8. BÖLÜM: HACC BAHSİ

HACC'IN TARİFİ VE ÖNEMİ
937 HACC'IN LÛGAT MANASI; "Muazzam bir şeye" gitmeyi kasdetmektir. Buradaki "Muazzam bir şeye" kaydını İbn-i Hümam meşhûr dil alimi İmam-ı Sikkit'ten naklederek beyan etmiştir.(1) İslâmî Istılâhta; "Niyyet ederek ihrama girmek, Kâbe-i Muazzama'yı usûlü dairesinde tavaf etmek ve vakti mahsusunda vakfe yapmak gibi fiillere hac denir"(2) şeklinde tarif olunduğu gibi "Dînî rükünlerden bir rüknü edâ etmek için, Kâbe'ye gitmeyi kasdetmektir"(3) şeklinde de tarif edilmiştir.
938 Kur'an-ı Kerim'de: "Şüphesiz ki, âlemler için çok feyizli ve ayn-ı hidayet olmak üzere konulan ilk ev (Ma'bed) elbette Mekke'de olandır. Orada apaçık alâmetler, İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse (taarruzdan) emin olur. O'na bir yol bulabilenlerin, beyti hacc (ve tavaf) etmeleri, Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Kim küfrederse, şüphesiz ki Allah onlardan müstağnidir"(4) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası bu Ayet-i Kerimeyi ve Resûl-i Ekrem (sav)'den gelen mütevatir haberleri esas alarak: "Hacc muhkem bir farzdır. Farziyyeti kat'i delillerle sabittir. Haccın farz olduğunu inkâr eden kâfir olur. Gücü yetenlere (Vücûbunun ve edâsının şartı üzerinde bulunanlara) hayat boyu, sadece bir defa haccetmek farzdır"(5) hükmünde ittifak edilmiştir.
939 İmam-ı Kasani; Hacc sûresinde yer alan: (Hz. İbrahim (as)'e hitaben) "İnsanlar için haccı ilân et. Gerek yaya, gerek uzak yoldan arık develerin üstünde (süvari) olarak sana gelsinler"(6) şeklindeki hükm-i ilâhiyi esas alarak "Buradaki "İnsanlar için haccı ilân et!." hükmü, Allahû Teâla (cc)'nın insanlara haccı farz kıldığını beyan buyur, manasınadır. Binaenaleyh Resûl-i Ekrem (sav)'den önce de, diğer ümmetlere hacc ibadeti farz kılınmıştır"(7) buyurmaktadır. Mâlûm olduğu üzere Mekke'de; Kâbe-i Muazzama'yı inşâ eden Hz. İbrahim (as) ve oğlu Hz. İsmail (as)'dir. İbn-i Abidin: "Sahih olan kavle göre hacc, dokuzuncu yılın sonlarında farz kılınmıştır. Onu farz kılan âyet: "Allah için beyti haccetmek insanlar üzerine borçtur" ayet-i kerimesidir. Bu ayet, heyetlerin geldiği dokuzuncu yılın sonunda inmiştir"(8) hükmünü zikretmektedir.
940 İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet olunan bir hadisde: "İbrahim (as) Kâbe'yi bina edip tamamladıktan sonra kendisine: "-Hacc için insanları davet et" emri verildi. İbrahim (as): "-Benim sesim onlara ulaşmaz" dedi. AllahTeâla hazretleri: "-Sen davet et, sesini duyurmak bana aittir" buyurdu. Bunun üzerine İbrahim (as): "-Ey insanlar!.. Beyt-i Atiki haccetmeniz size farz kılınmıştır" diye nida etti. Bu sözü yerle gök arasında bulunanların hepsi işitti. Görmüyor musunuz? İnsanlar en uzak yerlerden icabet edip geliyorlar" denilmiştir.(9)
941 Hanefi fûkahası; haccın sebebinin "Beytullah" olduğu hususunda ittifak etmiştir.(10) İbn-i Abidin: "Sebebi beytullah'tır. Buna delil, ayette "Beytin haccı" diye izah edilmesidir. Zira esas olan, hükümleri sebeblerine izafe etmektir. Nitekim usûl-i fıkıh'ta izah edilmiştir. Sebebi tekrarlanmayan bir vacip tekrarlanmaz. Bir de Müslim'in sahihinde şu Hadis-i Şerif vardır: "-Ey insanlar!.. Size hacc farz kılınmıştır. Öyle ise haccedin!." Bir adam: "-Her sene mi ya Resûlullâh?" diye sordu, Resûlullâh (sav) sustu. Hatta adam sualini üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Peygamber (sav): "-Evet desem size vacib olur. Siz de güç yetiremezsiniz" buyurdular. Nehir sahibi diyor ki: "Ayet tekrar lâzım gelmediğine istidlâl için yetiyorsa da -Zira emrin tekrara ihtimal yoktur- neyf neyfin muktezası ile isbat etmek daha uygundur"(11) hükmünü zikretmektedir. Sahabe-i Kiram'dan bir zat Resûl-i Ekrem (sav)'e: "Ya Resûlullâh!.. Hacc her sene midir, yoksa bir kere midir?" diye sual tevcih ediyor. Resûl-i Ekrem (sav) cevaben: "-Hayır bir kere!.. Birden fazlası nafile (Tatavvû)'dir"(12) buyurmuşlardır. Malûm olduğu üzere; ibadetlerin bir kısmı mâlî, bir kısmı da bedenîdir. Hacc ise, hem malî, hem de bedenî bir ibadettir. Dolayısıyle iki nimet bir aradadır. Bir mükellefte hem zenginlik, hem de bedeni kudret gibi iki nimet bir araya gelmiştir. Dolayısıyla haccını edâ etmek sûretiyle, bu iki nimete de şükretmiş olur.(13) Haccın edâsı için gerekli şartlar, tağuti güçler tarafından ortadan kaldırılırsa; mü'minler hem mallarıyla, hem de (sıhhatli oldukları için) güçleriyle onlara karşı cihad ederler. Kat'iyyen Tağuti güçlere boyun eğmezler!..
942 İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) ile İmam-ı Yusuf (rh.a) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim hacc etmeyi murad ederse, hemen edâ etmeye gayret etsin"(14) Hadis-i Şerifini esas alarak, vücûbunun ve edâsının şartları, üzerinde bulunan kimsenin derhal (fevri) bu ibadeti edâ etmesi gerektiğini beyan etmişlerdir.(15) Hac ibadetinin hayatta bir defa farz olduğunu esas alan İmam-ı Muhammed (rh.a) "Hac ibadetinde ömür, namazdaki vakit gibidir. Her ne zaman gidilirse gidilsin "Edâ" denir, kaza denmez. Bu sebeble terahi (genişlik) üzere farzdır"(16) buyurmaktadır. Feteva-ı Hindiyye'de bu husus şu şekilde izah olunmuştur: "İmam-ı Muhammed (rh.a)'e göre hacc; farz olduktan sonra dilediği zaman edâ etmek (terahi) üzeredir. Haccı farz olur-olmaz acele yapmak ise efdaldir. Hulâsada da böyledir. Buradaki ihtilâf, mükellefin selâmette kalacağına zann-ı galibi olduğu zamana aittir. Fakat yaşlılık veya hastalık sebebiyle, mükellefin zann-ı galibi vefat edeceği noktasında olursa, fevri olarak edâ etmesi gerektiği hususunda alimlerimiz icma etmişlerdir. Cevheretü'n Neyyire'de de böyledir. Bu ihtilâfın günahkârlar için faydalı olduğu aşikârdır"(17) İmam-ı Matûridi (rh.a): "Vakit kaydı bulunmayan her emr-i mutlak; amel noktasından derhal edâ edilmeye (fevre) hamledilir. İtikad hususunda ise; fevre hamledilmez. Ancak "Fevr veya terahi hususunda muradı ilâhi ne ise, hak o'dur" diye itikad olunur"(18) hükmünü beyan etmektedir. Ölümün ne zaman gelip çatacağı bilinemiyeceği için, haccın vücûbunun ve edâsının şartlarına haiz olan mükellefin, acele etmesi önemlidir. Esasen bunun efdal olduğu hususunda da ittifak vardır.
