HACC-I KIRAN
1008 Önce kelime üzerinde duralım. Molla Hüsrev: "Kıran lûgat'ta iki şeyin mutlak bir sûrette bir araya gelmesidir. Fûkahanın örfünde ise "İhlâl" manasınadır. İhlâl; hac ile umreyi beraber yapmak için tekbir ile sesi yükseltmektir"(175) hükmünü beyan ediyor. Dürri'l Muhtar'da: "Kıran lûgat'ta iki şeyi bir araya getirmektir. Şer'an ise; hacc ve umre için birlikte ihlâl yapmak, yani yüksek sesle telbiye getirmektir. Bu hakikaten olduğu gibi hükmen de olur"(176) denilmektedir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ey Âl-i Muhammed!.. Hac ve umre için birlikte telbiye getirin"(177) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası; "Hacc-ı Kıran, Hacc-ı Temettü ve Hacc-ı ifrad'dan efdaldir. Hacc-ı Kıran'ın sıfatı; mikat'ta umreye ve hacca birlikte niyyet etmektir"(178) hükmünde ittifak etmiştir.
1009 İmam-ı Merginani: "Hacc-ı Kıran'ın sıfatı; umreye ve hacca birlikte niyyet ederek telbiye getirmek ve namazın peşinden;
"Allahümme inni ürîdül hacc vel umrete feyessirhümâ lî ve takabbelhümâ ninnî"
"Allah'ım!.. Ben hacc ve umre yapmak arzusundayım. Bu ikisini bana müyesser kıl ve bu ikisini benden kabul buyur"demesidir. Zira kıran; hac ile umrenin arasını birleştirmektir"(179) hükmünü beyan etmektedir. Hacc-ı Kıran'a niyet eden mükellef; Mekke-i Mükerreme'ye girince umre için Kâbe'yi tavaf eder, tavaf namazını kılar ve zemzem suyunu içer!.. Daha sonra Safa ile Merve arasında sa'yi edâ eder. Artık ihramdan çıkmaz. Daha sonra "Kudûm" tavafını ve sa'yini yapar. Devamlı olarak ihram içerisinde kalmak ve ihram sebebiyle haram olan hususlara riayet etmek durumundadır. Terviye günü; hacc-ı ifrad'a niyyet eden mükellefin yaptığı gibi, Mina'ya ve oradan da Arafat'a çıkıp, vakfeyi edâ eder. Daha sonra Müzdelife'ye dönerek orada da vakfesini yapar. Bayramın birinci günü; Akabe Cemresini taşladıktan sonra Allahû Teâla (cc)'ya şükran olmak üzere, kurban keser. Buna "Dem-i Kıran" denir.(180) Ancak kurban bulamaz veya kesmeye gücü yetmezse; sonu Arafe'ye raslamak üzere hacc'da üç gün oruç tutun. Bu üç günlük orucu kurban bayramına kadar tutmayıp geçirmesi halinde, kurban kesmekten başka çaresi yoktur. Sonra memleketine varınca yedi gün daha oruç tutmak zorundadır. Dolayısıyla oruç sayısı on güne çıkar. Hacc-ı kırân'ı edâ eden mükellefe "Karin" denilir; "Karin"; hacc ve umre arasında tıraş olamaz.(181) Ancak Bayram'ın birinci günü Akabe cemresini taşlayıp, kurbanını kestikten sonra tıraş olabilir.
1010 İbn-i Abidin; Hacc-ı İfrad, Hacc-ı Kıran ve Hacc-ı Temettû arasındaki faziletleri izah ederken: "Allâme Abdurrahman İmadi Menasik'inde temettûu tercih etmiştir. Çünkü o ifrad'dan daha faziletli, kırân'dan daha kolaydır. Çünkü kırân yapan, her iki hacc ibadetini edâ ederken meşakkatlara katlanır, kusur işlerse iki ceza kurbanı lâzım gelir. Bizim gibiler için temettûu daha münasiptir. Çünkü hacc ihramını, kötü sözler söylemek vesaire gibi şeylerden korunmak için imkân verir. Bu suretle: "Kendisinde fuhşiyat konuşmak, sapıklık yapmak ve kavga etmek bulunmayan hacc" diye tefsir edilen hacc-ı mebruru yapması ümit edilir. Çünkü kırân ve ifrad haccını yapanlar; on günden fazla ihramlı kalırlar. İnsan bu müddet zarfında bu yasaklardan bilhassa hizmetçilerle, şoförlerle kavgadan pek az hali kalır. Temettûu yapan ise; ancak terviye günü harem'den hacc için ihrama girer. Böylece o iki günde hacc yasaklarından korunmak imkânı bulur. Haccı da inşaallah kederden salim kalır. Üstâdlarımızın üstâdı Şihab Ahmed El Menni, Menasik'inde "Bu nefis bir sözdür" demiştir. "Bundan, haddi zatında kırân temettû'dan efdaldir. Lâkin bazen kıran yapanın başına öyle işler gelir ki,tercih ettirir.Mesela,kıran yaparak yasak fiillerden kurtulmamakla temettûu yaparak onlardan kurtulmak arasında deveran ederse, evlâ olan temettû yapmaktır. Ta ki haccı salîm kalsın ve mebrur olsun. Çünkü o ömürde bir defa yapılır" demek istemiştir"(182) hükmünü beyan eder.
HACC-I TEMETTÛ
1011 Temettû; "Meta" veya "Müta"dan alınma bir kelime olup, faydalanmak manasına gelir. İslâmi ıstılâhta; umreyi veya onun ekseri şavtlarını hacc ayları içerisinde edâ etmektir. Şavtların az kısmını, meselâ Ramazan ayından yapar da sonra kalanını şevval ayında tavaf ederse, o sene haccettiği takdirde temettû haccı yapmış olur. Sonuç olarak; "Hacc aylarında (ve aynı yıl içerisinde) iki ihramla umre ve haccı edâ etmeye "Hacc-ı Temettû" denir."
1012 Hacc-ı Temettû'nun sıfatı; mikat'ta "Umre" niyetiyle ihrama girmektir. Mükellef gusül abdestini (veya abdestini) alır, iki rek'at namaz kıldıktan sonra kalbi ile niyyet eder ve diliyle şunları söyler;
"Allahümme innî uriydü'l umrete feyessirhu li ve tekebbelhû minni"
Mânası: "Allah'ım!.. Ben umre yapmak istiyorum. Onu (Umre'yi) bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur."
Daha sonra Mekke-i Mükerreme'ye girerek umre için tavaf eder, sa'y amelini edâ eder, sonra tıraş olur veya saçlarını kısaltarak umre ihramından çıkar.(183) Tavaf için Hacerü'l Esved'i selâmladığı an "Telbiye'yi" keser.(184) Umre 'yi edâ ettikten sonra; Mekke'de ihramsız olarak ikamete başlar. Sürekli olarak Mekke'de oturması da şart değildir. Civarında bulunan beldeleri gezmesinde bir mahzur yoktur.
