirket-i Deyn'dir. İki kişinin başka birinin zimmetinde bulunan şu kadar para veya mal alacaklarında müşterek olmaları gibi!.. Alacaklılardan her biri ne elde edebilirse, diğer alacaklı da buna ortaktır. Borçlu, birinin payını ödeyip, diğerinin payını erteleyemez.(139)
ŞİRKET-İ AKD'İN (AKİD ŞİRKETİ'NİN) MAHİYETİ
1438 İki kişinin ticaret yapmak üzere; sermayelerini veya iş güçlerini ortaya koyarak, elde edilen kârı veya zararı paylaşmaları söz konusudur. Hanefi fûkahası, akid şirketini: "İki veya daha fazla kimsenin sermaye ve zararı-kârı müşterek olmak üzere şirket (ortaklık) kurmalarından ibarettir"(140) şeklinde tarif etmiştir. Sermaye nakit para olabileceği gibi, amel ve itibar da olabilir. Nitekim "Dürri'l Muhtar'da" akid şirketleri tasnif edilirken "Şirket-i akid dört kısma ayrılır. Bunlar mufavaza, inan, tekabül ve vücûh'tur. Tekabül ve vücûhtan her biri mufavaza ve inan da olurlar" denilmiştir. İbn-i Abidin'de bu metni şerhederken: "Bu takdirde şirket-i akid altı kısım olmuş olur. Buna göre musannif "Şirket-i Akid: "Şirket-i emval, Şirket-i Amal, Şirket-i vücûh kısımlarına ayrılır. Bunlardan her biri de Şirket-i Mufavaza veya Şirket-i İnan nev'ilerine ayrılır" demeliydi. Nitekim Tahavi, Kerhi ve Zeylâi de böyle zikretmişlerdir"(141) buyurmaktadır.
1439 Şirket-i Akd'in rüknü; icap ve kabuldür. Bu ise ortaklardan birinin diğerine: "- Seni, şu meşru şartlarla, buna ortak ettim" teklifinde bulunması, diğerinin de "- Ben de kabul ettim" demesidir. Kafi'de de böyledir. Bu ortaklıkta şahit bulundurulması mendubtur. Farz veya vacip değildir. Nehrû'l Faik'te de böyle zikredilmiştir.(142)
1440 Akid Şirketi'nin hükmü; tarafların üzerinde akid yapılan şeyin; hem kârında, hem zararında ortak olmalarıdır.(143)
1441 Akid şirketinin caiz olmasının bazı şartları vardır. Birincisi; üzerinde akid yapılan şeyin vekâlet kabul etmesidir. İkincisi; taraflar kârın miktarını açıkça beyan etmelidirler. Üçüncüsü; tarafların kârda ortak olmaları; "yüzde beş, onda bir" gibi muayyen olmamalarıdır. Zira daha fazla kâr etme ihtimali olduğu gibi, zarar ihtimali de mevcuttur. Ortaklardan birinin (muayyen hisse sebebiyle) kârdan mahrum olması akdi ifsad eder.
1442 İmam-ı Muhammed (rha)'e göre şirket-i akid senedi şöyle yazılır: "Fülan ile fülan, Allahû Teâla (cc)'tan ittika ve emaneti yerine getirmek üzere ortak olmuşlardır" denildikten sonra her birinin sermayeleri beyan edilir. Ellerinde bulunan sermaye ile her ikisi birden veya ayrı ayrı olarak peşin veya veresiye alıp satabilirler. Her ne kadar şirket-i akid ile ortaklardan her biri muameleleri yapabilirler ise de, bazı alimlere göre bunların açıklanması lazımdır. Aralarındaki kârın sermayelerine göre olacağı da açıklanır. Biz hanefilere göre; kârın aralarında farklı olacağını şart koşarlarsa, bunun da yazılması lazımdır. Birinin bu tarihten önce kendisi için almış olduğu malda diğerinin hak iddia etmemesi için ortak oldukları günün tarihinin yazılması da lazımdır.(144)
SERMAYE ŞİRKETLERİ (ŞİRKETÜ'L EMVAL)
14