943 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her kim hacc yolunda ölürse, onun için her yıl makbûl bir hacc yazılır"(19) buyurduğu bilinmektedir. Yine bir Hadis-i Şerifte; meşrû hiçbir sebeb olmadan terkedenlerin durumu beyan buyurulmuştur. Bu Hadis-i Şerif şudur: "Her kim ki, kendisini beytûllah'a ulaştıracak kadar bineği ve azığı (mali gücü) bulunur da haccı edâ etmezse, Yahudi ve Hrıstiyan olarak ölmesinde beis yoktur. Bunun sebebi şudur: Allahû Teâla (cc) kitabında, beytûllahı ziyarete gücü yetenlerin onu haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır" buyuruyor.(20)
HACCIN VÜCÛBUNUN ŞARTLARI
944 Bir mükellefe haccın farz olması için, bir takım şartların bulunması zaruridir. İbn-i Abidin, "Lübab" sahibine uyarak haccın şartlarını dört kısımda incelemiştir. Birincisi vücûbunun şartlarıdır. Nitekim bu hususta şunları kaydeder: "Birincisi, vücûbunun şartlarıdır. Bunlar tamamen bulunursa, hacc vacip (Farz) olur. Tamamı bulunmazsa, hacc vacip olmaz. Mezkûr şartlar yedi olup şunlardır: İslâm, Dar-ı Harp'te olan müslümanın haccın farz olduğunu bilmesi, bülûğ, akıl, hürriyet, gücün yetmesi ve vakit."(21)
945 MÜSLÜMAN OLMAK: Bir kimseye haccın farz olması için; o kimsenin müslüman olması şarttır. Çünkü kâfir ibadete ehil değildir. Hatta bir kimse kâfir iken; hacc yapmaya gücü yetecek derecede zengin olsa, fakat müslüman olduktan sonra fakir düşse, o kimseye (önceki halinden dolayı) hac farz olmaz. Fakat hac yapmaya gücü yeten müslüman, haccı edâ etmeyip, daha sonra fakir düşse, durum böyle değildir. Hac ibadeti o müslümanın zimmetinde borç olarak kalır. Bir mü'min, hacc ibadetini edâ ettikten sonra (Allah muhafaza buyursun) irtidat etse, sonra da tekrar müslüman olsa, haccı tekrar etmesi icabeder.(22)
946 AKILLI OLMAK: Allahû Teâla (cc)'nın teklifleri; ehliyet sahibi insanın üzerinedir. Teklifin sıhhati akılla ilgilidir.(23) Hanefi fûkahası: "Deli olan kimseye, hacc farz değildir"(24) hükmünde ittifak etmiştir. İbn-i Abidin; deliye haccın farz olmadığını kaydettikten sonra: "Bunamış kimse hakkında usûlde ihtilâf edilmiştir. Fahrû'l-İslâm'a göre, çocuk gibi bunaktan da hitap sakıttır. Binaenaleyh ona hiçbir ibadet farz olmaz. İmam Debbûsi ise, ihtiyaten muhatab olduğunu söylemiştir"(25) hükmünü zikreder.
947 HÜRRİYET: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Herhangi bir köle ki on defa haccetmiştir, sonra da azad olmuştur. Onun üzerine farz olan hac lâzım gelir"(26) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "Kölelere ve cariyelere hacc farz değildir. Efendilerinin izni ile haccetmiş olsalar dahi bu tatavvû (Nafile) olur. Hürriyetlerini elde ettikleri zaman; farz olan haccı edâ etmek durumundadırlar"(27) hükmünde ittifak etmiştir.
948 HACCIN FARZ OLDUĞUNU BİLMEK: Küfür ahkâmının galib olduğu beldelerde, insanlar İslâmî bir eğitime muhatab değildirler. Dolayısıyla Darû'l Harp olan beldelerde, bir kimse müslümün olsa, haccın farz olduğunu bilinceye kadar, ona hacc farz değildir. Feteva-ı Hindiyye'de "Darû'l Harp'te müslüman olan bir kimseye haccın farz olması için o kimsenin haccın farz olduğunu öğrenmesi gerekir. Darû'l İslâm'da bulunanlar ise haccın farz olduğunu bilmek durumundadırlar. Yani onlar için mazeret yoktur. Haccın farz olması için, sadece haccın farz olduğunu bilmek gereklidir. Ayrıca haccın nasıl edâ edileceğni ve farzlarını bilip-bilmemek de müsavidir. Bir kimse Darû'l İslâm'da yaşıyorsa, onun hüküm olarak haccın farziyetini ve farzlarını bildiği kabul edilir."(28) hükmü kayıtlıdır. Darû'l Harp'te müslüman olan bir kimseye, iki erkeğin veya bir erkekle kadının "Haccın farz olduğunu" bildirmesi kâfidir. Ayrıca adil olan bir mü'min, ona haccın farz olduğunu beyan ederse, hacc kendisine farz olur. Bu kimselerin (Şahidlerin) bülûğa ermiş olmaları ve hür olmaları şart değildir.(29)
949 BÜLÛĞA ERMİŞ OLMAK: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Herhangi bir sabi ki, on defa haccetmiştir, sonra da bülûğa ermiştir. Onun üzerine farz olan haccı edâ etmek lâzım gelir"(30) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "Çocuklara hac farz değildir. Velîlerinin yardımıyla haccı edâ etseler dahi, bu nafile (tetavvû) olur. Bülûğa erdikten sonra, farz olan haccı edâ etmeleri lâzım gelir"(31) hükmünde ittifak etmiştir.
950 VAKİT: Malûm olduğu üzere haccın vakti, Şevval, Zilkade ayları ile Zilhiccce ayının ilk on günüdür.(32) Bu süreye "Eşhür-û hacc" (Hac mevsimi) denir. Binaenaleyh bir kimseye haccın farz olması için, vaktin bulunması da şarttır. Meselâ; Muharrem ayında haccın vücûbunun diğer şartlarına haiz olan bir kimseye, "Şevval" ayı girinceye kadar hac farz olmaz. Bu süre içerisinde vefat ederse; hac ibadeti zimmetinde borç olarak kalmış değildir. Çünkü vakte (hac mevsimine) ulaşamamıştır.(33)
931 NAKİL VASITASINI VE MASRAFLARI TEMİNE GÜCÜN YETMESİ: Kur'an-ı Kerim'de 'Ona bir yol bulabilenlerin, beyt-i hac (ve tavaf) etmeleri Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır"(34) hükmü beyan buyurulmuştur. Sahabe-i Kiram, bu Ayet-i Kerimede geçen "Ona bir yol bulabilen"den neyin kasdedildiğini Resûl-i Ekrem (sav)'e sorduğunda, Peygamberimiz (sav) cevaben: "Bu zât ve rahile'dir" buyurmuştur.(35) Hanefi fûkahası: "Havaic-i Asliye'den fazla olarak nakil vasıtasını teminle birlikte, nafakası üzerine vacip olan kimselerin ve nefsinin yiyeceklerine sahip olmanın şart olduğunda ittifak etmiştir."(36) Nakil vasıtası, ya hacca gidecek mü'minin malı olmalı veya kiralamış bulunmalıdır. Âriyet (ödünç alma) veya ibaha yoluyla nakil vasıtasına sahip olmak kâfi değildir.(37) Mekkeliler ve Mekke'nin civarında oturanlar için, nakil vasıtasını temin şart değildir. Bunların yürümeye güçleri yetiyorsa, hac kendilerine farz olur. Nakil vasıtasının bulunması, uzaktan hacca gelecek mü'minler için şarttır. Ancak, mükellefin hem kendisinin, hem de aile ferdlerinin yiyeceğini (Gidip-dönünceye kadar, bir yıllık değil) temin etmiş olması şarttır. Buna gücü yetmiyorsa, hacc kendisine farz olmaz.
HACCIN EDÂSI'NIN ŞARTLARI
952 İbn-i Abidin: "İkinci nevi: edâsının şartlarıdır. Bunların tamamı vücûb şartları ile birlikte bulunursa, o kimsenin bizzat haccı edâ etmesi vacip olur. Vücûb şartları tahakkuk eder de bunların bazısı bulunmazsa, bizzat edâsı değil, yerine bedel göndermesi veya ölürken vasiyyet etmesi lâzım gelir. Bunlar şu beş şarttır: "Vücud sağlığı, yol emniyeti, hapsedilmiş olmamak, kadının mahremi veya kocasının bulunması ve iddet beklemek"(38) hükmünü zikretmektedir. Şimdi bunların mahiyetlerini izâha gayret edelim.
935 BEDENEN SALİM VE SIHHATLİ BULUNMAK: Bir kimseye haccı edâ etmenin farz olması için o kimsenin bedeninin tam ve sıhhatli olması gerekir. Binaenaleyh felçli, yatalak ve iki ayağı kesik olana hacc farz değildir.(39) İbn-i Abidin: "Hacının bedeni sağlam olacaktır. Yani seferde lâzım olan şeylere mani olacak dertlerden salim bulunacaktır. Binaenaleyh kötürüm, inmeli ve çok ihtiyar olup vasıta üzerinde kendiliğinden duramıyacak kimselere körlere (yedek, yardımcı bulunsa bile) ve sultandan korkusu olanlara bizzat haccetmeleri farz olmadığı gibi, imam-ı Azam'dan rivayet edilen zahir mezhebe göre, bedel göndermek sûretiyle de farz olmaz. Bu kavil imameyn'den de bir rivayettir. İmameyn'den gelen zahir rivayete göre; böylelerinin bedel göndermeleri icabeder ve aczleri devam ederse, bedel onlara kâfidir. Aczleri kalmazsa, bizzat haccı tekrar ederler. Hasılı İmam-ı Azam'a göre "Sağlamlık" vücûbun şartlarından, imameyn'e göre ise; vücûb-u edâsının şartlarındandır. Bu hilâfın (İhtilâfın) semeresi, bedel göndermekle, vasiyetin vacip olması hususlarında zahir olur. Bu sağlamken hacca kâdir olmamakla kayıtlıdır. Eğer kudretli olur da, hacca diye yola çıkmadan aciz kalırsa, boynuna borç olarak kalır ve bedel göndermesi lâzım gelir. Hacca diye çıkar da yolda ölürse, vasiyyet etmesi vacip olmaz. Çünkü icaptan sonra geçikmiş değildir. böyleleri bizzat haccetmeyi göze alırsa, üzerlerinden borç sakıt olur. Tuhfenin zahirine bakılırsa, imameyn'in kavlini tercih etmiştir. İsbicabi de öyledir. Fetih sahibi de bunu kuvvetli bulmuş ve sağlamlığın vücûb-u edâsının şartlarından olduğunu kabul etmiştir. Bu satırlar Bahır ve Nehir'den alınmıştır."(40) hükmünü zikretmektedir.
