6. BÖLÜM: ORUÇ BAHSİ

ORUÇ'UN TARİFİ VE ÖNEMİ
791 Oruç kelimesi; Farsça'dan Türkçe'ye geçmiş bir kelimedir.(1) Kelimenin aslı "Roze"dir. Bu kelime Türkçe'ye önceleri "Oruze" (Günlük) olarak geçmiş , daha sonra "Oruç" halinde kullanılmaya başlanılmıştır. Arapça karşılığı savm veya siyam'dır. "Savm" kelimesinin lûgat manası: Yeyip-içmekten kendini tutmak, imsak, hareketsiz kalmak ve herşeyden el-etek çekmektir.(2) İslâmî ıstılahta "ikinci fecirden (fecr-i sadıktan) itibaren güneşin gurûbuna kadar; yemekten, içmekten, cinsi münasebetten ve orucu bozan diğer şeylerden, Allahû Teâla (cc)'ya kulluk niyyeti ile nefsi men etmeye"(3) verilen isimdir. Malum olduğu üzere, oruç; yalnız bedenle yapılan ibadetler cümlesindendir. Dolayısıyla her mükellefin nefsi için "farz-ı ayn" dır. Resûl-i Ekrem (sav): "Bir kimse, başka bir mükellefin yerine oruç tutamaz. Yine bir kimse, başka bir mükellefin yerine namaz kılamaz"(4) hükmünü beyan buyurmuştur. Zira oruçta; sürekli olarak kötülüğü emreden "Nefs-i Emmare'yi" kahretme sözkonusudur.
792 Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı). Tâ ki, korunasınız"(5) hükmü beyan buyurulmuştur. Oruç'un Hicret'ten sonra "Farz" kılındığı hususunda ittifak vardır. Sahih olan rivayete göre; Bedir Savaşı'ndan kısa bir süre sonra farz kılınmıştır.(6) Hz. Aişe (r.anha) validemizden rivayete göre; Resûl-i Ekrem (sav) daha önce Aşûre orucuna devam buyurmuştur. Hz. Muaz b. Cebel (ra)'den rivayet edilen bir habere göre de; Medine'de her ay üç gün oruç tutmuş ve bunu ashabına da tavsiye etmiştir. İmam-ı Merginani: "Şüphesiz ki; Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Çünkü Allahû Teâla (cc): "Sizin üzerinize oruç farz kılındı" buyurmuştur. Ayrıca farziyeti hususunda icmâ teşekkül etmiştir. Bundan dolayı Ramazan orucunun farziyetini inkâr eden kâfir olur"(7) hükmünü zikretmektedir.
793 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Oruç insanı cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır; tıpkı sizi harpte ölüme karşı muhafaza eden bir kalkan gibi"(8) buyurduğu bilinmektedir. Malûm olduğu üzere oruç; mükellefi her türlü şehvetten alıkoyan ve ihlâsı artıran bir ibadettir. Açlığa, susuzluğa ve nefsin diğer arzularına boyun eğmemek ve direnmek açısından da oldukça önemlidir. Allahû Teâla (cc)'ya iman eden ve O'nun uğrunda cihad'a karar veren mü'min oruç ibadeti ile kuvvetli bir iradeye sahip olur. Hicrî Takvim; ayın hareketlerine göre değiştiği için, her yıl diğerine nisbetle on veya onbir gün önce gelir. Dolayısıyla insan bazen (-30) derecede, bazen de (+40) derecede oruç tutar. Bu bir anlamda mükellefin "Dondurucu bir soğukta ve kavurucu bir sıcakta dahi, Allahû Teâla (cc)'nın emirlerine uymaya hazırım" taahhüdünde bulunmasıdır. Ayrıca bir ay süre ile; nefsinin bütün şehvetlerini terketmesi oldukça önemli bir hadisedir.
794 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Oruç bir kalkandır. Oruçlu kem (kötü) söz söylemesin. Oruçlu, kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene iki defa "Ben oruçluyum" desin. Ruhum yed-i kudretinde olan Cenab-ı Hak'ka (cc) yemin ederim ki; oruçlu ağzın (açlık) kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha temizdir. Cenab-ı Hak (cc) buyurmuştur ki; "Oruçlu kimse benim (rızam) için yemesini, içmesini, cinsi arzusunu bırakmıştır. Oruç doğrudan doğruya bana edilen (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun (sayısız) ecrini de doğrudan doğruya ben veririm. Halbuki başka ibadetlerin hepsi on misliyle ödenmektedir""(9) buyurduğu bilinmektedir.
ORUÇ'UN ŞARTLARI
795 Bir insana oruç'un farz olması için üç şart vardır:
Birincisi: İslâm (yani o insan müslüman olmalıdır. Çünkü tevhid akidesi olmadan hiçbir ibadet sahih olmaz.) İkincisi: Akıl, Üçüncüsü: Bülûğa ermiş olmak.(10) İbn-i Abidin: "Şüphesiz niyet ederek gündüzün orucu bozan şeylerden kendini tutmaktan ibaret olan oruç; İslâm diyarında olsun, Dar-ı harb'te olsun, keza oruç'un farz olduğunu bilsin veya bilmesin, hayız ve nifas'tan temiz olan müslümandan tahakkuk eder... Ancak "Akıl ve bülûğ; ramazan orucunun farz olması için şarttır. Sahih olmasının şartı değildir"(11) hükmünü beyan etmektedir. Dolayısıyla; çocuklara oruç, bülûğa ermedikleri süre içerisinde farz değildir. Ancak onların; belirli bir yaştan itibaren, bu ibadete teşvik olunmaları çok önemlidir. Esasen tuttukları oruç da sahihtir.