1013 Tevriye günü; Mescid-i Haram'da hacc için ihrama girer.(185) Feteva-ı Hindiyye'de: "Buradaki şart; harem dahilinde ihrama girmektir, yoksa Mescid-i Haram'da girmek şart değildir. Hidaye'de de böyledir. Tevriye gününden önce de, ihrama girmekte ne kadar acele edilirse, o kadar güzel olur. Cevheretü'n Neyyirde'de de böyledir. Mütemetti (Hacc-ı Temettû'ya niyyet eden mükellef); Müfrid'in (Hacc-ı İfrad'a niyyet eden kimsenin) haccı gibi edâ eder.(186) Ancak mütemetti, kudûm tavafı yapmaz. Remel'i ziyaret tavafında yapar, tavaftan sonra sa'y eder. Şayed bu mütemetti; hacc için ihrama girdiği zaman kudûm tavafı yapsa ve sa'yi edâ etse, ziyaret tavafında remel yapmaz. Kudûm tavafında remel yapması ve yapmaması müsavidir. Bu kimse ziyaret tavafından sonra sa'yi de edâ etmez. Fethul Kadir'de de böyledir. Allahû Teâla (cc) kendisine umre ve hacc ibadetlerini edâ etme nimetini ihsan buyuduğu için; mütemetti'nin şükür kurbanı kesmesi vaciptir. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir. Mütemetti kurban kesinceye kadar tıraş olmaz"(187) hükmü kayıtlıdır. Kurbanlık bulamadığı takdirde, hacc'dan önce üç ve memleketinde döndükten sonra yedi gün olmak üzere on gün oruç tutar. Mekke halkı için Hacc-ı Temettû ve Haccı Kıran yoktur. Onlar için sadece ve sadece "Hacc-ı İfrad" sözkonusudur.(188)
UMRE'NİN MAHİYETİ VE HÜKMÜ
1014 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Umre, ikinci bir umreye kadar yapılan günahların keffaretidir. Hacc-ı Mebrur'un ise cennetten başka karşılığı yoktur"(189) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası; mali kudreti ve sıhhati müsait olan mü'minlere umre vacip midir, yoksa sünnet midir? noktasında ihtilâf etmiştir.(190) İbn-i Abidin bu konuyu izah ederken: "Cevhere sahibi vacip olduğunu sahihlemiştir. Bazıları ona mutlak olarak "Sünnet" adını vermişlerdir. Ama bu vücûba aykırı değildir." Rivayetten anlaşılan sünnet olduğudur. Çünkü İmam-ı Muhammed (rh.a) umrenin tetavvû olduğunu nassan söylemiştir. Fetih sahibi buna meyletmiş ve delilleri naklettikten sonra: "Vacip ve nafile olduğunu iktiza eden deliller çatışmıştır. Binaenaleyh biri sabit olmayıp mücerred Peygamber (sav) ile Ashabının ve tâbiûn'un fiilleri kalmıştır. Bu da sünnet olduğunu icabeder; biz de buna kail olduk" demiştir"(191) hükmünü beyan etmektedir. Molla Hüsrev "Umre sünnetir. O, Kâbe-i Muazzama'yı tavaf ve safa ile Merve arasında sa'y etmektir. Umre yılın bütün günlerinde caizdir. Sadece Arefe gününde ve Arefe gününden sonra gelen dört günde mekruhtur. Çünkü o günler haccın ve hacca bağlı olan amellerin vakitleridir"(192) buyurmaktadır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Şer'i şerif'te umre; sıfat,ı mahsusa üzere, Kâbe-i Muazzama'yı ziyaret ve Safa ile Merve arasında sa'y etmektir. Bunlar ihramlı olarak yapılır. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir. Bize göre umre sünnettir, vacip değildir. Bir yıl içerisinde birden fazla umre yapmak da caizdir."(193) Hükmü kayıtlıdır. Bahsin devamında da Umre'nin rüknü, vacipleri, şartları ve sünnetleri izah olunmuştur. Şimdi bunlar üzerinde duralım:
1. UMRE'NİN RÜKNÜ: Umre'nin bir rüknü vardır, o da tavaf'tan ibarettir.
2. UMRE'NİN VACİPLERİ: Umre'nin Safa ile Merve arasında sa'y etmek ve tıraş olmak üzere iki vacibi vardır.
3. UMRE'NİN ŞARTLARI: Vakit hariç, haccın şartlarının tamamı umrenin de şartlarıdır.
4.UMRE'NİN SÜNNETLERİ VE EDEBİ: Sa'yi tamamlayıncaya kadar, haccın sünnetleri ve edebleri, umre için de aynen geçerlidir.
1015 İmam-ı Merginani: "Bize göre umre sünnettir. İmam-ı Şafi (rh.a) indinde ise farzdır. Zira onun için Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Umre bir farizadır. Tıpkı hacc farizası gibi" Hadis-i Şerifi vardır. Bizim için ise Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hacc bir farizadır. Umre ise bir tetavvûdur" Hadis-i Şerifi esastır. Çünkü umre, hiçbir vakitle kayıtlı değildir. Umre, ondan başka birşeyin niyetiyle de edâ olunur. Bu ise tetavvû (Sünnet) olmasının işaretidir. İmam-ı Şafii (rh.a)'nin rivayet ettiği Hadisin tevili ise; umre bir takım amellerle takdir olunmuştur. Tıpkı hacc ibadetinde olduğu gibi. Zira Hadis-i Şerif'ler arasındaki tearruz (Biri bırakılmadan, diğeriyle amel edilemiyen, birbirinin zıddı) ile farziyyet sabit olmaz"(194) hükmünü beyan etmektedir. Sahabe-i Kiram "Umre" için "Küçük hacc" demiştir. İbn-i Abidin: "Ramazan ayında umre yapmak başka zamanda umre yapmaktan efdaldir. Fetih sahibi bunu İbn-i Abbas'tan rivayet edilen şu hadisle istidlâl etmiştir: "Ramazanda bir umre yapmak, bir hacca bedeldir" Müslim'in bir tarıkinde: "Bir hacc iktiza eder veya benimle bir hacc" denilmiştir. Müslim demiştir ki: "Selef - Allah onlar sebebiyle bize rahmet etsin-" Umre'ye "Küçük hacc" derlermiş. Peygamber (sav) dört defa umre yapmıştır. Sahih rivayete göre bunların hepsi hicretten sonra Zilkâde ayında olmuştur" tamamı oradadır(195) buyurmaktadır.
HACC VE UMRE İÇİN İHRAM'A GİREN KİMSENİN CİNAYETLERİ
1016 Daha önce "İhram'a giren kimsenin dikkat edeceği hususlar" başlığı altında ihrama girmek ve Harem-i Şerif'e dahil olmak sebebiyle mükellefe farz kılınan ve yasaklanın meseleleri izaha gayret etmiştik!..(196) Buradaki "Cinayet" kavramı; ihrama giren mükellefin, Allahû Teâla (cc)'nın ve Resûlü (sav)'nün çizdiği hududları aşmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de "Haccı da, Umre'yi de Allah için tam yapın. Fakat alıkonursanız, o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin, bununla beraber) kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta olur, yahud başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan ya sadakadan yahud kurban'dan (birisiyle) fidye vacip olur"(197) hükmü beyan buyurulmuştur. İslâm ûleması; kasden işlenen haramın tesirini fidyenin gidermeyeceği hususunda ittifak etmiştir. Ancak unutarak veya bilmeyerek yahud bir özür sebebiyle, "İhramlı olan kimse"; herhangi bir hududu aşarsa fidye verir ve tevbe eder. Gerek ihram, gerekse harem-i şerif sebebiyle yasak olan herhangi bir fiil işlendiği zaman, o fiilin mahiyetine göre ceza değişir. Genellikle;
1. Kurban kesmeyi gerektiren yasak fiil,
2. Bir fitre miktarı sadaka vermeyi gerektiren yasak fiil,
3. Fitre miktarından daha az bir sadakayı gerektiren yasak fiil,
4. Kıymetinin karşılığını vermeyi gerektiren yasak fiil,
olmak üzere dört türlü ceza vardır. Şimdi yasak olan fiileri ayrı ayrı ele alalım vebunların işlenmesinden dolayı ortaya çıkacak cezaları izaha gayret edelim.
1017 GÜZEL KOKU VE YAĞ SÜRÜNMENİN CEZASI: İnsanların faydalandığı ve kendisinde güzel koku bulunan her şeye "Tîyb" denilir.(198) Bedene sürülen şeyler genellikle üç çeşittir.
Biricisi: Bizzat koku olan; misk, anber, kâfûr ve benzerleri!..
İkincisi: Kendisi bizzat koku olmadığı halde, koku için asıl olan ve ilâç olarak da kullanılan zeytinyağı ve benzeri maddeler. Bunlar eğer bedeni yağlamak için kullanılırsa, koku hükmü verilir. Yemeğe katılırsa "Koku" hükmünde değildir.
Üçüncüsü: Bizzat koku olmadığı gibi, kokunun asıl maddesi de olmayan ve hiçbir sûrette bu mahiyette kullanılmayan maddeler!.. Meselâ iç yağı gibi maddeler.
Güzel koku sürünen ihramlı kimse üzerine keffaret lâzım gelir. Eğer bir uzvun tamamına veya daha fazlasına güzel koku sürmüşse kurban kesmesi icabeder!.. Fakat bir uzuvdan azına sürülmesi halinde, buğdaydan yarım sa', (Yaklaşık olarak 1,667 kg.) fidye vermesi gerekir.(199) Bir uzvun yarısından fazlası, tam hükmünde kabul edilir. Feteva-ı Hindiyye'de: "koku sebebiyle ceza gerekmesi hususunda; mükellefin unutarak veya kasden sürmesi arasında fark yoktur. Erkek ve kadın da; hüküm noktasından müsavidir. Bedai'de de böyledir. Bir kimse vücûdunun tamamını kokulamış olsa bile, bir kurban (dem) gerekir. Çünkü cins birliği mevcuddur. Tebyin'de de böyledir."(200) hükmü kayıtlıdır.
1018 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kına güzel bir kokudur"(201) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası "Başını kına ile boyayan mükellefin üzerine bir kurban lâzım gelir"(202) hükmünde ittifak etmiştir.