954 YOL EMNİYETİ: İmam-ı Merginani: "Yol emniyetinin bulunması elbette lâzımdır. Çünkü hacca gitmeye kudretin bulunması, yol emniyeti olmadan sabit olmaz."(41) hükmünü zikreder. Feteva-ı Hindiyye'de: "Haccın edâsının şartlarından birisi de, yol emniyetinin bulunmasıdır. Ebû'l Leys "Yol emniyetinin bulunduğu hususunda, zann-ı gâlibi olan kimse üzerine hac farz olur. Aksi takdirde farz olmaz" demiştir. İtimad bu kavledir. Tebyin'de de böyledir"(42) hükmü kayıtlıdır. İmam-ı Azam'dan gelen bir kavle göre, yol emniyeti haccın farz olmasının (vücûbunun) şartıdır.(43) İbn-i Abidin: "Selâmet galib olmakla yol emniyeti de şarttır. Fakih Ebû'l-Leys bunu tercih etmiştir. İtimad bunadır. Deniz yolu ile gitmekten başka çare yoksa haccın sakıt olup olmayacağından ihtilâf edilmiştir. Bazıları sükût edeceğini söylemiş; Kirmani "Gidilmesi âdet olan deniz yolunda selâmet galib görülürse hac vaciptir. Aksi takdirde vacip değildir" demiştir ki essah olan budur. Bahır. Fetih sahibi diyor ki; "Öyle görülüyor ki, selâmet galib görülmesi ile birlikte, korkunun galip görülmemesi de muteberdir. Hatta yağmacılık olduğu ve eşkiyanın galip geldiği defalarca tecrübe edilmekle, korku galip görülür veya bir eşkiya taifesinin yolu kestiği, hem kuvvetli olduğu duyulur da, hacılar onların karşısında kendilerini zayıf hissederlerse, hac vacip olmaz. Râzi'nin "Bağdatlılardan hac sakıttır" diye verdiği fetvaya, İskâf'ın 636 yılında: "Ben haccın, zamanımızda farz olduğunu söyleyemem" demesine ve Selci'nin "Horasanlılara falan seneden beri hac yoktur" sözüne gelince; bunlar yağmacılığın ve yolda korkunun galip olduğu vakitlerden söylenmiş sözlerdir. Sonra -Allah'a hamdolsun- bu korku kalmamıştır"(44) hükmünü zikrediyor.
955 HAPSEDİLMEMİŞ OLMAK: Haccın edâsının şartlarından birise de hapsedilmemiş olmaktır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Hapiste bulunanlara ve insanları hacca gitmekten meneden bir sultanın (Siyasi yönetimin) teb'asından olanlara da, haccın edâsı farz değildir. Kezâ bu gibi kimselerin bedel göndermeleri de farz değildir. Nehrû'l Faik'te de böyledir"(45) hükmü kayıtlıdır.
956 KADININ MAHREMİNİN VEYA KOCASININ BULUNMASI: Resûl-i Ekrem (sav)'in "Elbette bir kadın kendisiyle birlikte bir mahremi bulunmadığı sürece, hacc etmesin"(46) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "Kendisiyle Mekke arasında üç günlük mesafe bulunan kadının (genç olsun, ihtiyar olsun) haccı edâ edebilmesi için yanında mahreminin bulunması şarttır."(47) hükmünde ittifak etmiştir. Malûm olduğu üzere üç günlük yol; seferilik hükmünü ortaya çıkarır. İbn-i Abidin: "Seferde, yani üç gün, üç gecelik yolda akil-baliğ bir koca veya mahrem lâzımdır. Bundan az olursa, bir hacet için mahremsiz gidebilir. İmam Ebû Hanife (rh.a) ile İmam Ebû Yusuf (rh.a)'tan bir rivayete göre kadının bir günlük yola mahremsiz gitmesi mekrûhtur. Zaman bozulduğu için fetvanın buna göre olması gerekir. Lübab Şerhi. Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri şu hadis de bunu teyid eder: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, bir gün bir gecelik yola mahremsiz gitmesi helâl olmaz". Müslim 'in bir rivayetinde "bir gecelik yola", diğer bir rivayetinde "bir günlük yola" demiştir. Lâkin Fetih'te, "Mezhep birinci kavil oduğuna göre, kadın ile Mekke arasında üç günlükten az bir mesafe bulunursa, kocası onu hac'dan menedemez" demiştir. Bu ibaredeki "Koca" veya "Mahrem" tabirleri ile, aşağıda gelecek "iddeti bulunmamak" kaydı, kadına mahsus iki şarttır. Diğer şartlar erkekle kadın arasında müşrterektir. Mahrem, akrabalık veya süt yahud damadlık dolayısıyla kadını edebiyyen nikâhına alamayan erkektir"(48) hükmünü zikreder. Feteva-ı Hindiyye'de: "Mahremin emniyetli, akıllı ve bülûğa ermiş olması şarttır. Mecûsi olan bir mahrem; eğer kendisinin mezkûr kadınla nikâhlanmasının mübah olduğuna itikad ediyorsa, bu kadın onunla yolculuk yapamaz. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir"(49) hükmü kayıtlıdır. Yanındaki mahremin, hac masraflarını kadının bizzat ödemesi gerekmez. Esasen bu hususta iki ayrı kavil bulunduğu için, bazı çevreler, sırf hacc süresince evlenme hadisesini gündeme getirmektedirler. İbn-i Abidin: "Bu hususta iki kavil vardır. Bu iki kavil koca ve mahrem bulunması vücûbunun şartı mı, yoksa vücûbu edânın şartı mı olduğuna ibtina eder. Fetih sahibi'nin tercih ettiği, sıhhat ve yol emniyetiyle birlikte, vücûb-ı edâ'nın şartı olmasıdır. Binaenaleyh hacca hastalık veya yol korkusu (Yol emniyetinin bulunmaması) mâni olur, yahud kadına koca veya mahrem bulunmazsa, haccı vasiyyet etmesi vacip olur. Mahremi yoksa kadına evlenmesi vacip olur. Birinci kavle göre hiçbirşey lâzım gelmez. Nitekim Bahır'da da böyle denilmiştir. Nehir'de şöyle denilmektedir: "Bedai sahibi, birinci kavli sahih bulmuştur. Nihaye sahibi ise Kadıhan'a uyarak, ikinciyi tercih etmiş, Fetih sahibi de bunu kabul etmiştir. Ben derim ki, lâkin lübab sahibi, bu kadına evlenmek vacib olmadığına kesinlikle hükmetmiştir. Halbuki kendisi mahrem ve koca bulunmasını edâsının şartı kabul etmiştir. Cevhere sahibi ile İbn-i Emir Hacc Menasik'te bunu tercih etmişlerdir. Nitekim musannıf bunu Minah adlı eserinde bildirmiş, "Bunun vechi şudur: Evlenmekle kadının maksadı hasıl olmuyor. Çünkü kocası ona malik olduktan sonra, onunla hacca gitmekten vazgeçebilir. O da (Kadın da) kendisini ondan kurtaramaz. Çok defa da kocası ona uymaz; böylece ondan zarar görür"(50) hükmünü zikrederek, konuya açıklık getirir.
957 İmam-ı Şafii (rh.a) kadının, kocası veya mahremi olmadan hacca getmesinin yasaklanmasının, emniyetle ilgili olduğunu esas almış ve "Kadınlar birbirine güvenen bir cemaat halinde olursa, hacca gitmeleri caiz olur. Zira emniyet hasıl olmuştur"(51) hükmünü beyan eder. Amelde Hanefi mezhebini taklid eden bir kadın, kocası veya mahremi olmadan hacca giderse durum ne olur? sualine cevap arıyalım. İbn-i Abidin: "Kadın mahremsiz haccederse kerahetle caiz olur. Bu kerahet tahrimidir. Çünkü Sahihayn'ın (Buhari ve Müslim'im) rivayet ettikleri bir hadiste, bu yasaklanmış "Kadın, üç günlük yola mahremsiz gidemez" buyurulmuştur. Müslim'in bir rivayetinde "Veya kocasız gidemez" ifadesi vardır"(52) hükmünü zikreder. Kadın şartları haiz bir mahrem'i olduğu zaman, kocasının izni bulunmasa dahi hacca gidebilir.(53) Zira kocanın hakkı farzları iskat edemez. Hac ibadeti ise farzdır. Ancak nafile hac hususunda kocasının izni olmadan, yola çıkamaz. Zira kocasının nafile hac'tan menetme hakkı mevcuddur. İmam-ı Şafii (rh.a) hac hususunda kocanın iznini şart görür.
958 İDDET İÇİNDE OLMAMAK: Kadınlar için haccın edâsının şartlarından birisi de "İddet müddeti içinde olmaması"dır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Kocası ölmüş veya kocası tarafından boşanmış olan bir kadına haccın farz olması için; bu kadının iddetinin bitmiş olması şarttır. Tahavi'de de böyledir. Kadın ölüm veya talâk iddeti içinde iken hacca gidemez"(54) hükmü kayıtlıdır.