796 Bir mükellefe; oruç'un edâsının farz olması için iki şart vardır: Birincisi: Sıhhatli olmak, İkincisi: Mûkim olmaktır. Yani seferi halde bulunmamak!..(12) Hanefi fukahası: "Sefer halinde olan kimseye, oruç zarar vermeyecekse tutması mendubtur. Çünkü Allahû Teâla (cc) "Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır"(13) buyurmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in : "Sefer halinde iken oruç tutmak, birr (İtaat ve iyilik) değildir" hadis-i şerifi, güçlük durumuna hamledilir"(14), hükmünde müttefiktirler. Bilindiği gibi ruhsat; kulların özürlerine binaen meşrû kılınmış olan hükümleri içine alır. Muhakkak ki seferi halde bulunmak güçlükten hali olmaz. Ancak Ramazan ayında tutulan oruçla; diğer zamanlarda tutulan oruç bir değildir. Dolayısıyla "Ruhsat-ı Terfih"teki esas; azimet'le amelin meşrûiyyetini düşürmemesidir. Nitekim bu konu üzerinde daha önce durulmuştur.(15)
797 Oruç'un edâsının sahih olması için iki şart vardır: Birincisi: Niyyet!.. İkincisi: Hayız'dan ve Nifas'tan temiz olmak!.. Niyyet; kalbe ait olan kat'i bir azimdir. Mükellefin oruç tutacağını kalbi ile bilmesi ve azmetmesi niyyettir. Bu niyyeti dili ile söylemesi ise sünnet'tir. Nehrû'l Faik'te de böyledir.(16) Hanefi fûkahası; Ramazan ayında her günün orucu için ayrı ayrı niyyet etmenin esas olduğu hususunda ittifak etmiştir.(17) Zira her günün oruç'u başlı-başına bir ibadettir.
ORUÇ'UN VAKTİ
798 Kur'an-ı Kerim'de: "Oruç (günlerinin) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için, siz de onlar için birer libassınız. Allah nefislerinize karşı za'af göstermekte olduğunuzu bildi de, tevbenizi kabul etti, sizi bağışladı. Artık (bundan sonra geceleri) onlara yaklaşın ve Allah'tan hakkınızda yazdığınızı isteyin. (Bütün gece) fecr(i sadık) olarak, ak iplik, kara iplikten size seçilinceye kadar yeyin, için sonra geceye kadar orucunuzu tamamlayın"(18) hükmünü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Serahsi; bu Ayet-i Kerime'de zikrolunan "Siyah ve beyaz iplik" kelimelerinin renk manasına kullanıldığını; ufuktaki yaygın beyazlığın zahir olması ile oruç'un başlayacağını kaydetmektetir.(19) Esasen Hanefi fûkahası; "Oruç'un vaktinin fecr-i sadıkla başlıyacağı ve güneş batıncaya kadar devam edeceği hususunda" müttefiktir.(20) Bu hususta tek bir ihtilâf göstermek mümkün değildir. Bununla beraber; bu ikinci fecrin (Fecr-i Sadık'ın) ilk doğduğu âna mı, yoksa beyazlığın ufukta dağılmaya başladığı zamana mı itibar edileceği hususunda farklı görüşler mevcuddur. Şemsü'leimme Hulvani bu hususta: "Birinci kavle uymak (yani ilk âna) daha ehvattır, ihtiyata daha uygundur. İkinci kavil ise; daha geniştir, oruç tutacaklar için daha müsaittir" demiştir. Muhiyt'te de böyledir. Alimlerin çoğu da bu görüşü benimsemişlerdir. Hızanetü'l Müftin'de böyle zikredilmiştir.(21)
SAHUR'A KALKMAK
799 Hz. Malik b. Enes (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sahur yemeği yeyiniz. Çünkü sahur yemeğinde bolluk (bereket) vardır"(22) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahasından İmam-ı Merginani, bahsi geçen Hadis-i Şerif'i zikrettikten sonra: "Müstehab olan sahur yemeğini yemek ve onu geciktirmektir. Zira Resûl-i Ekrem (sav) "Üç şey mürsellerin ahlâkındandır; iftarda acele etmek, sahuru geciktirmek ve misvak kullanmak" buyurmuştur. Ancak mükellef; fecr-i sadık'ın durumu hakkında şüpheye düşerse, efdal olan haramdan kurtulmak için yemeği terk etmektir"(23) hükmünü zikreder. Şurası muhakkaktır ki; sahura kalkıp birşeyler yemek, oruç tutmak niyetiyledir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Ramazan ayında sahura kalkmak bir niyyettir. Necmüddin Nesefi bu şekilde zikretmiştir. Ancak sahura kalkmak, sadece o günün orucu için niyyet hükmündedir, başka bir günün orucu için niyyet yerine geçmez"(24) hükmü kayıtlıdır.