1019 Meşru bir özüre binaen, ihram içerisindeki mükellef güzel koku sürünür, tıraş olur veya dikişli elbise giyerse muhayyerdir. İsterse bir koyun kurban eder, dilerse üç gün oruç tutar veyahut altı fakire üç sa' miktarı (Yaklaşık olarak 10 kg.) buğdayı sadaka olarak verir.(203) Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de: "...Artık içinizden kim hasta olur, yahud başından bir eziyyeti bulunursa ona oruçtan, ya sadakadan yahud kurban'dan (birisiyle) fidye vacip olur"(204) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası buÿAyet-i Kerime'de fidyeler arasında beyan edilen "ev" kelimesinin muhayyer kıldığını esas almıştır.(205) Şurası unutulmamalıdır ki, fidye olarak kurban kesilecek olursa, bunun harem dairesinde yapılması gerekir. Dürri'l Muhtar'da: "Kurban keser de kokuyu gidermezse, onu yerinde bıraktığı için ikinci bir kurban lâzım gelir" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Yerinde bıkaktığı için ikinci bir kurban lâzım gelir. Çünkü iptidaen koku sürünmek haram idi. Binaenaleyh devamı için de iptida hükmü verilir."(206) demiştir.
1020 Zeytinyağı ve susamyağı ile vücûdunu yağlarsa; velev ki bunlar halis olasun, kurban gerekir. Çünkü bunlar kokunun ana maddeleridir. Ayrıca Menekşe yağı gibi güzel kokulu ve bunun benzeri yağlarda ittifakla kurban lâzım gelir.(207) Kendisi bizzat koku olmadığı gibi, kokunun ana maddesi de olmayan yağlar (iç yağı vs...) vücûda sürülürse hiçbirşey lâzım gelmez!.. Bizzat koku olmayan, ancak kokunun ana maddesi olan yağları yemekte de, bir beis yoktur. Zira bunlar kokulanmak için kullanılmadığı müddetçe; kendilerine "Koku" hükmü verilmez.(208) İhrama girmeden önce sürülmüş kokunun eseri zarar vermez.(209)
1021 DİKİŞLİ ELBİSE GİYMENİN CEZASI: İhrama girmiş olan bir kimse; giyilmesi âdet olan dikişli bir elbiseyi sabahtan akşama kadar giyerse veya başını birşeyle örterse kurban kesmesi icabeder.(210) Bundan daha az bir müddet giyerse veya başını örterse, fitre miktarı sadaka vermesi gerekir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Elbisenin unutularak veya kasden, bilerek veya bilmeyerek, arzusuyla veya başkasının zorlamasıyla giyilmesi arasında fark yoktur. Bahru'r Raik'te de böyledir"(211) hükmü kayıtlıdır. İmam-ı Yusuf (rh.a)'un: "Yarım günden daha fazla bir zaman, dikişli elbise giyen muhrim'in üzerine kurban vacip olur"(212) hükmünü beyan buyurmuştur. Dolayısıyla amelde Şafii mezhebini taklid eden mükellef; âdet olan dikişli bir elbiseyi giydiği anda, kendisine kurban vacip olur.
1022 İhramlı olan bir kimse, başını bir gece boyunca örtülü tuttuğu takdirde kendisine kurban vacip olur. Örtmesinin kasden, unutarak veya uyuyarak olması arasında fark yoktur. Siracü'l Vehhac'da da böyledir. Ayrıca başının dörtte birini bir gün kapatığı zaman, üzerine kurban vacip olur. Bundan az olursa (Yani yarım gün veya daha az zaman) sadaka vermesi lâzım gelir.(213) "El-Meşhur"da İmam-ı Muhammed (rh.a)'den gelen bir rivayete göre, başının ekserisini kapatmadıkça ihramlı olan kimseye kurban vacip olmaz. Sahih olan "El-Meşhûr"da zikredilen bu kavildir. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir.(214) İmam-ı Merginani; ihramlı olan kimsenin, kemali ile faydalanması için müddete (Zamana) itibar edildiğini beyan ettikten sonra: "İnsan âdet olarak bir elbiseyi bir günde giyer ve çıkarır. Dolayısıyla ihrama karşı cinayetin tam olması için bu müddeti dikkate almak gerekir. Aksi takdirde cinayet noksan kalmış demektir. Tam bir gün elbiseden faydalanırsa veya tam bir gece başını örterse dem vacip olur. İmam-ı Yusuf (rh.a) günün ekserisini, tamamı makamına kaim kıldı"(215) hükmünü beyan eder. Dikkat edilirse kurbanın vacip olması için, ihrama karşı cinayet'in tam olarak gerçekleşmesi esas alınmıştır. Cinayet noksan olursa sadaka gerekir.
1023 TIRAŞ OLMANIN VE TIRNAK KESMENİN CEZASI: İhrama giren mükellef herhangi bir zaruret olmadan başını tıraş ederse, kendisine başka bir ceza değil, doğrudan doğruya kurban (dem; koyun veya keçi) vacip olur.(216) Burada "Zarûret" kaydını hasseten zikretmemizin sebebi, ızdırar ve eziyyet halinde cezanın farkılaşmasındandır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de: "Artak içinizden kim hasta olur, yahud başından bir eziyyeti bulunursa ona oruçtan ve sadakadan yahud kurbandan (birisiyle) fidye vacip olur"(217) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası bu Ayet-i Kerime'yi esas alarak; herhangi bir özrü bulunan kimsenin fidye hususunda muhayyer olduğunda ittifak etmiştir.(218) Dolayısıyla dilerse üç gün oruç tutar, dilerse kurban keser, dilerse altı fakire üç sa' (Yaklaşık 10 kg.) buğdayı sadaka olarak verir. Zira mâ'zur (Özürlü) olan kimseyi Allahû Teâla (cc) bu hususta muhayyer bırakmıştır.
1024 Başının dört'te birini veya daha fazlasını tıraş etmesi halinde, kurban kesmesi gerekir. Dört'te birinden azını tıraş ederse sadaka vermesi icabeder.(219) İmam-ı Merginani: "Bizim için delil şudur. Mükellefin başının bir kısmını tıraş etmesi, bütün unsurlarıyla (Kâmil bir mahiyette) faydalanma demektir. Zira bu şekilde tıraş olmak yaygındır. Dolayısıyla cinayet tam manasıyla teşekkül etmiş olur. Eğer gayet az olursa cinayet tam manasıyla ortaya çıkmamıştır. Uzvun dört'te birini güzel koku ile kokulamak ise, buna benzemez. Çünkü o maksad değildir. Ayrıca sakalın bir kısmını tıraş etmek, Irak'ta ve diğer arap topraklarında âdet halindedir. Eğer boyunun tamamını tıraş ederse (ense tıraşı) üzerine bir kurban lâzım gelir. Çünkü ense; tıraş edilmesi esas olan uzuvlardan birisidir. İki koltuğunun altını veya onlardan birisini tıraş ederse yine üzerine bir kurban lâzım gelir. Zira eziyyeti defetme ve rahata kavuşma bakımından, buralarda bulunan kılları tıraş etmek gaye halindedir. Etek tıraşının hükmü de tıpkı buna benzemektedir"(220) hükmünü beyan etmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Başının dört'te birini veya üç'te birini tıraş eden ihramlı'ya (Muhrim'e) bir kurban vacip olur. Ancak başının dört'te birinden daha az kısımını tıraş eden kimseye, sadaka lâzım gelir. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Sakalının dört'te birini veya daha fazlasını tıraş eden muhrim'e; kurban kesmek vacibtir. Dört'te birinden azını tıraş etmişse sadaka verir. Ensesinin tamamını tıraş eden kimseye de kurban gerekir. Hidaye'de de böyledir. Kasık ve koltuk altı tıraşı yapan veya burada bulunan tüyleri yolan muhrime de kurban vacip olur. Siracü'l vehhac'ta da böyledir. Koltuklarından birinin tamamını değil, yarısından fazlasını tıraş eden kimseye sadaka gerekir. Tahavi şerhinde de böyledir. Hacamat yerini tıraş eden kimseye de, İmam-ı Ebû Hanife (rh.a)'ye göre kurban vacip olur. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir. Eğer bıyıktan bazı kıllar kesilmişse bakılır, kesilen miktar sakalın dört'te biri kadar varsa (bu muhrime), fakirlere yemek yedirmesi vacip olur. Hidaye'de de böyledir. Bir azayı tıraş etmişse, sadaka vermesi icabeder. Buradaki azadan kasıt; uyluk, bacak ve koltuk gibi uzuvlardır. Baş ve sakal ise bunlardan hariçtir. Muhıyt'te de böyledir. İhramlı kimse başından, burnundan veya sakalından kıllar koparırsa, kılları sayar ve her bir kıl için, bir avuç buğdayı sadaka olarak verir. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir"(221) Hükmü kayıtlıdır. İhramlı olan kimse el ve ayak tırnaklarını keserse, bir kurban kesmesi vacip olur.(222) Beş tırnaktan daha azını keserse, sadaka vermesi gerekir.