HACCIN EDASININ SAHİH OLMASININ ŞARTLARI
959 İbn-i Abidin "Haccın şartlarını" izah ederken; "Üçüncü nevi, edânın sahih olmasının şartlarıdır ki, dokuzdur: İslâm, ihram, zaman, mekân, temyiz, akıl, özür hali müstesna olmak üzere fiilleri kendi yapması, cinsi münasabette bulunmaması ve haccı ihrama girdiği yıl edâ etmesi!.. Dördüncü nevi; haccın farz namına olmasının şartlarıdır. Bunlar da dokuzdur: İslâm, İslâm'ın ölünceye kadar devamı, akıl, hürriyet, bülûğ, kudreti varsa bizzat edâ etmesi, nafileye niyyet etmemiş olması, haccı bozmamak ve başkası namına niyetlenmiş olmamak"(55) hükmünü beyan etmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Haccın sahih bir şekilde edâ edilmiş olması için; üç şart vardır. Bunlar ihram, zaman, mekân'dır. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir"(56) denilmektedir. Esasen bu iki sınıflama arasında herhangi bir ihtilâf yoktur. Zira İbn-i Abidin'in zikrettiği dokuz şart'ın altısı, bütün hacc boyunca gözetilmesi gereken hususlardır. İhram, zaman ve mekân ise, her ikisinde de ortak şartlardır.
HACCIN FARZLARI
960 Molla Hüsrev: "İhrama bürünmek (giymek), Arafat'ta vakfe yapmak ve ziyaret tavafında bulunmak haccın farzlarıdır. Şayed bunlardan birisi edâ edilmese hac batıl olur ve gelecek yılda kazâ etmek icabeder. İhrama bürünmek; tıpkı namazdaki iftitah tekbiri gibi şarttır. Geriye kalanlara, (yani Arafat'ta vakfe'ye durmak ve ziyaret tavafı yapmak) haccın rükünleri de denilmiştir"(57) hükmünü zikreder. Dürri'l Muhtar'da: "Haccın farzları üçtür. Birincisi: İhramdır. İhram, başlarken şarttır. Sonu itibariyle ona rükün hükmü verilir. Hatta hacca yetişmeyene, gelecek sene kaza etmek için ihramda kalmak caiz değildir. İkincisi: Arafat'ta vakfe zamanında durmaktır. (Arafat, Mina tarafında bir yerin ismidir. "Tanışma" manasına gelen "Marifet'ten" yapılmış bir ismi cemidir). Bu yere Arafat denilmesi, Hz. Adem (as) ile Hz. Havva'nın orada tanıştıkları içindir. Üçüncüsü: Ziyaret tavafının ekserisidir. Bunların ikisi rükündür" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhettikten sonra "Tetimme" diyerek, bu farzlara şunların da eklenmesi gerektiği üzerinde durur: "Haccın farzlarından şunlar kaldı: Tavafa niyyet, farzlar arasında tertib: evvelâ ihram, sonra vakfe, sonra ziyaret tavafı yapılacak. Her farzın vaktinde yapılması. Şu halde vakfe, arefe gününün zevalinden, bayram gününün fecrine kadar yapılacak, ziyaret tavafı ondan sonra ömrün sonuna kadar yapılabilir. Bir de yeri, yani vakfe yapmak için Arafat'tan bir yer ve tavaf için Kâbe'nin kendisi. Vakfeyi yapmadan cimaı (cinsi münasebet) terk etmek de farzlardan sayılmıştır."(58)
HACCIN VACİBLERİ
961 Feteva-ı Hindiyye'de: "Haccın vacibleri şunlardır: Müzdelife'de vakfe, Safa ile Merve tepeleri arasında sa'y etmek, Cemreleri taşlamak (Şeytan taşlamak), saçları traş etmek veya kısaltmak ve Sader (veda) tavafını edâ etmek, Tahavi Şerhinde de böyledir"(59) hükmü kayıtlıdır. Müzdelife'deki vakfeye "Cem" adı da verilir. Bu şekilde isimlendirmenin sebebi, Hz. Adem (as) ile Hz. Havva (r.anhüma)'nın, bu mahalde bir araya gelip gerdeğe girdikleri içindir.(60) Bu hâdisenin, insan neslinin ortaya çıkması noktasında önemi büyüktür. Safa ile Merve arasında sa'y etmek, Hanefi mezhebinin müctehid imamlarına göre vacip, diğer üç mezhebin imamlarına göre rükündür. Safa ile Merve, Kâbe'nin yakınında karşı karşıya bulunan iki tepedir. "Safa" denilmesi, üzerinde Satvetûllah olan adem Aleyhisselâm oturduğu içindir. Merve'ye de, üzerinde kadın, yani Hz. Havva oturduğu için bu isim verilmiştir. Müennes olması bundandır.(61)
HACCIN SÜNNETLERİ
962 Feteva-ı Hindiyye'de: "Haccın sünnetleri: Kudûm tavafı yapmak, erkeklerin kudûm ve ziyâret tavafında remel yapmaları (Reml: Adımları kısaltıp, omuzları silkerek çalımlı bir şekilde yürümektir. Tavafın ilk üç şavt'ında yapılır), Safa ile Merve arasında sa'y ederken, orada bulunan iki direk arasında erkeklerin süratlice geçmeleri, Bayram gecelerinde Mina'da yatmak, arefe günü, güneş doğduktan sonra Mina'dan Arafat'a gitmek, Müzdelife'den Mina'ya bayram günü sabahı, henüz güneş doğmadan hareket etmek, Müzdelife'de gecelemek ve cemreler arasında (Şeytan taşlama esnasında) tertibe riayet etmektir. Bahrû'r Raik'te de böyledir"(62) hükmü kayıtlıdır.
HACCIN EDEBLERİ
963 Hacc gitmeye niyyet eden mükellef'in; borçlarını ödemesi esastır. Bilhassa üzerinde Zekât ve Öşür borcu varsa, mutlaka bunları edâ etmelidir. Dürri'l Muhtar'da "Haccın nevileri" üzerinde durulurken: "Hacc bir defa farzdır. Çünkü onun sebebi Beytullahtır. O ise birdir." Birden ziyadesi nafile olur. Bazen de vacib'tir. Nitekim Mik'atı ihramsız geçerse böyledir. Çünkü ileride izah edeceğimiz vechile o kimseye iki ibadetten biri vacip olur. Eğer haccı tercih ederse, vücûbla vasıflanır. Bazen haram olmakla da vasıflanır. Haram malla hac böyledir. Kerahetle vasıflandığı da olur. İzni gereken kimseden izinsiz hacca gitmek böyledir. Nevazil'de beyan edildiğine göre, çocuğun henüz sakalı bitmemişse sakalı bitinceye kadar babası haccına mani olabilir" hükmü beyan edilmektedir. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Haram malla hac böyledir. Bahır'da da böyle denilmiştir. Bunu riya için yapılan haccla temsil etse dahi iyi olurdu. Zira denebilir ki: Haccın kendisi mekânı mahsus'u ziyarettir ve haram değildir. Haram olan, haram malı harcamaktır. Bunların arasında ise telâzüm yoktur. (Birinden diğeri lâzım gelmez). Nasıl ki, gasbedilen yerde namaz kılmakla farz yerine geçer. Haram olan gasbedilmiş yerin meşgul edilmesidir, fiil namaz olduğu için haram edilmiş değildir. Çünkü farzın haramla vasıflanması mümkün değildir. Burada da öyledir. Zira haddi zatında hacc emredilmiş bir ibadettir. Haram olması sarfiyat cihetiyledir. Galiba ona "Haram" denmesi, malın haccda dahlü tesiri olduğundandır. Hacc, bedenin ameli ile maldan mürekkeptir. Nitekim arzetmiştik. Onun için Bahır sahibi "Hacca giden kimse helâl nafaka toplamaya çalışır. Çünkü haram malla hacc kabul edilmez. Nitekim Hadis'te beyan buyurulmuştur."(63) buyurmaktadır. Sonuç olarak; Hacca niyet eden mükellef'in, sırf Allahû Teâla (cc)'nın rızasını gözetmesi ve helâl malla yola çıkması esastır. Zekâtı ve öşürü edâ edilmemiş mal, hacc ibadeti için elverişli değildir.