800 İbn-i Abidin, sahurla ilgili olarak şunları kaydetmektedir: "Sahur'un delili, Ebû Dâvud'dan maada Hadis imamlarının Hz. Enes (ra)'den rivayet ettikleri hadistir. Resûlullah (sav): "Sahura kalkın, çünkü sahurda bereket vardır" buyurdu. Buradaki bereket'den murad; ertesi günün orucuna kuvvet kazanmak veya sevabın ziyadeliği olduğu söylenmiştir. Sahur; seher vaktinde yenilen yemektir. Bu gecenin son altıda birindedir. Bahır sahibi diyor ki; "Ulemânın sözlerinde bu sünnetin sadece su ile hâsıl olacağını açık olarak görmedim. Ama hadisin zahiri bunu ifade ediyor. Hadis, İmam-ı Ahmed (rh.a)'in rivayet ettiği: "Sahurun hepsi berekettir. Onu bırakmayın!.. Velev ki biriniz bir yudum su olsun içsin. Çünkü sahura kalkanlara Allah (cc) ve Melekleri salat eylerler" Hadis-i Şerifi'dir.(25)
KAÇ ÇEŞİT ORUÇ VARDIR?
801 Oruç ibadeti; farz, vacib ve nafile olmak üzere üç'e ayrılır.(26) Farz olan oruç da; kendi arasında ikiye ayrılır. Birincisi: Muayyen olan farz oruç, (Ramazan-ı Şerif orucu). İkincisi: Gayr-ı muayyen olan farz oruc!.. (Kazaya kalan Ramazan-ı Şerif orucu ve keffaret olarak tutulacak oruç). Hükmen vacip olan oruç'lar da; kendi arasında ikiye ayrılır. Birincisi: Muayyen olan vacip oruç!.. (Muayyen bir günde tutulması nezredilen oruç). İkincisi: Gayr-i muayyen olan vacip oruç!.. (Herhangi bir günde tutulması nezredilmemiş oruç). Allahû Teâla (cc)'nın rızası için tutulan nafile oruçlar da ayrı bir nev'idir. Tebyinde de böyle zikredilmiştir.
"RÜYET-İ HİLÂL" MESELESİ
802 Kur'an-ı Kerim'de: "(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, Kur'an o ayda indirilmiştir. (O Kur'an ki) İnsanlara (Mahz-ı) hidâyet'dir. Öyle ise içinizden kim o aya (Ramazan'a) erişirse onu (orucunu) tutsun"(27) hükmü beyan buyurulmuştur. Görüldüğü gibi oruç ibadeti'nin Ramazan ayında "Farz" olduğu kat'i nass'la sabittir. Bu durumda; o aya girilip, girilmediğinin nasıl tesbit edileceği önemlidir.
803 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hilâli görmekle oruç tutun ve yine hilâli görmekle bayram edin. Eğer hava bulutlu olduğu için hilâli göremezseniz, şaban ayının günlerini otuza tamamlayınız"(28) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası: "Şaban ayının yirmi dokuzuncu günü; akşam üzeri gurub vaktinde, insanların hilâli gözlemeleri vacibtir. Hilâli görürlerse, ertesi gün Ramazan ayı orucuna başlarlar. Eğer hava bulutlu olduğu için hilâli göremezlerse, şaban ayını otuz güne tamamlarlar"(29)) hükmünde ittifak etmiştir. Bu hususta tek bir ihtilâf mevcud değildir.(30) Hatta ihtilâfa medar olabilecek tek bir zayıf kavil dahi yoktur.
804 Hilâli gözleyen ve gördüğünü beyan eden kimsenin "Adil" olması şarttır. İmam-ı Merginani: "Mutlaka adalet aranır. Zira İslâmi meselelerde fasıkın sözü makbûl değildir. Tahavi'nin "İster adil olsun, İster adil olmasın" sözünün tevili, mestur olması (yani adil mi, fasık mı olduğu belinmeyen) halidir"(31) hükmünü zikreder. Hilâli tek başına gördüğünü beyan eden fasık bir kimse; "Ulû'lemr" veya "Kadı'ya" müracaat eder. Eğer bunlar; "Hilâli gördüğü hususundaki" beyanını tasdik ederlerse, mesele yoktur. Bütün mü'minlerin oruca başlaması gerekir. Ancak adil bir kimse; hilâli gördüğünü beyan ederse "Kadı" tasdik etsin veya etmesin bunu duyan kimselere oruç'a başlamak farz olur.(32) 805 Astronomi alimlerinin; ayın hareketlerini esas alarak yaptıkları hesaplara itibar edilerek, Ramazan ayına başlanılmaz. İbn-i Abidin: "Muvakkitlerin (Hesap uzmanlarının) sözüne itibar yoktur. Yani halka oruç farz olmak için, onların sözü delil olmaz. Hatta Mirac adlı kitabta; "Müneccimin (İlm-i Nücûm'da (Astronomi'de) ihtisas sahibi kimsenin) kendi hesabı ile amel etmesi caiz değildir" denilmiştir. Nehir'de de şu ibare vardır: Muvakkitlerin filan gecede hilâl gökyüzünde şöyle görülecektir demeleri ile oruç tutmak lâzım gelmez. Sahih kavle göre, velev ki adalet sahibi olsunlar"(33) hükmünü beyan etmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Hilâl meselesinde, müneccimlerin haberlerine müracaat edilemeyeceği gibi, sahih olan kavle göre onların sözleri de kabul edilemez. Siracül vehhac'ta da böyledir. Hatta bir müneccimin; bu hususta yaptığı hesapla, kendisinin amel etmesi de caiz değildir. Miracud'diraye'de de böyle zikredilmiştir"(34) hükmü kayıtlıdır. Meselenin özü şudur. İslâm ûleması, astronomi ilminin sonuçlarını inkâr noktasında değildir. Ancak hîlâl'in gözlenmesi nass'la sabit olan bir ameldir. Nitekim Hanefi Fûkahası, bunun "Vacib" olduğuna kaildir. İlmin ilerlemiş olması, herhangi bir "Vacib"i ortadan kaldırmaz. Kaldı ki; gözle görmenin kalbe vereceği kat'i azimle, "Takvim yaprağına" bakmak arasında korkunç bir fark mevcuddur.