1025 Daha önce "Keffaret Nedir?" başlığı altında, bu ıstılâh'ın mahiyetini izah etmiştik!.. (223) Meşru bir sebeb ve zaruretten dolayı tıraş olan, elbise giyen, güzel koku sürünen veya tırnak kesen muhrim (ihramlı kimse) keffaretlerden dilediğini yapar. Eğer kurban kesmeyi arzu ederse, bunu "Harem" dahilinde keser. Eğer "Harem'in" haricinde keserse, kurban olarak caiz olmaz. Bu durumda etinin bedelini altı fakire vermesi icabeder. Ayrıca her fakire yarım sa' buğday (yaklaşık 1,667 kg.) vermek sûretiyle altı fakiri sevindirir. İhramlı olan kimse oruç'u seçerse; dilediği yerde üç gün oruç tutar. Bunları dilerse arka arkaya, dilerse ayrı ayrı tutar. Eğer sadaka vermeyi uygun bulursa, her fakire yarımşar sa' olmak üzere, altı fakire buğday verir ki, bu toplam üç sa' (Yaklaşık 10 kg.) eder. Bu sadakayı "Mekke'de mukim" olan fakirlere vermek efdaldir. Mekke'li olmayanlara vermek de caizdir.(224)
1026 CİNSİ MÜNASABETTE BULUNMANIN CEZASI: Kur'an-ı Kerim'de: "Hacc (ayları) aylardır. İşte kim onlarda haccı (kendisine) farz eder (ayları) bilinen aylardır. İşte kim onlarda haccı (kendisine) farz eder (ihrama girerse) artık haccda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur"(225) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası bu Ayet-i Kerime'de geçen "Refes" kelimesini "cinsi münasebet ve insanı cinsi münasebete götüren fiiller" olarak değerlendirmiştir. İhram'a giren bir kimse; Arafat'ta vakfe yapmadan önce nikâhlı eşiyle cinsi münasebette bulunursa haccı fasid olur. Bu kimsenin ayrıca bir kurban kesmesi vaciptir. Diğer hacc menasikini tamamlar ve ertesi yıl haccını kaza etmesi farz olur"(226) hükmünde ittifak etmiştir. Arafat'ta vakfe yaptıktan sonraki duruma gelince: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim Arafa'da vakfe yaparsa, onun haccı tamam olmuştur"(227) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası; "Vakfe'den sonra zevcesi ile cinsi temasta bulunan muhrimin (İhramlı kimsenin) haccı fasid olmaz. Ancak işlediği cinayet sebebiyle bir deve kurban etmesi vacip olur"(228) hükmünde ittifak etmiştir. Bu hususta İbn-i Abbas (ra)'dan gelen kavil esas alınmıştır. Bayramın birinci günü Akabe Cemresini taşlayıp, kurban kesen ve tıraş olan muhrim (İhramlı kimse) nikâhlı eşiyle cinsi temasta bulunursa, bir koyunu kurban kesmesi gerekir. Çünkü Ziyaret tavafından önce, cim'a yapması caiz değildir.(229)
1027 Nikâhlı eşinden "Ferci'nin" haricinde faydalanmaya gelince, ister inzal vaki olsun, ister olmasın, dokunmak, şehvetle öpmek ve kucaklamak haccı ve umreyi ifsad etmez. Fakat bu fiiller de "Cinayet" hükmündedir. İhramlı olan kimse; karısına şevhetle dokunur, öper ve kucaklarsa, üzerine kurban kesmek vacip olur.(230) Hacc-ı Kıran'a niyyet eden mükellef, umre yapmadan önce cinsi münâsebette bulunursa, hem umresi, hem de haccı fasid olur. Fakat bu kimse umrenin ve haccın menasikini tamamlar. Bir yıl sonra; hem umre'sini, hem de haccını kaza eder. Kendisinden o senenin Hacc-ı Kıran'ının kurbanı sakıt olur. Ancak bu mükellefin üzerine iki kurban kesmek vaciptir.(231)
1028 Malûm olduğu üzere el ile istimnâ yapmak, büyük günahlardandır. Daha önce İstimna'nın hükmünü izah etmiştik!..(232) İhramlı olan bir kimse, şehvetine mağlûp olup, el ile istimnâ yaparsa, kendisine bir kurban vacip olur.(233) Ayrıca tevbe etmesi şarttır. Rüyasında ihtilâm olan veya sırf düşündüğü için inzal vaki olan muhrim için (İhramlı kimse için) birşey gerekmez.(234)
1029 Sonuç olarak; ihrama giren bir mükellef'in Arafat'ta vakfe'ye durmadan önce eşi ile cinsi temasta bulunması (İnzal vaki olsa da olmasa da) haccını ifsad eder. Bu kimsenin bir yıl sonra (Ertesi yıl) o haccı kaza etmesi farzdır. Arafat'ta vakfe'den sonra cinsi münasebette bulunması, büyük bir cinayet olmakla birilikte haccını ifsad etmez. Ancak o mükellefin üzerine bir deve kurban etmesi vacip olur. Zira bu husus Resûl-i Ekrem (sav)'den rivayet edilmiştir.(235) Müzdelife'de gecelerken ve müzdelife vakfesinde de durum böyledir. Yani muhrim (İhramlı kimse) Cim'a ederse, üzerine bir deve kurban etmesi vacip olur. Bayramın birinci günü; Akabe Cemresini taşladıktan, kurban kestikten ve tıraş olduktan sonra, cinsi temasın dışındaki diğer hususlar mükellefe helâl olur. Ziyaret tavafını yaptıktan sonra, cinsi münasembette bulunmasında bir mahzur yoktur. Dolayısıyla ihrama giren mükellefin, bu hususlarda titiz olması zaruridir. Çünkü keffaret'in günahları örtmesi için; kasden haram işlememek esastır. Ayrıca herhangi bir şekilde keffaret yerine getirildikten sonra, tevbe etmek şarttır.
1030 TAVAF, SA'Y VE ŞEYTAN TAŞLAMALARLA İLGİLİ CİNAYETLER: Farz olan ziyaret tavafını abdestsiz olarak edâ eden kimseye bir dem (koyun veya keçi), cünüb olarak yapan kimseye ise bir bedene (Deve veya sığır) kesmesi vacib olur.(236) İbn-i Abbas (ra)'den böyle rivayet edilmiştir.(237) İmam-ı Merginani: "Zira Cünüblük hali; abdestsizlik halinden, daha galizdir. Dolayısıyla aralarındaki farklılığı meydana çıkarmak ve izhar etmek için; ayrıca ibadetin noksanını tamamlama dikkate alınarak bir bedene (Deve veya sığır) vacib olur. Tavafın ekserisini cünüp olarak edâ eden kimse için de hüküm aynıdır. Zira birşeyin ekserisi, onun tamamı hükmünde olur. Efdal olan Mekke'de olduğu zaman, ziyaret tavafını iade etmesidir"(238) hükmünü zikreder. Feteva-ı Hindiyye'de: "Essah olan, ziyaret tavafını abdestsiz olarak edâ etmiş olan mükellefin bunu iade etmesinin mendub, cünüb olarak edâ etmiş olan kimsenin iade etmesinin vacip olduğudur"(239) hükmü kayıtlıdır.
1031 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kâbe-i Muazzama'yı tavaf namazdır. Ancak Allahû Teâla (cc) onda konuşmayı mübah kılmıştır"(240) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla ister farz olsun, ister sünnet olsun her türlü tavafta "Taharet" şartı aranır. Sünnet olan kudûm tavafını, abdestsiz olarak edâ eden mükellef üzerine bir sadaka vacip olur.(241) Eğer cünüb olarak kudûm tavafı yaparsa, bir kurban kesmesi gerekir.(242) Mekke'de bulunduğu süre içerisinde, bunları iade ederse, hem kurban, hem de sadaka'dan kurtulur. "Veda" tavafında da durum farlı değildir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Vedâ (sader) tavafını abdestsiz olarak yapmış bulunan kimsenin sadaka vermesi gerekir. Bu kavil sahihtir. Bu tavafın bir kısmını abdestsiz yapmış ise, bütün rivayetlere göre yine sadaka vermesi icabeder. Fakat abdest alarak iade ederse, o sadaka bi'l-icma sâkıt olur. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Vedâ tavafının tamamını veya ekserisini cünüb olarak yapan kimseye kurban vacip olur. Eğer ehline dönmüş ise, cezâ olarak bir koyun gönderir. Bu mükellef eğer henüz Mekke'den çıkmamışsa tavafı iade eder ve üzerindeki kurban cezası sakıt olur. Tehir etmiş olmasından dolayı bi'l-ittifak herhangi birşey gerekmez. Vedâ tavafının tamamını veya şavtlarının ekserisini terk etmiş olan kimsenin, bir koyun kurban etmesi vacip olur. Şayed veda tavafının üç şavtını terk etmiş (Dört şavtını edâ etmiş) olursa, terkettiği her şavt için yarım sa' buğdayı (Yaklaşık 1,667 kg.) fakirlere tasadduk etmesi gerekir. Kafi'de de böyledir"(243) denilmektedir.