964 Feteva-ı Hindiyye'de: "Haccın edebleri" beyan edilirken, "Hacca gidecek olan mükellef; borçları varsa ödemelidir. Haccla ilgili olarak, akıl ve rey sahibi olan kimselerle istişare etmesi gerekir. Yol arkadaşları ve vasıta hususunda istihare etmelidir."(64) Hacc yolculuğu esnasında; her türlü gösteriş ve riyadan sakınmalı, ihlâs hususunda titizlik göstermelidir. Kendisinde hakkı bulunan kimselerin, haklarını ödemeli ve helâlleşmelidir. Beraber çalıştığı (Mesai arkadaşlarıyla) kimselerle de helâlleşmesi gerekir. Fethû'l Kadir'de de böyledir. İbadetlerindeki (Namaz, zekât, öşür vs.) noksanlıkları kazâ etmeli, bunlardan dolayı (Kazaya bıraktığı için) pişman olmalı ve bir daha yapmamaya kat'i olarak niyyet etmelidir. Bahru'r Raik'te de böyledir. Bir ameli başkası görsün, başkası işitsin diye yapmaktan, övünmekten ve her türlü ihtişamdan sakınmalıdır, tevazû içinde olmalıdır. Bu sebebledir ki; bazı alimler hacc yolunda mahmil'e (Deve üzerinde iki kişinin oturabileceği süslü oturak) binmeyi kerih bulmuşlardır. Ancak "Riya" ve "gösterişten uzak olursa mahmile binmek mekruh değildir" diyenler de vardır. Tam helâl olan bir nafaka ile haccetmelidir. Çünkü haram mal ile yapılan hacc makbûl olmaz. Zoraki alınmış bir mal ile hacceden kimsenin üzerinden hacc farizası sakıt olmakla birlikte, böyle yapmak haramdır. Fethû'l Kadir'de de böyledir. Yenabi'de: "Hacca giden kimse, ailesinin nafakasını noksansız olarak bırakır, hac yolculuğuna temiz bir nefs ile çıkar. Her yerde (açık ve gizli), bilhassa hac yolculuğunda Allahû Teâla (cc)'dan daha fazla korkar. Allahû Teâla (cc)'yı bol bol zikreder. Öfkelenmez, işlerini vakarla ve sükûnetle yapar. Lüzûmsuz konuşmayı ve boş şeyleri terkeder" denilmiştir. Tatarhaniyye'de de böyledir"(65) denilmektedir. Esasen hacca giden kimsenin evinden çıkarken; tıpkı dünyadan çıkıyormuş gibi hareket etmesi ve dünyevi endişeleri bir kenara bırakması lâzımdır.
MİKATLAR (İHRAM'A GİRME YERLERİ)
965 Önce kelime üzerinde duralım. "Mikat"; sınırlanmış vakit manasına gelir ama, yer için istiare edilmiştir. Yani ihrama girme yeri manasınadır.(66) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hiç kimse mikat'a tecavüz edemez, ancak oradan ihramlı olarak geçebilir"(67) buyurduğu bilinmektedir. Bu Hadis-i Şerifi esas alan Hanefi fûkahası; "İster hacc, ister umre, isterse başka bir niyyetle olsun (ticaret, seyahat vs.) hiç kimse mikatlardan ihramsız olarak geçemez. Zira ihramın vacip olması, o mekâna ta'zim ve hürmet içindir. Dışardan gelen kimseler Resûl-i Ekrem (sav)'in beyan buyurduğu mikatlara geldikleri zaman, ihrama girmeleri farz olur"(68) hükmünde ittifak etmiştir.
966 İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav): " Medine'liler Zü'l-Huleyfe'den, Şamlılar Cuhfe'den, Necidliler Karn'dan, Yemenliler de Yelemlem'den ihrama girerler"(69) buyurmuştur. Hz. Aişe (r.anha) validemizden rivayet edilen diğer bir Hadis-i Şerif'te: "Peygamber (sav) Medineliler için Zü'l-Huleyfe'den, Şamlılar ve Mısırlılar için Cuhfe'den, Iraklılar için Zat-ü Irk'dan, Yemenliler için Yelemlem'den ihrama girmeyi mikat tayin buyurdu".(70) İbn-i Abbas (ra)'dan da, aynısı rivayet olunmuştur.
967 Hz. Ömer (ra) halka karşı bir hutbesinde: "Sizden kim hacc için ihrama girmek isterse, mikattan başka yerden girmesin. Peygamberimizin gösterdiği mikatlar ise şunlardır: "Medineliler ve oradan geçerek olan yabancılar için "Zü'l-Huleyfe", Şamlılar ve ordan geçecek gelen yabancılar için "El Cuhfe", Necidliler ve ordan geçerek gelen yabancılar için "Karn", Yemenliler ve ordan geçerek gelen yabancılar için "Yelemlem" ve nihayet Iraklılar ve o yolla gelen diğer müslümanlar için "Zat-ü Irk"tır."(71)
968 Şimdi bu mikatlar hakkında kısaca bilgi verelim: "Zü'l-Huleyfe": Medineliler ve Medine'den geçerek hacca giden müslümanlar için mikattır. Medine'ye olan uzaklığı 7,5 km. civarındadır. Mekke-i Mükerreme'ye olan uzaklığı ise; 413 km.'dir. "Zat-ü Irk": Irak'lıların ve Irak üzerinden hacca gidecek olan kimselerin mikatıdır. Akik vadisine bakan "Irk" dağından isimlendirilmiştir. Fûkaha'dan bazıları akik vadisinde ihrama girmenin efdal olduğuna kaildirler.(72) Bu mikatın Mekke'ye olan uzaklığı 94 km.'dir. "El Cuhfe"; burası bir köydür. "El Cuhfe" denilmesinin sebebini İbn-i Abidin şu şekilde izah ediyor: "Cuhfe; kıyıda su kalıntısı manasına gelir. Bu yere, bu ismin verilmesi, bir zamanlar sel gelip ahalisini götürdüğü içindir. Asıl adı "Mehyea"dır. Lâkin söylendiğine göre nişanları kalmamış, yalnız bazı gizli kalıntıları vardır ki, onları da hemen hemen bazı Bedevi'lerden başka kimse tanıyamaz. Onun için Allahü alem. Hacılar ihtiyaten "Râbıd" denilen yerden ihrama girmeyi tercih etmişlerdir. Bazıları da "Rabiğ" derler.(73) Bu mikatın; Mekke'ye olan uzaklığı 320 km.'dir. "Karn veya Karnü'l Menazil"; Necidlilerin ve o istikametten hacca gelen kimselerin mikatıdır. "Karn"; Arafat'a doğru uzanan bir dağın ismidir. Mekke-i Mükerreme'ye olan uzaklığı 44 km. civarındadır. "Yelemlem": Yemenlilerin ve o yönden gelen yabancıların mikatıdır. "Yelemlem"; bir dağın ismidir. Bu mikatın Mekke'ye olan uzaklığı da 47-50 km. civarındadır.
969 Ticarî bir niyetle mikatlardan geçen, fakat Mekke'ye uğramaya niyyet etmeyen kimsenin ihrama girmesi vacip değildir.(74) Mesela; mikatlarla harem arasında bulunan "Cidde" şehrine, ticari anlaşmalar için giden ve Mekke'ye uğramayı düşünmeyen kimse ihrama girmez. Mikatlarla, Mekke arasındaki bölgede ikamet eden mü'minlerin mikat; "Hıll" ismi verilen mevkidir.(75) Mekke'de ikamet eden mü'minler hacc ibadeti için ihrama evlerinde girerler.(76) Ancak umre yapmak isteyen Mekkeli, ihrama girmek için "Hıll" bölgesine çıkmak durumundadır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Umre yapmak isteyen Mekkeli, hangi yönden isterse ordan Hıll'e çıkar. Muhıyt'te de böyledir. Ancak umre için en efdal olan mikat yeri "Ten'im"dir."(77) hükmü kayıtlıdır.
970 Mikatlar içinde ikamet eden mü'minler, ihtiyaçlarından dolayı ihramsız olarak Mekke'ye girebilirler. Hanefi fûkahası; bu beldelerde oturan kimselerin giriş ve çıkışlarının devamlı olacağını esas alarak, her seferinde ihrama girmelerinde zorluk olduğunu beyanla, ihrama ihtiyaç olmadığına kail olmuştur.(78) İmam-ı Serahsi: "İbn-i Ömer (ra) Mekke'den Medine'ye gitmek üzere yola çıktı. Kadid adı verilen bölgeye geldiğinde kendisine "Medine'de fitne'nin zuhur ettiğine" dâir haber ulaştı Bunun üzerine İbn-i Ömer (ra) Mekke'ye geri döndü ve ihrama girmedi. Bundan da anlaşılmaktadır ki, mikatlar dahilinde bulunanlar tıpkı Mekkeliler hükmüne dahildirler. Çünkü her zaman Mekke'ye girmeye ihtiyaçları vardır. Her seferinde ihrama girmek şart kılınsa; bu insanlar için açık bir zarar ve zorluktur"(79) hükmünü zikreder.
İHRAM'A GİRMEK
971 Önce "İhram" kelimesi üzerinde duralım. Lûgat'ta ihram: "Ayaklar altına alınamayan bir hürmete girdi" manasına gelen "Ahreme" fiilinin masdarıdır. İhrama girene "Haram" denir ki "İhrama girmiş" manasınadır. Sıhhat'ta da böyle denilmiştir. Şer'an ihram; hususi bir takım hürmetlere girmek, yani onları iltizam etmektir."(80) İhram'a girmenin rüknü; niyyet ve telbiye'dir. Bu ikisinin bir arada bulunması gerekir. Telbiye yapar, niyyet etmezse ihrama girmiş olmaz. Hanefi fûkahası; niyetle telbiyenin arasının açılamıyacağını, ikisinin bir arada bulunması gerektiğini esas almıştır. Nitekim Husâm-ı Şehid'in; "İhrama niyetle girilir, ama bu telbiye ederek olur. Nasıl ki namaza niyetle girilir, ama tekbir almak şartı iledir. Sadece tekbirle girilmez" hükmü mutemed kavil olarak beyan edilmiş. Yani; nasıl namaza niyet ve iftitah tekbiri ile başlanırsa; hacc ve umre'ye de; mikatlarda ihrama girerek başlanır. İhram'a girmek de; niyyet ve telbiye ile olur.