806 Resûl-i Ekrem (sav)'in : "Orucunuz hepinizin oruç tuttuğu gün, bayramınız da hepinizin iftar ettiği gündür"(35) buyurduğu bilinmektedir. İbn-i Abidin; bu Hadis-i Şerifi Tirmizi ve diğerlerinin rivayet ettiğini beyân etmektedir. Ramazan ayı'nın yirmi dokuzunda; "Şevval Hilâli" gözetlenir, Şevval hilâlini bir kişinin görmesi ile iftar edilmez, ihtiyata riayet esastır. Ancak bir topluluk görürse, iftar edilir.(36) Meselenin özü şudur: bir kimse şevvali gördüğünü "Veliyyü'lemr" veya "Kadı'ya" müracaat ederek beyan ederse; onlar tasdik ettiği anda, "Bayram" ilân olunmuş demektir!.. Lâik olan (Yâni din ile dünya işlerini ayrı mütâlâa eden) devlet'ler; Ramazan ayının girişini ve bayram'ı ilân etme hakkına haiz değildirler. Zira bu İslâmi bir meseledir. Onların bu konuda "Velâyet" hakkı yoktur. Velev ki, ilân etseler dâhi, hükmen geçerli değildir!.. Zira "Velâyet" hakkı; bey'at sonucu ortaya çıkan bir hadisedir. Halbuki Laik devlet; hangi dinden olursa olsun bütün vatandaşlarını eşit kabul etmek zorundadır. Nasıl Hristiyan ve Yahudilerin "Bayram" günlerini ilân etmiyorsa; müslümanların "Bayram" günlerini de ilân edemez. Ettiği takdirde; vatandaşlar arasında eşitliği bozmuş ve "Din İstismarı" yapmış olur!..
ŞEK GÜNÜNDE ORUÇ TUTULUR MU?
807 "Şaban ayının son günü mü, yoksa ramazan ayının ilk günü mü?" olduğu hususunda şüpheye düşülen güne "Yevm-i Şek" denir. Resûl-i Ekrem (sav)'in "Ramazan ayının öncesinden bir gün veya iki gün oruç tutarak karşılamayınız. Ancak sizden birinin, başka bir maksadla tutmuş olması müstesna'dır"(37) buyurduğu bilinmektedir. İmam-ı Merginani: "Şüpheli olan günde (Yevm-i Şek'te) ancak nafile olarak oruç tutulabilir. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav) "Ramazan ayından olup olmadığından şüphe edilen günde oruç tutulmaz. Ancak nafile olarak tutulabilir" buyurmuştur. Bu mesele birkaç yönlüdür. Bunlardan birincisi; mükellefin Ramazan ayı orucuna (Farz'a) niyet etmesidir. Bu rivayet ettiğimiz nass noktasından mekruhtur. Zira "Ehl-i Kitab'a" benzeme sözkonusudur. Bilindiği gibi onlar; oruç müddetine ilâvede bulundular"(38) hükmünü zikreder.
808 Mükellef'in; "şüpheli olan günde (Yevm-i Şek'te)" niyyeti önemlidir. Eğer şüpheli günde: "Bugün ramazan ayı'nın ilk günü ise "Farz'a", Şaban ayının son günü ise "Nafile" oruca, niyyet ettim" diyerek, muallak bir niyyetle oruç tutarsa bu mekruh olur.(39) Ancak o günün şaban ayından olduğu anlaşılırsa, tuttuğu oruç nafile olur. Ramazan ayı'nın ilk günü ise; "Farz" olarak caizdir. Şayed mükellef; şüpheli olan günde nafile oruca niyyet etmişse, bunda bir beis yoktur. Nitekim İbn-i Hümam; Resûl-i Ekrem (sav)'in: Ramazan ayını öncesinden bir gün veya iki gün oruç tutarak karşılamayınız" Hadis-i Şerifi ile murad; farz olan oruç'la öne geçmektedir. Zira farz olan ibadetler, vakitleri girmeden önce edâ edilmezler. Kaldı ki mükellefin tutmakta olduğu bir oruca tesadüf etmişse oruç bi'l icma efdaldir. Kaldı ki, nafile oruç'ta nehyedilmemiştir. Yine her ayın sonundan üç gün veya daha fazla nafile orucu edâ ediyorsa (Yâni bu mükellefin âdeti ise) tutması efdaldir"(40) hükmünü beyan etmektedir. Dikkat edilirse; mükellefin niyyeti kat'i olursa kerahat ortadan kalkar. Nitekim Molla Hüsrev: "Eğer şüpheli olan gün (Yevm-i Şek); mükellefin mutad olarak tuttuğu oruca tesadüf ederse, tutması mendub olur. Yâni oruçlunun sünnet olarak tuttuğu; Cum'a, Perşembe veya Pazartesi günü orucu, şüpheli olan güne rastlarsa; mendub olur. Şüpheli olan günde, ilim sahipleri (Havas) oruçlu olur. Yani müfti ve Kadı gibi ileri gelenler, itiyat yolunu tutarak şüpheli olan günde oruçlu olurlar. Nehiyden uzak kalmak için; ilim sahibi olmayanlar da zevalden sonra iftar ederler"(41) buyurmaktadır..