1032 Malûm olduğu üzere "Ziyaret tavafı" farzdır. Dolasıyla Hacc ibadetini edâ eden mükellef; "Ziyaret Tavafı'nı" yapmadan ihramdan çıkamaz.(244) Kudûm tavafı "sünnet", Vedâ tavafı (Sader) "Vacip'tir". Mükellef Mekke'de olduğu süre içerisinde; tam bir taharet, huşû ve ihlâsla bu amelleri edâ etmek durumundadır. Sadece Mikat'tan ihrama girip; doğrudan doğruya Arafat'a geçen (Mekke'ye uğramadan) mükellefin üzerinden kudûm tavafı sakıt olur.(245)
1033 Safa ile Merve arasındaki sa'yi terkeden mükellef üzerine bir kurban (Koyun) kesmek vacip olur.(246) Hanefi fûkahasına göre Safa ile Merve arasında sa'y etmek haccın rüknü değildir. Nitekim İmam-ı Merginani: "Bir kimse Safa ile Merve arasında yapılan sa'y amelini terkederse, üzerine bir kurban (dem, koyun) vacip olur. Onun hacc ameli ise tamamdır. Zira "Sa'y" ameli bizim katımızda vaciptir. Bu durumda terkeden mükellef üzerine kurban lâzım gelir, Haccı ifsad olmaz"(247) hükmünü beyan eder. Safa ile Merve arasında sa'y etmek için "Taharet" şartı da aranmaz. Fateva-ı Hindiyye'de: "Hayızlı, nifaslı ve cünüb olarak yapılan sa'y ameli de sahihtir. Kezâ ihramdan çıktıktan sonra sa'y edilmiş olsa bu da caizdir. Sa'y amelini, hacc aylarından sonra edâ etmek de sahihtir. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir"(248) hükmü kayıtlıdır. Hanefi fûkahası: "Kadının hayız hali, tavaftan başka hiçbir menasiki menetmez."(249) hükmünde ittifak etmiştir.
1034 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Güneşin batmasından sonra Arafat'tan ayrılın"(250) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "Arafat'tan; Ulû'lemr'den (imam'dan) ve Güneşin batmasından önce ayrılan mükellef üzerine bir kurban vacip olur"(251) hükmünde ittifak etmiştir. Güneşin batmasından sonra "Ulû'lemr Arafat'tan, meşru bir sebeple ayrılmazsa, mükellefin yola çıkmasında bir beis yoktur. Ancak güneş batmadan önce ayrılırsa bir dem (Koyun) vacib olur. Güneş batmadan ayrılır ve yine güneş batmadan Arafat'a dönerek, Ulû'lemr ile birlikte tekrar ayrılırsa, kurban sâkıt olur. Feteva-ı Hindiyye'de: "Arafat'tan ayrılmanın kişinin arzusuyla olması veya hayvanının (vasıtasının) onu alıp kaçması arasında fark yoktur. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Müzdelife vakfesini terk eden mükellef üzerine de bir kurban vacip olur. Hidaye'de de böyledir. Bir kimse Cemre'lerin tamamını terketse veya Akabe yahut diğer cemrelerden birine taş atmakla iktifa etse; bu kimsenin bir koyun kurban etmesi gerekir. Eğer azını terk ederse (Meselâ her cemre'ye beşer veya altışar taş atar, bunları yediye tamamlamazsa) her taş için yarım sa' buğdayı (Yaklaşık 1.667 kg.) sadaka olarak verir. Ancak bu sadakaların tamamının bedeli, bir kurban fiyatına ulaşırsa, muhayyerdir. İster sadaka verir, ister kurban keser, El ihtiyar Şerhu'l Muhtar'da da böyledir.(252) hükmü kayıtlıdır. Müzdelife vakfesinden sonra; (Bayram'ın ilk günü) Akabe Cemresi'ni taşlamayı terk eden mükellefin üzerine bir kurban vacip olur.(253)
1035 Hz. Abdullah İbn-i Mes'ûd (ra)'dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te: "Bir nüsûkü (Ameli), diğer bir nüsûk üzerine takdim eden kimsenin üzerine bir dem (Koyun) lâzım gelir"(254) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Hadis-i Şerifi esas alan Hanefi fûkahası; her amelin zamanında ve tertibe uygun olarak edâ edilmesinin şart olduğunda ittifak etmiştir. Meselâ; Akabe Cemresini taşlayan bir mükellef önce kurban kesmek, sonra tıraş olmak ve sonra da "Ziyaret" tavafını yapmak durumundadır. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a)'ye göre hacc-ı kıran ve hacc-ı temettû yapan mükellef'in; kurban kesmeden önce tıraş olması halinde iki kurban kesmesi gerekir.(255) Birisi hacc kurbanı, diğeri de cezadır. Yine Bayram günleri geçinceye kadar tıraş olmayan ve ziyaret tavafını edâ etmeyen kimseye de kurban vacip olur.(256) İmameyn (rh.a) bu hususta muhaliftir.
1036 AVLANMANIN CEZASI: Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Siz (Hacc ve Umre için) ihramlı iken av öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek öldürürse (üzerine) öldürdüğü o hayvanın misli (benzeri) bir ceza vardır ki; Kâbe'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere bunu içinizden adalet sahibi iki kişi hüküm (ve takdir) edecektir. Yahûd bir keffaret vardır ki (o nisbette) yoksulu doyurmak yahûd onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki bu sûrette o kimse, ettiğinin vebalini atmış olsun. Allah geçmişi bağışladı. (Fakat) Kim bir daha böyle yaparsa Allah ondan intikamını alır. Allah mutlak galiptir, intikam sahibidir"(257) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası: "Yaratılışları itibariyle insanlardan kaçan ve korunan hayvanlara "Av hayvanları" denir. Av hayvanları iki çeşittir. Birincisi: Karada yaşayan av hayvanları, ikincisi: Denizde yaşayan av hayvanları. Hayvanların doğumları (Kara veya deniz) esas alınır, yaşayışları arızidir"(258) hükmünde ittifak etmiştir. İhramlı olan bir mükellef, karada yaşayan av hayvanını öldürürse veya avcılık yapan (İhramsız kimseye) kılavuzluk ederse cezalandırılır. Bu cezada; kasden veya unutarak yapanla, ilk defa veya tekrar tekrar yapan kimse müsavidir.(259)
1037 Feteva-ı Hindiyye'de: "Ceza, avlanan hayvanın kıymetine göre değişir. Şöyle ki; avın avlandığı zaman ve avlandığı yerdeki kıymetini adil olan iki mü'min takdir eder. Zira kıymetler zamanın ve mekânın değişmesi ile değişebilir. Av, kara hayvanı ise ve avlandığı yerde de av hayvanı satışı mevcut değilse; bakılır. Oraya en yakın yerde av hayvanı satışı yapılıyorsa, oradaki kıymet esas alınır. Tebyinde de böyledir. Avlayan muhrim (ihramlı kimse) muhayyerdir. İsterse vurduğu hayvanın bedeli ile bir kurban satın alır ve keser, isterse takdir edilen kıymete göre; fakirlere sadaka verir. Her fakire yarım sa' buğday (yaklaşık 1,667 kg.), yahut bir sa' arpa (Yaklaşık 3,334 kg.) veya bir sa' hurma verir. İsterse oruç tutar. Kafi'de de böyledir. Muhrim (ihramlı kimse) oruç tutmayı seçerse; vurduğu hayvanın kıymeti, iki adil kimse tarafından yiyecek olarak takdir edilir. Mükellef takdir edilen her yarım sa' buğday için bir gün oruç tutar"(260) hükmü kayıtlıdır.