972 Mükellef ihram'a girmeye niyyet ettiği zaman; gusül abdesti veya abdest alır. Resûl-i Ekrem (sav)'in ihrama girmek için gusül abdesti aldığı rivayet edilmiştir.(81) Ancak bunun temizlik niyyetiyle yapıldığı esas alınmıştır. Nitekim İmam-ı Merginani; ihrama girerken gusül abdesti almanın hükmünün, tıpkı cum'a namazına giderken alınan gusül abdesti gibi olduğunu beyan ettikten sonra: "İhram için gusül abdesti almak efdaldir. Zira temizliğin manası, onda eksiksiz bir şekilde zuhur eder. Ayrıca Resûl-i Ekrem (sav) de bunu ihtiyar etmiştir"(82) buyurmaktadır. Gusül abdestini aldıktan sonra; temiz bir izâr ve ridâ giyer!. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in (İhramı esnasında) izâr ve ridâ giyindiği bilinmektedir.(83) Dikişli elbise giyilmesi menedilmiştir. Avretini örtmesi sıcak ve soğuktan korunması için, belden aşağısını izâr'la, belden yukarısını da ridâ ile örter. Feteva-ı Hindiyye'de: "Avret yerlerinin örtülmesi şartı ile, ihramın bir parçadan ibaret olması caiz olur. Tatarhaniyye'de de böyledir. İzâr; göbekten dizkapağına kadar olan yeri örten bir peştemaldır. Ridâ ise; sırta, omuzlara ve göğüse örtülen havludur. İzâr göbeğin üstüne bağlanır. İhramı iğne ile tutturmak veya iple bağlamak kötü bir iştir. Ancak böyle yapan kimseye de birşey gerekmez. Bahru'r Raik'te de böyledir. İhrama giren kimse; ridâ'sını sağ omuzunun altından alır ve sol omuz başına kor, böylece sağ omuzu açıkta kalır. Hizanetü'l Müftin'de de böyledir"(84) hükmü kayıtlıdır.
973 Hz. Cabir (ra)'den rivayet edilmiştir ki; "Resûl-i Ekrem (sav) "Zül'l-Huleyfe"de ihrama girdikten sonra iki rek'at namaz kıldı."(85) Dolayısıyla mükellef, ihrama girdikten sonra iki rek'at namaz kılar ve şöyle der;
"Allâhümme innî ürîdül hacce feyesirhü lî vetekabbelhü minnî"
Manası: "Allah'ım!.. Ben haccetmek istiyorum, niyetim budur. Bunu bana kolay kıl ve benden kabul buyur".
Hacca niyet eden kimse bunu söyler.(86) Eğer "Umre'ye" niyet ederse, hacc yerine umreyi söyler!.. Daha sonra Telbiye getirir. Telbiye'den murad şu duayı okumaktır;
"Lebbeyk Allâhümme lebbeyk; lebbeyke lâ şerikeleke lebbeyk, innelhamde venni'mete leke vel'mülke lâ şerîkeleke"
Manası: "Emrine hazırım!.. Allah'ım, emrine hazırım!.. Emrine hazırım, senin kat'iyyen şerikin (ortağın) yoktur!.. Emrine hazırım!.. Şüphe yok ki; hamd da, nimet de, mülk de, sadece sana mahsustur. Kat'iyyen Senin ortağın yoktur."
974 İhrama niyyet etmeden; sadece telbiye söyleyen kimse "Muhrim" olmaz. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.(87) Zira ibadet; ancak niyyet ile hasıl olur.(88) Hem niyyet eden, hem de telbiye getiren mükellef "Muhrim" durumdadır. Namazlarının sonunda, yüksek bir yere çıktığı, bir vadiye indiği veya bir kafile ile karşılaştığı zaman telbiye getirir. Ayrıca seher vakitlerinde yüksek sesle telbiye duasını okur.(89) Hanefi fûkahası; her durum değişikliğinde telbiye'nin yüksek sesle (Fakat, gırtlağı zorlamadan) okunmasının müstehab olduğu hususunda ittifak etmiştir.
İHRAM'A GİREN KİMSENİN DİKKAT EDECEĞİ HUSUSLAR
975 İhram'a giren mükellef Allahû Teâla (cc)'nın nehyettiğ herşeyden titizlikle sakınır. İmam-ı Merginani: "Muhrim; Allahû Teâla (cc)'nın kendisine yasakladığı cinsi temas, ma'siyet ve başkalarıyla çekişme, didişme'den sakınır. Bu hususta asıl olan Allahû Teâla (cc)'nın şu kavlidir: "Hacc bilinen aylardır. İşte kim onlarda haccı (Kendisine) farz eder (ihrama girer) se, artık hacda ne refes, ne füsûk, ne de cidal yoktur."(90) Bu nefy sigasıyla beyan buyurulan bir yasaktır. Yani bunlar yoktur demek, "bunlara yaklaşmayınız" manasınadır. Refes demek; cim'a (cinsi temas) veya fahiş kelâmdır. Ayrıca kadınların huzurunda cinsi temasla (Cim'a ile) ilgili sözdür. Füsûk ise; her türlü kötülüğü içine alır. Bu muhrim olan kimse için daha şiddetli bir haramdır. Cidal'e gelince; bu yol arkadaşlarıyla lüzûmlu-lüzûmsuz çekişme, mücadeledir. Bunların hepsi yasaklanmıştır"(91) hükmünü beyan ediyor.
976 Kur'an-ı Kerim'de: "İhramlı bulunduğunuz süre içerisinde size kara avı haram kılındı"(92) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla ihrama giren mü'minin, her türlü kara avından uzak durması şarttır. Zira ihramlı iken avlanmak haramdır.(93)
977 İhramlı olan kimse avlanmadığı gibi, av ile meşgul olan kimselere yol gösteremez ve avın bulunduğu yeri işaretle de olsa belirtemez.(94) Zira Ebû Katede (ra)'den bu hususta şu rivayet yapılmıştır: "Ebû Katede (ra) ihramlı olmadığı bir sırada, vahşi bir hayvanı avladı. Yanındaki arkadaşları ise ihram içerisinde idiler. Resûl-i Ekrem (sav) ihramlı olan arkadaşlarına: "Siz işaret ettiniz mi, vurmasına delâlet ettiniz mi, yardımda bulundunuz mu?" diye sordu. İhram içerisinde olanlar cevaben dediler ki: "-Hayır, kat'iyyen biz bunları yapmadık". Bunun üzerine Resûlullah (sav): "O halde etinden yiyebilirsiniz" buyurdular."(95)
978 İhramlı olan kimse; gömlek ve şalvar gibi (dikilmiş) elbiseler giyemeyeceği gibi, sarık, külâh, kaftan ve mest de giyemez.(96) Ancak nalinleri (Takunya, naylon vs..) bulunmazsa; ayakkabı kayışının bağlandığı yerin hizasından itibaren mestlerinin arka tarafını keserek kullanabilir. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'den bu hususuta rivayet mevcuddur, denilmiştir ki: "Peygamber (sav) ihramlı kimsenin; gömlek, şalvar, sarık, külâh, kaftan ve mest giymesini Nehyetti ve sonunda dedi ki: "Ne de mestlerini. Ancak iki nalin bulunamazsa mestlerinin kaabları hizasından arkasını keser"". Hişam'ın, İmam-ı Muhammed (rh.a)'den rivayet ettiğine göre burada "Kaab"; yumru olan mafsal kemiği değil, nalin kayışının dip kısmındaki ayağın mafsallarıdır.(97)
979 Vefat eden ihramlı bir kişi hususunda Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Onun yüzünü ve başını örtmeyiniz. Zira o kıyamet gününde telbiye getirirken yeniden diriltilecektir"(98) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası; "İhramlı kimse yüzünü ve başını örtmez" hükmünde ittifak etmiştir.(99)
980 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hacı, saçları dağılmış, tozlanmış, güzel kokuyu ve yağlanmayı terk ettiği için, kokan kişidir"(100) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "İhramlı kimse güzel koku sürünmez. Başının ve bedeninin kıllarını traş etmez, tırnağını kesmez ve ondan bir parça bile olsa koparmaz. Eli ile kokulu şeylere dahi dokunmaz, yağ sürünmez ve yağlanmaz (Krem kullanmaz), saçını ve sakalını çöven (hatmi) ile yıkamaz, çünkü o sabun hükmündedir. Ayrıca başını kaşımaz, şayed ihtiyaç sebebiyle kaşıyacak olsa kıllarının kopmaması için yavaş yavaş karışır(101) hükmünde ittifak etmiştir.
981 Safran, vers ve usfur ile boyanmış elbise giyemez. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "ihramlı kimse za'feran ve vers dokundurulmuş elbiseyi giyemez"(102) buyurmuştur. Ancak bu kokulu bitkilerin dokunduğu elbiseler çok iyi yıkanırsa ve kokusundan eser kalmazsa durum değişir. İhramlı kimsenin gusül abdesti almasında bir beis yoktur. Zira Hz. Ömer (ra) ihramlı olduğu halde gusül abdesti almıştır.(103)
982 Haremin otunu ve kimsenin mülkünde olmayan ağacını kesmek caiz değildir. Hanefi fûkahası, Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Haremin yeşil otu biçilmez ve dikeni de kesilmez"(104) Hadis-i Şerifini esas almıştır. Ancak kuru ot ve izhir otu müstesnadır. Feteva-ı Hindiyye'de: "İhramlı olan kimse haremin ağaçlarını ve otunu kesip-koparamaz. Ancak izhir (boya) otu müstesnadır. Tahavi Şerhinde de böyledir"(105) hükmü kayıtlıdır. İhramlı kimsenin, nelere dikkat etmesi gerektiği hususunda "Cinayet"ler bahsinde ayrıca durulacaktır. Şimdi hac ibadetinin nasıl edâ edileceğini izaha gayret edelim.