809 Şüpheli olan günde (Yevm-i Şek'te) Mükellef; "Eğer yarın Ramazan ayının ilk günü ise oruç'a niyyet ediyorum, değilse "Niyyet" etmiyorum" derse bu sahih olmaz. Çünkü kat'i azim bulunmadığı için; niyyet de bulunmamış olur.(42).
ORUÇ TUTMANIN MEKRUH OLDUĞU GÜNLER
810 Ramazan bayramı, Kurban bayramı ve teşrik günlerinde oruç tutmak tahrimen mekruhtur. Bir mükellef bu beş günde oruca başlar ve bu orucu bozarsa kaza etmesi gerekmez. Zahirü'r Rivaye'de üç imamımızdan da böyle zikredilmiştir. Oruç tutmanın nehyedildiği günler de dahil, senenin tamamında oruç tutmaya "Savm-ı Visâl" denir. Bu da mekruhtur. Nevrûz ve Mihrican günlerinde; sırf bu günlere ta'zim kasdı ile, oruç tutmak da tahrimen mekruhtur.(43) Ancak mükellefin mutad olarak tuttuğu nafile oruçlar; o günlere tesadüf ederse, mekruh olmaz. Zira ta'zim kasdı mevcud değildir.
ORUCU KASDEN TERKETMENİN HÜKMÜ
811 Hanefi Fûkahasından Alaûddin El Haskafi: "Bir kimse özürsüz kasden aşikâre oruç yerse öldürülür. Tamamı Vehbaniyye şerhindedir" hükmünü zikretmektedir. İbn-i Abidin bu metni izah ederken şunları kaydeder: "Tamamı Vehbaniyye şerhindedir. Vehbaniyye Sahibi manzum olarak şöyle demiştir. "Bir insan kasden ve alenen yer de, bu hususta bir özrü bulunmazsa, öldürülmesi emredileceği söylenir". Şurunbilâli diyor ki: "Bunun sûreti şudur: Özrü olmayan bir kimse kasden ve aşikâre oruç yerse öldürülür. Çünkü din ile alay etmiştir. Yahud dinden olduğu bizzarure sûbût bulan bir şeyi inkâr etmiştir. Böylesinin öldürülmesi ve buna emir verilmesinin helâl olduğuna hilâf yoktur. Şu halde mükellefin "Söylenir" demesi zâ'f icabetmez."(44) Esasen herhangi bir özür sebebiyle oruç tutamayan kimselerin; alenen oruç yememeleri esastır. Bu nokta da: "-Efendim, Allahû Teâla (cc) özrü kabul etmiştir. Dolayısiyla halktan gizlemenin bir sebebi yoktur" diye itiraz etmek isabetli değildir. Zira fasıklar; bu manzaralardan istifade ederek, oruca karşı ilgisizliği geliştirirler. Orucun farziyyetini kabul etmekle birlikte; nefsine uyarak tutmayanlar, Darû'l İslâm'da "Ulû'lemr" veya "Kadı" tarafından ta'zir olunur. Farziyyetini inkâr eden veya alay etmek kasdı ile alenen yiyenler; kat'i nasları yalanladıkları için, irtidat etmiş olurlar. Kendilerine "Mürted"lerle ilgili hükümler tatbik edilir.
İFTAR VE İFTAR DUASI
812 İftarda acele etmek efdaldir. Bu husus sünnetle sabittir.(45) Namazdan önce iftar etmek müstehabtır. İftar esnasında şu dua yapılır:
Miracü'd-Diraye'de de böyledir.(46).
NELER ORUCU BOZMAZ?
813 Resûl-i Ekrem (sav)'in unutarak yiyen ve içen bir Sahâbe-i Kiram'a hitaben "- Orucunu tamamla!.. Sana ancak Allahû Teâla (cc) yedirdi ve içirdi (ziyafet verdi)" buyurduğu bilinmektedir.(47) Hanefi fûkahası: "Oruç tutan bir mükellef; unutarak yer, içer veya cim'a ederse orucu bozulmaz. Bu hususta orucun farz veya nafile olması arasında fark yoktur"(48) hükmünde ittifak etmiştir.