1038 Hanefi fûkahası Ayet-i Kerime'de geçen: "İçinizden kim onu bilerek öldürürse (üzerine) öldürdüğü o hayvanın misli (benzeri) bir ceza vardır ki; Kâbe'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere bunu içinizden adelet sahibi iki kişi hüküm (ve takdir) edecektir" hükmünü esas alarak; avlanan hayvanın vücûd yaşının dikkate alınacağı ve bunun boğazlanan hayvanlarla (Eti yenen) mislinin tesbit edileceğini beyan etmiştir.(261) Meselâ "Geyik avlayan bir muhrim (ihramlı kimse) için, bir koyun, tavşan avlayan için bir oğlak kurban eder" denilmiştir!.. İmam-ı Merginani bu konuyu izah ederken: "Allahû Teâla (cc) ihramlı iken av öldüren kimse için: "(Onlara) ceza, öldürdükleri hayvanın neam'dan (Eti yenen hayvandan) mislidir" hükmünü beyan buyurmuştur. Eti yenen hayvandan (Neam'dan) onun misli; yaratılış (vücût yapısı, fıtrat) olarak benzeyendir. Çünkü kıymetine "Neam" denilmez. Sahabe-i Kiram'ın deve kuşunda, geyikte, vahşi eşekte ve tavşanda beyan ettiğimiz üzere yaratılış ve sûret (Görünüş) bakımından benzerini vacip kıldığını biliyoruz. Ayrıca Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sırtlan bir avdır ve onda da bir koyun vardır" buyurduğu malûmdur. İmam-ı Muhammed (rh.a) kendisi için nâzir bulunamayan av hayvanınında kıymetin esas alınacacağını beyan etmiştir. Serçe, güvercin ve bunun gibi!.."(262) hükmünü beyan eder. Esasen avı öldüren muhrim iki adil mü'minin hükmüne uyarak hareket etmek durumundadır. İki adil mü'min; avın kıymetini takdir edip, kendisine tebliğ etmek durumundadır.(263) Av öldüren muhrim; kurban kesmeye (netice olarak) karar verirse, bunu ancak Mekke'de kesebilir, başka yerde kesemez..(264) Çünkü bu husus bizzat Ayet-i Kerime'de zikrolunmuştur. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) ile İmam-ı Yusuf (rh.a); "İki adil mü'min ancak kıymet takdirini yapabilirler; cezaya müstehak olan muhrim'in kurban, oruç veya sadaka olarak (herhangi birisinden) ödemesi hususuna karar veremezler. muhrim bu hususta muhayyerdir. Çünkü Ayet-i Kerime'de "ev" kelimesiyle araları ayrılmıştır. Bunun onun muhayyer olduğunu beyan eder" hükmünü beyan etmişlerdir. İmam-ı Muhammed (rh.a) ise; İki adil mü'min kıymet takdiri yaptığı gibi, avı öldüren muhrimin (Kurban, oruç veya sadaka'dan) hangisiyle amel edeceğine de karar verebilir buyurmuştur.(265)
1039 İnsanlara saldıran ve yırtıcı olan hayvanların öldürülmesinde bir beis yoktur.(266) Hanefi fûkahası, ihrama giren mü'minlere eziyyet veren hayvanlara "Faasık" ismi verildiği hususunda müttefiktir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İhramda olan mükellef; fareyi, kargayı, dölengeç kuşunu, akrebi, yılanı ve saldırgan köpeği öldürebilir"(267) buyurduğu bilinmektedir. Yine İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te: "Beş çeşit hayvan vardır ki, bunların hepsi faasıktır. Hıll'de de, Harem'de de öldürülebilirler: fare, akreb, karga, çaylak ve kuduz köpek"(268) buyurulmuştur. Hz. Aişe (r.anha) validemizden de bu hayvanların öldürülebileceğine dair rivayet ulaşmıştır. Abdullah İbn-i Mesûd (ra): "Resûl-i Ekrem (sav) ashabına Mina'da bir yılanı öldürmelerini emir buyurdu" demiştir. Dikkat edilirse "Faasık" olarak nitelendirilen bu hayvanların hiç birisinin eti yenmez. Av olarak da herhangi bir değeri yoktur. Hanefi fûkahası aynı özellikleri taşıyan diğer hayvanların öldürülüp-öldürülemiyeceği noktasında ihtilâf etmiştir. İmam-ı Azam Ebû hanife (rh.a)'den gelen zahir rivayet; Resûl-i Ekrem (sav)'in isimlerini zikrettiği hayvanların dışındakilerin öldürülemiyeceği yolundadır. Ancak yırtıcı bir kuş veya vahşi bir hayvan (Arslan, kaplan vs...) ihramlı olan kimseye saldırırsa öldürülebilir. İmam-ı Merginani: "İhramlı olan mü'mine taarruz etmek haram kılınmıştır. Yoksa kendisine yapılan saldırıyı defetmek ve eziyyeti gidermek menedilmemiştir."(269) hükmünü beyan eder. Eğer saldırıyı defetmek ve eziyyeti gidermek; öldürmeden mümkün olursa, o yolun tercih edilmesi güzeldir.
1040 Bir av hayvanını yaralayan, tüylerini yolan veya o hayvanın bir uzvunu sakatlayan kimse, kıymetinden eksiltiği miktarı öder. Eğer bir kuşun tüylerini yolar veya av hayvanının ayaklarını keser de; kaçıp kurtulma imkânından mahrum bırakırsa, onun değerinin tamamını ödemek durumundadır.(270) Av hayvanının yumurtasını kırarsa yumurtanın kıymetini, içinden ölü yavru çıkarsa dirisinin kıymetini tasadduk eder.(271) Bu av hayvanının değerini de; yine o hususta bilgi sahibi, adil iki mü'min takdir edecektir. 1041 İhramlı bir kimseye av avlamak ve onu öldürmek haram olduğu gibi, ava delâlet etmesi (Avın yerini göstermesi) de yasaktır. Avı öldüren kimseye terettüp eden ceza, avın yerini gösterene de terettüp eder.(272) Ava delâlet etme'den murad; yardımdır. Bu bizzat el işaretiyle olabilceği gibi, kaş-göz hareketiyle de olabilir. Hz. Ebû Katade (ra)'den rivayet edilen Hadis-i Şerif'te ava delâlet etme yasaklanmıştır.(273) Hanefi fûkahası: "Ava (Gerek işaret, gerek diğer yollarla) delâlet etmek ihramlı kimseye yasaklanmıştır. Çünkü o yardımda, av hayvanının emniyetini ortadan kaldırma sözkonusudur. Av hayvanları insanlardan uzak durmak ve gizlenmek sebebiyle emin durumdadırlar. Avcıya işaret etmekle ve bulunduğu yeri haber vermekle, telef olmasına sebeb olunur. Halbuki ihramla birlikte taarruz ve taarruza sebep olacak hususlar yasaklanmıştır"(274) hükmünde ittifak etmiştir. Esasen Hz. Ata (ra)'dan rivayet edildiğine göre; insanlar avcıya delâlet eden muhriminin (ihramlı kimsenin) cezalandırılacağı hususunda ittifak etmişlerdir.
1042 Kur'an-ı Kerim'de: "Deniz avı yapmak ve onu yemek -kendinize de, müsafire de faide olmak üzere- size helâl edildi. İhramda bulunduğunuz müddetçe ise kara avı haram kılındı. Huzuruna varıp toplanacağnız Allah'dan korkun"(275) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolasıyle ihramlı olan bir mü'mine, deniz avı helâl kılınmıştır.(276)
1043 Açlık sebebiyle ızdırar (Muzdar) hale düşen ihramlı kimse; herhangi bir kara avını öldürürse, yine de (Muzdar hale rağmen) cezasını öder.(277) Hanefi fûkahası, ızdarar halinde ölü (Leş) eti yemeyi, av hayvanına tercih etmiştir. Nitekim İbn-i Abidin: "Ölü eti (Leş) av üzerine tercih edilir. Bu Ebû Hanife ve İmam-ı Muhammed'e göredir. İmam-ı Yusuf ile İmam-ı Hasan'a göre avı keser. Fetva birinciye (Ebû Hanife ve İmam-ı Muhammed'e) göredir. Nitekim Şurunbulâliyye'de böyle denilmiştir. Ben derim ki: Bahır sahibi dahi bunu tercih etmiş; "Çünkü av etinde iki haramı irtikab etmek vardır. Bunlardan biri yemek, diğeri öldürmektir. Ölü etini yemekte ise sadece bir irtikâb vardır. O da yemektir demiştir. Hilâf evleviyet meselesidir. Nitekim Bahır sahibinin "Haniye'den naklettiği "Ölü evlâdır" sözünden anlaşılan da budur. Bir haram, iki haram sözlerinden murad, muzdar (Izdırar halinde) kalmazdan önceki asli hükümdür. Çünkü muzdar kaldıktan sonra artık haram diye birşey yoktur"(278) hükmünü zikreder. İhramlı kimsenin; koyun, sığır, deve, tavuk ve bunun gibi hayvanları şer'i usûle uygun olarak kesmesinde bir beis yoktur.(279) Ancak bunların dışında; evcil olan ördek ve kaz gibi hayvanları da kesebilir. Yabani ördek ve kaz; av hayvanı hükmündedir.