HACC İBADETİ NASIL EDA EDİLİR?
983 İhramlı olan kimse; Mekke-i Mükerremeye yaklaştığı zaman, imkân bulursa gusül abdesti alır. İmam-ı Merginani: "Mükellef Mekke'ye girdiği zaman ilk defa Mescid-i Haram'a gider. Zira rivayet edilmiştir ki Resûl-i Ekrem (sav) Mekke'ye girer-girmez Mescid-i Haram'a gitmiştir. Kaldı ki maksad; Kâbe-i Muazzama'yı ziyaret etmektir. Bu ise o mekândadır. Mekke'ye gece veya gündüz girmesi, mükellefe hiçbir zarar vermez. Çünkü yapılan amel, bir beldeye girmekten ibarettir. Kâbe-i Muazzama'yı gördüğü zaman tekbir getirir ve kelime-i tevhid'i söyler, İbn-i Ömer (ra)'in Kâbe-i Muazzama ile karşılaştığı zaman "Bismillâhi vallâhû ekber" dediği bilinmektedir. İmam-ı Muhammed (rh.a) "El Asl" isimli eserinde; beyti gören kimse için dualardan herhangi birşeyi tayin buyurmamıştır. Zira duaları vakitlendirmek sûretiyle tayin etmek, kalbin inceliğini (rikkatini) tahrip eder, götürür. Eğer dualardan nakledilen birisiyle (Resûl-i Ekrem (sav) ve Sahabe-i Kiram'ın dualarından birisini) teberrük ederse, bu gerçekten güzeldir"(106) hükmünü beyan etmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Mekke'ye girmek için gusül abdesti almak müstehaptır. Mükellef; "Beni Şeybe" kapısına gelinceye kadar, telbeyi getirerek dahil olma durumundadır. Bu da müstehaptır. Mescid-i Haram'a; mütevazi bir vaziyette, huşû ve ihlâsla, o makamın azameti düşünülerek sakin sakin, telbiye getirilerek girilir. Bahru'r Raik'te de böyledir. Zaruret bulunmadığı süre içerisinde Mescid-i Haram'a yalınayak girilir. İhtiyar'da da böyledir. Mescid-i Haram'a giren kimse önce sağ ayağını atar ve şu şekilde dua eder: "(107) Hükmü kayıtlıdır.
"Bismillâhi velhamdü lillâhi vesselâtü alâ Resûlillâhi!.. Allahümeftah lî ebvâbe rahmetike ve edhılnî fiyha!.. Allahümme innî es'elûke fi mekami hâzâ en tusalliye alâ seyyidinâ Muhammedin abdike ve resûlike ve terhamenî ve tukîyle asreti ve tağfire zünûbi ve teda'a anni vizrî"
Mânası: Allahû Teâla (cc)'nın adıyla başlarım. Hamd Allah'a (cc) mahsustur. Salât ve selâm O'nun Resûlüne olsun. Allah'ım!.. Bana rahmetinin kapılarını aç ve beni oraya dahil et!.. Allah'ım!.. Gerçekten şu yüce makamda senden, senin kulun ve Resûlün olan Efendimiz Muhammed'e salât eylemeni diliyorum Bana da merhamet etmeni, hatalarımı gidermeni, günahlarımı bağışlamanı ve benden fenalıklarımı kaldırmanı da bu bulunduğum yerde, senden istiyorum."
984 Kâbe-i Muazzama'yı (Beytullah'ı) görünce tekbir ve tehlil okuyarak, gönlünden geçtiği gibi dua eder. Daha sonra Hacer-i Esved'in karşısından tavafa başlar. Önce Hacer-i Esved'e döner, tıpkı namazda olduğu gibi iki elini kaldırarak tekbir alır. Zira rivayet edilmiştir ki; Resûl-i Ekrem (sav) mescid'e girdi, Hacer-i Esved'in karşısında durdu. Önce tekbir getirdi, daha sonra tehlil'de bulundu."(108) Essah olan kavle göre eller omuz hizasına kadar kaldırılır.(109) Eğer hiçbir mü'mine eziyyet vermeksizin, Hacer-i Esved'e elini ve yüzünü sürebilmek mümkünse, bunu yapar. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'den rivayet edilmiştir ki; "Hz. Ömer (ra)'e hitaben" şunu beyan buyurmuştur: "Şüphesiz sen kuvvetli bir kimsesin, Hacer-i Esved'i istilâm etmeye kalkarsan zayıf müslümana eziyyet verirsin. O halde Hacer-i Esved'i istilâm edeceğim diye insanları sıkıştırma. Fakat müsait bulursan onu istilâm et (Elini ve yüzünü sür). Eğer müsaid değilse Hacer-i Esved'e karşıdan istikbal et, tekbir getir ve kelime-i tevhid'i söyle."(110) Hanefi fûkahası; Hacer-i Esved'e elini ve yüzünü sürmenin (İstilâm etmenin) "sünnet", mü'mine eziyyet vermemenin ise "Vacip" olduğunu esas almıştır.(111) Hacer-i Esved'i istilâm ederken şu dua okunur:
"Bismillâhirrahmânirrahıym. Allahümmağfirli zünûbi ve tahhirlî kalbî veşrahlî sadri ve yessirlî emri ve âfinî fimen âfeyte"
Manası: "Rahmân ve Rahim olan Allahû Teâla (cc)'nın adı ile!.. Allah'ım!.. Benim günahlarımı bağışla ve kalbimi temizle, yüreğime genişlik ver, işimi bana kolaylaştır ve kendilerine afiyet verdiğin kimseler gibi bana da afiyet ver". Muhıyt'te de böyledir.(112)
985 Bu duadan sonra, Haceri'l Esved'in sağından Kâbe'nin kapısını takip ederek tavafa başlar.(113) Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in; Hacer-i Esved'i istilâm ettikten sonra, sağından Kâbe-i Muazzama'nın kapısını takiben yedi şavt tavaf buyurduğu bilinmektedir.(114) Bu sünnettir.
986 Tavafı "Hatim'in" arka tarafından yapar. Buna "Hicir" de denilmiştir.(115) Hz. Aişe (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav) "Hatim (Hicr) Beyt'tendir" buyurmuştur.(116) İlk üç şavt'ta "Remel" yapar. Önce "Şavt", sonra da "Remel" kavramları üzerinde duralım.
ŞAVT: "Tavaf esnasında Hacerü'l Esved'den başlayıp, Kâbe-i Muazzama'nın etrafını dolaşarak, tekrar Hacerü'l Esved'e gelmeye verilen isimdir. Kafi'de de böyledir."(117) Bütün alimlere göre tavaf'a "Hacerü'l Esved"den başlamak sünnettir. Tavafa bunun haricinde başlamak da caizdir. Ancak bu mekruh olur.
REMEL: Tavafın ilk üç şavtında erkeklerin kısa adımlarla, omuzlarını silkerek ve çalımlı bir şekilde yürümesine (koşar gibi) verilen isimdir. Remel'de Hacerü'l Esved'de başlar yine Hacerü'l Esved'de tamamlanır. İmam-ı Merginani "Remel" yapmanın sebebini izah ederken; "Bunun sebebi; müşrikler, müslümanların tavaf yapacakları esnada "Medine'nin sıtması bunları amma da zayıf düşürmüş" demeleri üzerine, onlara karşı şiddetli ve kuvvetli olduklarını göstermek içindi. Sonra Resûl-i Ekrem (sav)'in döneminde ve ondan sonra bu sebeb sona erdi, fakat hükmen bakî kaldı"(118) hükmünü beyan eder. Nitekim Sahebe-i Kiram'dan bir zat: "Biz neden bu remel'e devam ediyoruz. Vaktiyle müşriklere kuvvetli olduğumuzu göstermek için Remel yapıyorduk. Halbuki Allahû Teâla (cc) onları mahv-û perişan etmiştir?" diyor, bunun üzerine Hz. Ömer (ra): "Remel öyle birşeydir ki, onu Resûl-i Ekrem (sav) yapmıştır. Biz Resûlüllah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem'in sünnetlerini terketmeyi sevmeyiz"(119) buyurmuştur. Tavaf yapan kimse; ilk üç şavt'ta remel yapar, diğer şavtlarda ise yavaş yavaş yürür. İnsanlar çok kalabalık olduğu zaman beklenilir ve yol bulunca Remel yapılır. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.(120) Zira Remel'in bir bedeli yoktur. Bu sebeble bekler ki tavaf'ta sünnet vechi üzerine yerine getirilsin. İstilam'da ise durum böyle değildir. Çünkü istikbal etme (Ona karşı durub, selâmlama) bedel hükmündedir.(121) Yedi şavt tamamlanınca "Tavaf" bitmiş demektir. Tavaf'ı; Hacerü'l Esved'i istilâm ederek sona erdirmek gerekir.