814 Oruca niyyet etmiş olan bir mü'min uyur ve uykuda iken ihtilâm olursa orucu bozulmaz. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Üç şey vardır ki bunlarla oruç tutan kimse iftar etmiş olmaz: Kan aldırmak, kusmak ve ihtilâm"(49) hükmünü beyan buyurmuştur. Esasen ihtilâmda; cinsi münasebetin ne sûreti, ne de mahiyeti mevcut değildir. Herhangi bir kadına baktığı ve menisi geldiği zaman da durum aynıdır. Bu da; düşünerek menisi gelen kimse gibidir.(50) Hz. Şeddad (ra)'dan rivayet edilen: "Kan alan da, aldıran da iftar etmiştir" hadisi, Hicri 8'nci yılda beyan buyurulmuştur. Daha sonra Hicri 10'ncu yılda, Hz. Abbas (ra)'dan rivayet edilen Hadis-i Şerif'te ise "kan aldırmanın orucu bozmayacağı" kat'i olarak zikredilmiştir. Dolayısıyla birinci hüküm neshedilmiştir.(51) Ancak kan aldıran bir mü'min; bir alimin fetvasını veya nesh olunmuş olan "Kan alan da, aldıran da iftar etmiştir" hadisini duyarak, "Orucum bozuldu" zannı ile yer-içerse, gününe gün kaza eder.
815 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kime kusmak galebe ederse, ona kaza yoktur. Her kim de kasden kusarsa kaza etsin"(52) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası: "Kusma ile oruç bozulmaz. Fakat isteyerek kusması halinde ağız dolusu ise kaza etmesi gerekir"(53) hükmünde müttefiktir. Oruç tutan bir mükellef kustuğu için; "Orucum bozuldu" zannı ile, yer-içerse durum ne olur? İmam-ı Kasani: "Mükellef; elinde olmayarak kusar ve "Orucum bozuldu" zannı ile yer-içerse, sadece gününe gün kaza eder. Ancak bozulmadığını bildiği halde; birşey yer ve içerse hem kaza, hem keffaret gerekir"(54) hükmünü beyan etmektedir.
816 Bunların dışında; "Göze sürme çekmek, krem ve zeytinyağlı gibi yağlı maddeleri vücûda sürmek, dedi-kodu ve gıybet yapmak, kendi arzusu ve fiili olmaksızın mükellefin; boğazına duman, un, toprak tozu veya sinek kaçması, cünüb olarak sabahlamak, iftar etmeye niyet edib de iftar etmemek, yutmaksızın herhangi bir maddenin tadını boğazında hissetmek, mesaneye geçmemek şartı ile; erkeğin tenasül uzvuna su veya yağ gibi maddelerin akıtılması, yara üzerine konan kuru ilâç, burunda birikmiş olan sümüğü boğaza çekip yutmak, nohut tanesinden daha küçük olan ve dişlerin arasında kalmış bulunan yiyeceği yutmak"(55) orucu bozmaz. Ancak başta dedi-kodu ve gıybet olmak üzere, bu fiilerin tamamından kaçınmak gerekir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav): "Kim ki yalan söylemeyi ve yalan ile amel etmeyi bırakmazsa, Cenab-ı Hak (cc) o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına hiç kıymet vermez, iltifat buyurmaz"(56) hükmünü beyan buyurmuştur. Bu hadis-i Şerif; oruçlunun hangi hususlarda titizlik göstermesi gerektiğini izah etmektedir. Yalan, gıybet ve dedi-kodu gibi fiiller oruca zarar verir. Hatta İmam-ı Evzai ve Süfyan-ı Sevri'nin: "Gıybet ve yalan orucu bozan hallerdendir. Oruçlu iken gıybet eden ve yalan söyleyenlerin kaza etmesi gerekir"(57) buyurduğu bilinmektedir. Bu iki büyük imamın; ehl-i sünnet mezheplerden olan "Evzai"lik ve "Sevrilik" mezheplerinin kurucuları olduğu dikkate alınırsa, meselenin ciddiyeti daha iyi kavranır. Bu gün bu iki mezhebin salikleri yoktur. Ancak yalan, dedi-kodu ve gıybetin bütün Ehli-i Sünnet'in müctehid imamlarınca "Haram" kabul edildiği bilinmektedir. Dolayısıyla oruç tutan bir mü'min her çeşit haramdan uzak durmak için gayret sarfetmelidir.
ORUCU BOZAN VE KEFFARETİ GEREKTİREN HUSUSLAR
817 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Oruç, vücûda girenden dolayı bozulur"(58) buyurduğu bilinmektedir. İnsan fıtratının gereği olarak; gıda maddelerini boğaz vasıtasıyla vücûduna ulaştırır. Malûm olduğu üzere bu en tabii yoldur. Bunun dışında; kulak, burun, ön ve arka menfezler gibi, arızî yollar da mevcuddur.