1044 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Harem'in avı ürkütülmez"(280) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "İhramsız olan bir kimse harem içerisinde bir av hayvanını vurduğu zaman, onun kıymetini fakirlere sadaka olarak verir. Zira bütün av hayvanları; harem sebebiyle emniyet hakkına haizdirler"(281) hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Münziri: "Haremde avlanmak ihramlı olan kimseye de, ihrmalı olmayan kimseye de yasaktır"(282) hükmünde Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat''in müctehid imamlarının icma ettiğini kaydetmektedir. İhramlı olan kimsenin av hayvanlarının etini alıp-satması da batıldır.(283)
1045 HAREM BÖLGESİNİN BİTKİ VE AĞAÇLARI: İnsanların ekip-yetiştirdiği cinsten olmadığı gibi; onların emekleri sonucu da ortaya çıkmamış olan ağaç ve bitkilerin koparılması ve onlardan menfaat elde edilmesi helal değildir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Harem'in yeşil otu biçilmez ve dikeni de kesilmez"(284) buyurduğu bilinmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Bir kimse harem bölgesinin yeşil olan bir bitkisini kopardığı zaman, kopardığı şeyin kıymeti kadar yiyecek alır ve her fakire yarım sa' buğdayı (Yaklaşık 1,667 kg.) tasadduk eder. Bunu istediği yerde yapabilir. Bu şahıs dilerse bir kurbanlık alıp, harem'de kesebilir. Ancak bu cinayet sebebiyle oruç tutmak caiz değildir. Bu işi yapan kimsenin ihramlı veya ihramsız olması da müsavidir. Ayrıca kıymetini tasadduk etse dahi, kopardığı o bitkiden faydalanması mekruhtur. Satmış olursa, bu satış caiz olur ve satış karşılığı aldığı bedeli fakirlere tasadduk eder. Harem bölgesinin kurumuş, gelişme ve büyüme imkânı kalmamış olan bitkilerini koparmakta bir sakınca yoktur. Tahavi şerhi'nde böyledir"(285) hükmü kayıtlıdır. Harem'de insanların bizzat çalışarak yetiştirdiği; sebzelerin ekinlerin, çikçeklerin ve benzeri şeylerin, sahibinin izniyle koparılmasında mahzur yoktur. Ancak ihramlı olan bir kimse; başkasının bizzat yetiştirdiği harem bölgesindeki bir sebzesini kaparsa; kopardığı şeyin kıymetini sahibine (Kul hakkı) olarak ödemesi, aynı bedeli şer'i şerifin hakkı olarak farkilere tasadduk etmesi gerekir.
İHSAR (HACC'DAN MENEDİLMEK VEYA GERİ KALMAK)
1046 Molla hüsrev: İhsâr'ın lûgat manası, mutlak olarak men etmek, alı koymak demektir. Şer'an: "İhramlı olan mükellefi; hacc ve muresinin tamamına erişmesinden, düşman, hastalık veya meşru bir başka sebeble menedilmesine "İhsar" denilir"(286) hükmünü beyan etmektedir. İbn-i Abidin: "İhsar lûgatta men etmek demektir. Yani korku, hastalık, acz gibi birşeyle menetmektir. Hapishaneye veya bir şehre kapamak suretiyle düşmanı kendisine men ederse buna "Hasr" denir. Nitekim Keşşaf ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. El Muğrib'te: "Meşhur olan budur" denilmektedir. Tamamı İbn-i Kemal'in şerhindedir. Şeriatta iki rükünden men etmektir. Bunlar vakfe ve hacc'da tavaftır. Lâkin ileride göreceğiz ki, umrede de ihsar tahakkuk etmektedir. Halbuki onun bir rüknü vardır, o da tavafdır. Hasılı "Hasr"; bir yerden çıkmayı men etmektir. İhsar ise; matlûba (Taleb edilen, hacc ve umre'ye) erişmeye hastalık ve düşman sebebiyle mani olmaktır"(287) buyurmaktadır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Hacc veya umre için ihrama giren; sonra da ihramın gerektirdiği fiilleri yapmaktan herhangi bir sebeple men edilen kimseye muhsar denir. Hacc'dan men edilme; ister düşman tarafından, ister hastalık, yaralanma, kırılma, hapiste bulunma ile veyahut da başka bir mani'den dolayı olsun hepsi müsavidir. Ulemamızın kavillerine göre, ihramın gerektirdiği vazifeler; hakiki ve şer'i olur. Bedai'de de böyledir. Bir mükellefi vasıtaya binmekten veya yürümekten alıkoyan hastalık; ihsarı sabit kılacak mahiyette bir hastalık sayılır. İhsar için sözkonusu olan düşman; müslüman, kâfir veya yırtıcı hayvan olabilir. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Hacc yolunda gerekli olan nafakası çalınmış veya bindiği hayvanın (vasıtasını) kaybettiği için, yürümeye gücü yetmeyen kimse de muhsardır. Fakat bindiği hayvanını (vasıtasını) kaybeden kimsenin yürümeye gücü yetiyorsa, o kimse muhsar sayılmaz. İhrama girdiği zaman yanında kocası olmayan kadın, yanındaki mahremi ölen kadın, yanında mahremi olmadığı halde ihrama giren kadın ve kocası ölen kadın, birer "Muhsara"dırlar. Bedai'de de böyledir. Bir kadının mahremi yolda ölür ve kadınla Mekke arasında üç konak veya daha fazlası bir yolda ölür ve kadınla Mekke arasında üç konak veya daha fazlası bir mesafe bulunursa, bu kadın da muhsara hükmündedir"(288) denilmektedir.
1047 Kur'an-ı Kerim'de: "Haccı da, Umre'yi de Allah için tam yapın. Fakat alıkonursanız, o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin, bununla beraber) kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin..."(289) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime'yi esas alan Hanefi fûkahası: "Hacc veya umre yapmasına mani olunmuş mükellefin ihramdan çıkması için; Mina'ya bir kurbanlık veya onun bedeli olan miktarı gönderip, kendi adına kestirmiş olması gerekir. Kurbanı gönderen şahısla (Muhsar'la), götüren şahıs arasında kurbanın ne zaman kesileceği hususunda önceden bir sözleşme yapılmalıdır ki, muhsar olan kimse -Kurban kesilmeden önce- ihramdan çıkmış olmasın"(290) hükmünde ittifak etmiştir. Kurbanın kesilmesinden sonra ihramdan çıkan mükellef; eğer hacc-ı ifrad yapmaya niyetli idiyse, bu kimsenin bir yıl sonra bu ibâdeti edâ etmesi gerekir. Şayed niyyeti Hacc-ı Kıran yapmak idiyse; ihramdan çıkmak için iki kurban kestirir, sonra da iki Umre ve bir hacc yapması gerekir.(291) Bu kurban, harem hududları içerisinde kesilir, kat'iyyen dışında kesilemez. Arafat'ta vakfe yapan kimse "Muhsar" olmaz. Zira vakfeden sonra ihsar hükmü yoktur. Fakat tavaf'tan ve vakfe'den engellenen Mekkeli için de ihsar hükmü geçerlidir.(292) Umre'ye niyet eden mükellef; "Muhsar" duruma düşerse, kurbanı dilediği yerde kesebilir.
KENDİ YERİNE BAŞKASINI HACCA GÖNDERMEK
1048 Bilindiği gibi hacc ibadeti; hem mali, hem de bedeni olan "Mürekkep" bir ibadettir. Dolayısıyla "üzerine hacc farz olan bir mükellef; vücût sağlığı noktasından aciz hale gelirse nasıl amel edecektir?" suali çerçevesinde, farklı ictihadlar ortaya çıkmıştır. Hanefi fûkahası: "Mükellef; hacc ibadetini bizzat edâ etme hususunda acze düşerse, vekâlet (bedel) caiz olur. Ancak kudreti olursa caiz olmaz. Kendi yerine bir başkasını hacca göndermenin cevazı için; ölüm veya ölene kadar acizliğin devamı şart kılınmıştır."(293) hükmünde ittifak etmiştir. Dürri'l Muhtar'da: "Zikredilen acz şartı farz olan hacc içindir. Nafile için değildir" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Acz şartı farz hacc içindir. Çünkü Lübab'tan naklen yukarıda söylediklerimizden biliyorsun ki; şartların hepsi farz hacc için şarttır. Nafile hacc için değildir. Nafile hacc için; İslâm, akıl ve temyiz'den başka şart yoktur. Yukarıda beyan edildiği vecihle, kiralanmamış olmak da şarttır"(294) hükmünü zikreder. Şimdi hacc'da niyabetin (vekâletin) caiz olmasının şartları üzerinde duralım.
1049 Hacc ibadetinde niyabetin (Vekâlet'in) caiz olmasının şartları şunlardır:
Birincisi: Kendi adına hacc yapılacak olan mükellef; malı olduğu halde bizzan haccı edâ etmekten aciz olmalıdır.
İkincisi: Kendi adına hacca vekil gönderen mükellef'in bu aczinin, ölüm anına kadar devam etmesi şarttır. Bedai'de de böyledir. Hasta iken kendi adına bir başkasını hacca gönderen mükellef; bu hastalık sebebiyle ölürse, yapılan hacc caiz olur. Ancak bu hastalıktan kurtulursa ve sıhhat bulursa; hacc hükümsüz kalır, tekrar hacca gitmesi icabeder.
Üçüncüsü: Hacca bedel gönderen kimsenin; bedel olarak (Niyabeten) giden kimseye, kendisi için haccetmesini emretmiş olmalıdır. Herhangi bir emir sözkonusu olmadan haccetmek caiz olmaz. Ancak varis olan kimselerin, varisi oldukları şahsın emri olmaksızın, onun adına bir başka şahsı hacca göndermeleri caizdir.