987 Tavaftan sonra Makam-ı İbrahim'e gelip orada iki rek'at namaz kılar. Şayed mükellef Makam-ı İbrahim'de yer bulamazsa, Mescid-i Haram'ın mümkün olan bir yerinde namazını kılar. Feteva-ı Hindiyye'de "Bu iki rek'at tavaf namazı bize göre (Hanefi fûkahasına) vaciptir. Birinci rek'atta, Fatiha'dan sonra "Kâfirûn" sûresi, ikinci rek'atta ise Fatiha'dan sonra "İhlâs" sûresini okur. Bize göre kılınan herhangi bir farz namaz, bu iki rek'at tavaf namazı yerine geçmez. Zahidi'de de böyledir. Bu namazdan sonra Makam-ı İbrahim'in arkasında dua etmek müstehabtır. Kişi bu duasında dünya ve ahirette muhtaç olduğu hususları Allahû Teâla (cc)'dan taleb eder. Tebyin'de de böyledir. Tavaf namazı; nafile namaz kılmanın mübah olduğu her vakitte kılınabilir. Tahavi'de de böyledir. Tavafı tamamlayan mükellefin; Safa tepesine çıkmadan önce "Zemzem" kuyusuna inip, "Zemzem" suyu içmesi ve kalanını yere dökmesi ve şu şekilde dua etmesi gerekir.(122) Hükmü kayıtlıdır. Dua şudur;
"Allahümme inni es'elüke rızkan vasian ve ilmen nafian ve şifaen min külli dâin"
Mânası: "Allah'ım!.. Senden geniş rızık, faydalı ilim ve her derde devâ vermeni istirham ediyorum." Yapılan bu ilk tavafa "Kudûm" denir, sünnettir.
988 Safa ile Merve arasında sa'y etmek isteyen kimse; Hacerü'l Esved'e döner ve istilâm eder. Şayet buna imkân bulamazsa; Hacerü'l Esved'e yüzünü dönerek tekbir ve tehlil getirir. Sonra doğruca Safa tepesine geçer. Resûl-i Ekrem (sav)'in "Benî Mahzûn" kapısından Safa'ya çıktığı bilinmektedir. Bu kapıya "Babü's Safa" adı verilmiştir. Buradan çıkmak sünnettir.(123) Esasen en yakın olan kapı da budur. Başka kapılardan çıkmak da mümkündür. Kapıdan çıkarken sol ayak atılır. Safa tepesine çıkmak gereklidir. Bundan murad; Safa tepesinden "Beytullah'ın" görülmesidir.(124) Zira mükellif; Safa tepesinden yüzünü "Beytullah'a" dönerek, ellerini kaldırır ve üç defa tekbir alır. Daha sonra Kelime-i Tevhid, salât-ü selâm ve duada bulunur. Sonra Safa tepesinden iner; batn-ı vadiye gelene kadar sükûnet içerisinde yavaş yavaş yürür. Yeşil direğe gelince koşmaya başlar ve ikinci yeşil direğe kadar koşar.(125) İkinci yeşil direği geçtikten sonra vakar içerisinde Merve tepesine kadar yürür. Merve tepesine gelince "Beytullah'a" karşı yüzünü çevirir; Allahû Teâla (cc)'ya hamd-ü sena, Resûl-i Ekrem (sav)'e salât-ü selâm, tekbir, tehlil ve duada bulunur. Safa ile Merve arasında yedi şavt gelir-gider!.. Sonuç olarak; Safa tepesinden Merve'ye dört gidiş ve merve'den safaya üç dönüş yapılmış olur. Sa'yi tavaftan sonra yapmak şarttır. Hatta bir kimse tavaftan önce sa'y etmiş bulunsa; bu sa'yi tavaftan sonra iade etme durumundadır.(126)
989 Kur'an-ı Kerim'de: "Şüphe yok ki "Safa" ile "Merve" Allah'ın şearindendir. İşte kim o beyti (Kâbe-i Muazzama'yı) hacc veya Umre (Kasdı) ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir beis yoktur. Kim gönlünden kopararak bir hayır işlerse, mükâfatını görür. Çünkü Allah taatlerin ecrini veren, (Her şeyi de) Hakkı ile bilendir"(127) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime'yi esas alan Hanefi fûkahası; "Safa" ile "Merve" arasında sa'y etmek vaciptir, rükün değildir" hükmünde ittifak etmiştir.(128) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sa'y'a nereden başlanacağı hususunda" kendisine yapılan bir müracaatı izah ederken: "Allahû Teâla (cc)'nın kendisiyle başladığı ile (Safa tepesi) başlayınız"(129) hükmünü esas alan, Hanefi fûkahası, sa'y amelinin "Safa" tepesinden başlaması gerektiğine kail olmuştur. İmam-ı Şafii (rh.a) indinde; "Safa ile Merve" arasında sa'y, haccın rüknüdür.
990 Sa'yi tamamlayan mükellef; Mescid-i Haram'a girip iki rek'at namaz kılar.(130) Eğer hacca niyyet etmişse, ihramlı olarak Mekke'de Terviye gününe (Zilhicce'nin 8.nci günü) kadar kalır. Her fırsat buldukça Kâbe-i Muazzama'yı tavaf eder. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Beyti tavaf namazdır. Namaz ise vazolunmuşların en hayırlısıdır"(131) buyurmuştur. (Ancak bu tavaflardan sonra Safa ile merve arasında sa'y etmez!) Kâbe-i Muazzama'yı tavaf eden mükellefin; her yedi şavt'tan sonra iki rek'at namaz kılması esastır. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav): "Tavaf eden mükellef, her yedi şavt için iki rek'at namaz kılsın"(132) hükmünü beyan buyurmuştur. Hanefi fûkahasının indinde bu namaz vaciptir. İmam-ı Şafii (rh.a) ise "Sünnet" olduğunu esas almıştır.(133)
991 Terviye gününden bir gün önce imam bir hutbe okur!.. Bu hutbe'de insanlara Haccın Menasikini izâh eder. Hacc esnasında üç hutbe vardır. Bunlar:
1. Terviye gününden bir gün önceki hutbe,
2. Arefe günü Arafat'ta okunan hutbe,
3. Zilhicce'nin onbirinci (Bayram'ın ilk günü) Mina'da okunan hutbedir.
Bu hutbeler arasında oturulmaz. Ancak Arefe günü okunan hutbe iki hutbe olduğu için ikisinin arasında bir miktar oturulur. Bu hutbelerin hepsi zevalden (Yani öğle namazından) önce okunur. Yalnız Arefe günü hutbe zevalden sonra, fakat yine de öğle namazından az önce okunur. Tebyinde de öyledir.(134) Terviye günü sabah namazından ve güneşin doğmasından sonra hep birlikte Mina'ya gidilir. Efdal olan budur. Ancak güneş doğmadan önce gidilmiş olsa da caizdir. O gece Mina'da geçirildikten sonra; Arefe gününün sabah namazı edâ edilir. Daha sonra topluca Arafat'a doğru yola çıkılır. Mükellefin Mekke'de geceleyip, Arefe gününün sabah namazını orda kıldıktan sonra Arafat'a yönelmesi ve Mina'ya da uğraması, caizdir. Fakat böyle yapmak Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetini terk etmek olduğu için, güzel bulunmamıştır.
992 İmam-ı Merginani: "Tevriye gününde Mekke'de sabah namazını kıldığı zaman, Mina'ya hareket edilir. Arefe günü sabah namazını kılıncaya kadar orada ikamet edilir. Zira rivayet edildi ki; "Peygamber (sav) Tevriye gününde Mekke'de sabah namazını kıldı. Güneş doğduktan sonra Mina'ya hareket etti. Mina mevkiinde öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını edâ etti. Sabah Namazından sonra Arafat'a doğru yola çıktı." Şayed Arefe gecesi Mekke'de kalıp, sabah namazını orada edâ ettikten sonra Arafat'a doğru yola çıksa ve Mina'ya uğrasa kifayet eder. Zira Mina'da Arefe gününde, herhangi bir hacc menasikini edâ etmek sözkonusu değildir. Ancak Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetini terketmesi sebebiyle isaet (Hata) etmiş olur"(135) hükmünü beyan etmektedir.
993 Mina'dan topluca Arafat'a doğru hareket edilir. Bir mü'minin; Mina'dan güneş doğmadan önce tek başına Arafat'a doğru hareket etmesi, "Tekebbür" tehlikesi dikkate alınarak hoş bulunmamıştır. İmam-ı Muhammed (rh.a) "el Asl" isimli eserinde; "Arafat'a cemaat halinde inmek esastır. Zira tek başına inmekte tekebbür (Kibirlenme) tehlikesi vardır. Hal ise tevâzu ve ihlâsı gerektirir. Cemaat halinde dua ve ibadetin kabulü daha umulan bir husustur"(136) hükmünü beyan etmiştir. Arafat'ın her yeri vakfe için müsaittir. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Arafat'ın her yeri vakfe için uygundur. Ancak Batn-ı Arene'den uzak durunuz. Müzdelife'nin her yerinde vakfe yapılabilir. Fakat muhassir vadisinden uzak durunuz"(137) hükmünü beyan buyurmuştur. Vakfe'de en faziletli mekân "Cebel-i Rahme" denilen kısımdır. Zevâlden sonra, hacc emiri veya imam hutbe'ye çıkar ve Müezzin de ezân okur. Tıpkı Cum'a Namazında olduğu gibi hacc emiri veya imam "Hutbe'yi" okur. Feteva-ı Hindiyye'de: "İmam bu hutbede insanlara Arafat ve Müzd