818 Kur'an-ı Kerim'de: "Amellerinizi iptal etmeyiniz"(59) hükmü beyan buyurulmuştur. Farz olan Ramazan-ı Şerif orucunu; kasden ve teammüden bozmak, büyük bir cinayettir. Hanefi fukahâsı Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim Ramazan ayında orucunu bozarsa; onun üzerine zıhar yapan kimsenin üzerine lâzım gelen şey (Keffaret) gerekir"(60) hadis-i şerifini esas almıştır. Dolayısıyla kasden yiyip-içen veya cima eden oruçlu kimse; tetabûya riayet ederek (Yani arka arkaya olmak şartı ile) altmış gün oruç tutmak mecburiyetindedir. Bu onun üzerine farzdır. Ayrıca aynı orucu kaza etmek durumundadır. İmam-ı Merginani: "Ramazan-ı Şerifte tutulan oruçların dışındakilerde keffaret yoktur. Zira ramazan ayında orucu bozmak, cinayet bakımından çok ileri bir derecededir. O başkası ile aynı şekilde mütalâa edilemez"(61) hükmünü zikretmektedir. Hem kaza hem keffarettin gerekmesi için bazı şartlar vardır.
Birincisi: Kasden orucu bozmuş olmak şarttır. Oruçlu kimse hata yolu ile iftar ederse, keffaret gerekmez, ancak kaza gerekir. Meselâ: Abdest alırken ağızına su verdiği anda, elinde olmayarak boğazına suyun kaçması gibi!.. bu durumda kasden bozmak sözkonusu değildir. Ancak gününe gün kaza eder.
İkincisi: Kendi iradesi ile bozmalı, zorlama neticesinde bozmuş olmamasıdır. Meselâ: Kendisiyle cim'a edilen kadın, bu fiile razı olmuşsa hem kaza hem keffaret gerekir. Ancak cim'a zorla yapılmışsa kadına sadece gününe gün kaza gerekir.(62) Çünkü orucu bozması hususunda zorlanmıştır, kendi iradesiyle bozmamıştır.
Üçüncüsü: Oruca başladıktan sonra hastalanmaması veya sefere çıkmaması esastır. Eğer hastalanır veya sefere çıkarak bozarsa, keffaret gerekmez.
Dördüncüsü: Mükellef Ramazan-ı Şerif orucunu tutarken geceden niyyet etmiş olmalıdır.
Beşincisi; orucu bozarken, tabi gıdalardan veya gıda yerine geçebilecek yiyecek ve içeceklerden faydalanmış olmalıdır. Meselâ: Çakıl taşını veya demir parçasını yutan kimsenin orucu bozulur. Ancak keffaret gerekmez. Zira bunlar gıda maddeleri olmadığı gibi, gıda yerine geçecek maddeler de değildir.(63)
819 Şimdi bu genel esaslar dahilinde; orucu bozan ve keffareti gerektiren hususlardan bir kısmını zikredelim: "Tabii gıda maddelerini ve gıda maddesi hükmünde olan yiyecekleri kullanmak; Cima' yapmak (rıza söz konusu olduğu anda hem fail, hem mef'ul için keffaret gerekir.) Ağıza giren yağmur suyunu kasden yutmak; sirke, deve sütü, bakla, kavun karpuz üzüm ve şeker kamışı sularını içmek; şifa olacağı gerekçesi ile harhangi bir ilâcı kullanmak; yağa ve pekmeze katılmış darı ununu yemek; asma yaprağı veya taze ağaç yaprağını yemek; yenilen cinsten otları, ilâç veya gıda niyyetiyle kullanmak!.." Bütün bunlar vücûda dahil olduğu anda oruç bozulur, hem kaza hem keffaret gerekir!(64).
İLÂÇ KULLANMANIN HÜKMÜ
820 Oruca niyyet eden bir mükellefin; aniden hastalanması halinde, mü'min ve mütehassıs bir doktora müracaat etmesi esastır. Eğer ona iğne veya herhangi bir ilâç verirse; mümkün olduğu takdirde, iftardan sonra yaptırması gerekir. Zira iğne; vücûdun iç kısmı ve dimağa ulaştığı zaman oruç bozulur.(65) Hukne yoluyla bağırsaklara ilâç ve su verilmesinde de durum aynıdır.(66) Ancak kullanılan ilâç kuru ve katı olursa, yara üzerine sürüldüğü zaman orucu bozmaz. Zira deri üzerindeki kuru ilâcın; vücûdun derinliklerine ve dimağa uluşma imkânı yoktur.(67) Feteva-ı Hindiyye'de: "İğne vurulan, burnuna veya kulağına ilâç damlatılan kimsenin orucu bozulur. Ancak keffaret gerekmez. Bir kimsenin kulağına, kendi isteğinin dışında ve elinde olmaksızın yağ girmiş olsa o kimsenin de orucu bozulur. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir"(68) hükmü kayıtlıdır. Sonuç olarak; oruca niyyet eden bir mükellefin; hastalanması halinde söz, mü'min ve mütehassıs doktora düşer!.. Eğer iğne yapılmasını şart görürse yapılır. Mükellef; o günün orucunu, daha sonra kaza eder!.. Deri üzerine sürülen kuru ve katı ilâçlar orucu bozmaz.