Dördüncüsü: Hacca vekil olarak gönderilen kimsenin ihrama girerken niyyet etmesi gerekir. Bu niyyet esnasında efdal olan o kimsenin,
"Allahümme innî ürîdül hacce feyessirhü lî vetekkabbelhü minnî ve min fülâmin"
"Yâ Rabbi, ben Haccetmek istiyorum. Bunu bana kolay kıl ve bunu benden ve fülândan kabûl et" demesidir. Ayrıca telbiye getirirken "Lebbeyk an fülânin (Yani .......için telbiye ettim, falan için ihrama girdim" demesi efdaldir.
Beşincisi: Me'murun (Bedel olarak hacca gönderilen kimsenin) hacc ibadetini Amirin (Kendisini hacca gönderen kimsenin) malından yapması esastır. Me'mur; Amir'in malı ile haccetmez de, kedi malı ile haccederse, bu hacc bedel olmaz.
Altıncısı: Memur (Naib, bedel, vekil) haccı binekli olarak edâ etmelidir.(295)
1050 Kendi adına hacca bir başka mükellefi gönderen kimsenin; dikkat edeceği önemli hususların başında, "Hacc ibadetini en iyi bilen kimseyi" seçmek gelir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Kirmani'de "Efdal olan hacc işlerini en iyi bileni göndermektir" denilmiştir. Bedel olarak gönderilen kimsenin; hür, akil ve bülûğa ermiş olmasıdır. Gayetü's Sürûci, Şerhu'l Hidaye'de de böyledir"(296) hükmü kayıtlıdır. Malûm olduğu üzere mükellef'in içinde bulunduğu hal ile ilgili ilimleri tahsil etmesi farzdır.(297) Dolayısıyla gerek Amir (Haccın yapılmasını emreden kimse), gerek me'mur; bu konu ile ilgili bütün ilimleri tahsil etmek durumundadır.
HACC VASİYYET ETMEK
1051 Hacc ibadetinin vücûbunun ve edâsının bütün şartlarını üzerinde bulunduran mükellef; haccı edâ etmeden veya vasiyyet etmeden ölürse, günahkâr olur. Bu hususta hiçbir ihtilâf yoktur. Vasiyyet etmeden ölen kimsenin varisleri dilerlerse, o şahsın yerine (bel olarak) hacc yaptırırlar. Bunun Allahû Teâla (cc) indinde caiz olacağı ümit edilir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) "Bu durumdaki bir kimse, vasiyyet etmeden ölürse, hacc borcu üzerinden düşmez" buyurmuştur. Dolayısıyle "Vasiyyet" etmek oldukça önemlidir. Kat'iyyen ihmal edilmemelidir. Hacc; vasiyyet eden kimsenin malının üçte birinden harcanarak edâ edilir.(298) Hacca o kimsenin öldüğü yerden (Vatan-ı Asli'sinden) başlanır. Eğer birkaç vatanı mevcut ise; Mekke-i Mükerreme'ye en yakın olanı tercih edilir.(299)
"HEDY"İN TARİFİ VE MAHİYETİ
1052 Hareme hediye edilen ve kurban olma vasfına sahip bulunan hayvana "Hedy" denir.(300) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hedy'in en azı bir koyundur"(301) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "Hedy üç çeşittir. Bunlar deve, sığır ve koyundur" hükmünde ittifak etmiştir.(302)
1053 İmam-ı Merginani: "Nafile, Hacc-ı Kıran ve Hacc-ı Temettû hedy'lerinin (Kurbanlarının) etlerinden yemek caizdir. Zira bunlar ibadet niyetiyle akıtılan kandır. Tıpkı Udhiyye (Kurban bayramında kesilen) kurbanı gibidir. Sahih olan rivayete göre Resûl-i Ekrem (sav) hedy'nin (Kestiği kurbanın) etinden yediği ve onunla pişirilen çorbadan içtiği bilinmektedir. Bu sebeble tetavvû, mut'a ve kıran hedylerinin etinden yemek müstehaptır. Geri kalan hedy'lerden (Kesilen kurbanlardan) yemek caiz değildir. Zira onlar keffaret için kesilmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in Hudeybiye'de muhsar olduğu ve hedy'leri (Kurbanları) El Eslemi'nin eliyle gönderdiği zaman o'na (El Eslemi'ye) hitaben: "Sana ve seninle beraber olan kimselere ondan birşey yemek caiz olmaz" buyurmuştur. Tetavvû (Nafile), Hacc-ı Kıran ve Hacc-ı Temettû hedy'lerinin (kurbanlarının) ancak nahir (Kurban bayramı) günlerinde kesilmesi caizdir, başka zaman caiz olmaz"(303) hükmünü beyan etmektedir.
1054 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mina'nın her tarafı hayvanın kesileceği (kurban edileceği) yerdir. Mekke'nin içindeki cadde, sokak ve yolların tamamı (Kurbanın) kesileceği yerdir"(304) buyurduğu bilinmektedir. Nahir günlerinde Mina'da kesmek müstehabtır. Hedy'lerin tamamının Harem dahilinde kesilmesi şarttır.(305) Başka yerde caiz olmaz. Mümkün olduğu takdirde, hedy'in (Kurbanın) bizzat mükellef tarafından kesilmesi daha efdaldir. Zira Resûl-i Ekrem (sav) "Vedâ" haccında yüz tane deveyi hedy olarak sevketmiş ve bunların büyük bir çoğunluğunu bizzat kendisi kesmiştir. Geri kalanların kesilmesini de Hz. Ali (ra)'ye emir buyurmuştur. Kurbanın bizzat mükellef tarafından kesilmesinde; huşû ve kalbi bağlılık daha sarihtir. Ancak kurban kesmeyi bilmiyorsa; bir başkasının kesmesi de caizdir. Resûl-i Ekrem (sav)'in Hz. Ali (ra)'ye hitaben: "Hedy'lerin (kurbanların) yularını ve çullarını sadaka olarak ver. Kasab ücretini de kat'iyyen onlardan verme"(306) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla kasab ücreti hedy'in (kurbanın) etinden verilmez.
1055 Udhiyye'de (Kurban Bayramında kesilecek olan hayvanda) aranan bütün vasıflar, Hedy'de de aranır.(307) "Kurban'da bulunması gereken vasıflar" başlığı altında bu konuyu ileride izah edeceğiz.
RESÛL-İ EKREM (sav)'İN KABRİNİ ZİYARET ETMEK
1056 Feteva-ı Hindiyye'de: "Alimlerimiz Resûl-i Ekrem (sav)'in kabrinin ziyaret edilmesini, mendub olan amellerin en efdali olarak beyan etmişlerdir. Menasikü'l Farisi ve Şerhû'l Muhtar'da: ""Peygamber (sav)'in kabrini ziyaret etmek vacibe yakındır" denilmiştir. Farz olan haccı edâ etmekte olan mükellefin; önce hacc menasikinden başlaması, Resûl-i Ekrem (sav)'in kabrini hac'dan sonra ziyaret etmesi daha güzeldir. Nafile hacc yapmakta olan kimse muhayyerdir. Peygamberimiz (sav) Efendimizin kabrini ziyaret etmeye niyyet etmiş olan mükellef, bu niyeti ile "Mesci-i Nebeviyye'yi" de kasdetmiş olur. Kendisi için sefere çıkılabilecek (Seyahat edilebilecek) üç mescid'den birisinin Mescid-i Nebi olduğu bilinmektedir. Nitekim bir Hadis-i Şerif'te: "Üç mescid'den başka hiçbir mescid için sefere çıkılmaz. Bu (Sefere çıkılabilecek) mescidler: Mescid-i Haram, Şu benim mescidim ve Mescid-i Aksa'dır" buyurulmuştur. Mescid-i Nebeviyye'yi ziyaret için yola çıkan mükellef, Peygamber (sav) Efendimize salât-ü selâmı ziyadeleştirir ve buna yol boyunca devam eder. Fethû'l Kadir'de de böyeledir"(308) hükmü kayıtlıdır.
1057 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Benim bu mescidimde kılınan bir namaz, başka mescidlerde edâ edilen bin namazdan hayırlıdır. Mescid-i Haram'da edâ edilen namaz müstesna..."(309) buyurduğu bilinmektedir. Yine bir başka Hadis-i Şerif'te: "Beni (Hayatımda ve hayatımdan sonra) Allahû Teâla (cc)'nın rızasına niyyet ederek, Medine'de ziyaret eden kimseye, kıyamet gününde şahid ve şefaatçi olurum"(310) buyurulmuştur. Esasen Tevhid mücadelesinin mahiyetini kavramak için; Resûl-i Ekrem (sav)'in ve Sahabe-i kiram'ın yaşadığı beldeleri görmek, başta Uhûd şehidleri olmak üzere, bütün şehidlere dua'da bulunmak ve onları ziyaret etmek oldukça önemlidir.
1058 Medine'nin sınırına varan mükellef'in vasıtasından inerek; s