ORUCU BOZAN VE SADECE "KAZA"YI GEREKTİREN HUSUSLAR
821 Mükellefin herhangi bir kasdı olmadan; zorlama ve hata sonucu orucu bozulursa, gününe gün kaza etmesi gerekir. Meselâ; Ramazan-ı Şerif ayında oruca niyyet eden bir mü'min; unutarak yeyip, içer veya cim'a eder, daha sonra da sırf cehaleti sebebiyle "orucum bozuldu" zannına kapılarak, orucunu yerse gününe gün kaza eder!.. Kezâ kustuğu için veya kan aldırdığı için "orucunun bozulduğunu" zanneden ve ve sırf bu zann sebebiyle orucunu yiyen kimsenin de durumu aynıdır.(69) Orucu zorla yedirilmiş olan kimseye veya hataen orucunu bozmuş olan kimseye de, sadece kaza lâzım gelir. Keffaret lâzım gelmez. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir.(70) Dolayısıyla kaide şudur: Kasden ve kendi ihtiyarıyla, harhangi bir özür bulunmadan; Ramazan-ı Şerif orucunu bozan mükellefe hem kaza, hem keffaret gerekir!.. Bunun dışında kendi ihtiyarı olmaksızın ve meşru bir özür sebebiyle orucunu bozan mükellefe sadece kaza gerekir!.. Ramazan-ı Şerif orucunun dışında; farz olan harhangi bir oruca niyyet eden mükellef, kasden ve teammüden bozsa dahi kaza gerekir. Keffaret; sadece Ramazan-ı Şerif orucu ile ilgili bir ukûbattır.
822 Şimdi bu genel esaslar dahilinde; orucu bozan ve sadece "Kaza"yı gerektiren hususlardan bir kısmını zikredelim:
1. Mazmaza ve istinşak yapmakta iken karnına su giren kimsenin orucu bozulur, gününe gün kaza gerekir,
2. Cünüb olarak sabahlayan bir mü'min; yıkanırken boğazına su kaçarsa orucu bozulur. Kaza gerekir.
3. Oruç tutan bir kimse; çakıl, kuru çamur, pamuk, kuru ot ve kâğıt yutmuş olsa orucu buzulur. Kaza gerekir.
4. Kuru prinç, mercimek, olgunlaşmamış ve pişmemiş ayva, kuru karpuz kabuğu, kurtlanmış lâşe ve kan, yumurta kabuğu, başkasının çiğnemiş olduğu lokma ve bir başkasının tükrüğü gibi şeyleri yutan kimsenin orucu bozulur. Ancak kefaret gerekmez, gününe gün kaza eder. Çünkü bunların yenmesi âdet almadığı gibi, başta kurtlanmış leş ve kan olmak üzere insan tabiatının nefret ettiği şeylerdir.
5. Makatından şırınga yaptıran veya mesanesine ilâç veren kimsenin orucu bozulur. Kaza gerekir.
6. Kendi ihtiyarı olmaksızın; ağzına kar veya yağmur tanesi giren, bunu yutan kimsenin orucu bozulur, kaza gerekir.
7. Oruçlu bir kimse taharetlenirken fazla su kullanır ve su o yolla içeri girerse orucu bozulur, kaza gerekir.
8. Bir kimse oruçlu iken karısını öpse ve bu sebeble inzal vaki olsu orucu bozulur. Kaza gerekir!.
9. Ramazan ayında oruçlu iken; zorla ve tehditle cim'a edilen kimsenin orucu bozulur. Keffaret gerekmez. Gününe gün kaza eder.
10. Kendi isteği ve ihtiyarı olmaksızın; sigara dumanını içine çeken kimsenin orucu bozulur, kaza gerekir.
11. Elini boğazına sokarak, kasden kendini birkaç defa ağız dolusu kusturan kimsenin orucu bozulur. Kaza gerekir.
12. Ramazan-ı Şerif ayının dışında, herhangi bir oruca niyyet eden mükellef; kasden dahi bozsa, kaza gerekir.(71)
823 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sana şüphe veren şeyi terket, şüphe vermeyen şeye bak!.."(72) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla her mü'min; oruç ibadeti hususunda titiz olmak mecburiyetindedir. Meselâ; oruçlu iken banyo yapmak veya denize girmek, yutmamak şartı ile herhangi bir şeyin tadına bakmak ve bunun gibi birçok husus için "Mekruh"tur denilmiştir. Ancak meşru bir özür halinde cevaz verilmiş!.. Meşru bir özür mevcud değilken; birşeyin tadına bakan veya denize giren kimse, oruç ibadetini tehlikeye sokmuş demektir!.. Kaldı ki; orucu bozulan bir kimsenin dâhi, gündüz boyunca imsak etmesi (Yeyip-içmemesi) vaciptir.
ORUÇ TUTMAMAYI MÜBAH KILAN ÖZÜRLER
824 Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı. (Farz kılındı). Ta ki korunasınız. (O Ramazan ayı) sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta yahud sefer üzerinde olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar, ihtiyarlığından veya şifa ümidi olmayan hastalağından dolayı oruç tutmaya) gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lâzımdır). Bununla beraber kim gönül isteği ile bir hayır yaparsa, işte bu onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkınızda (fidye vermenizden) hayırlıdır, bilirseniz"(73) hükmü beyan buyurulmuştur.
825 HASTA OLMAK: Oruç tutmamayı mübah kılan özürlerin başında hastalık gelir. Hasta; nefsinin telef olmasından veya bir azasını kaybetmekten korkarsa bi'licma oruç tutmaz.(74) İmam-ı Merginani: "Hastalığın artması veya uzaması bazen ölüme götürebilir. Bu durumda ondan sakınmak (artmasından veya uzamasından kaçınmak) vacib olur"(75) hükmünü zikreder. Peki bu nasıl tesbit olunacaktır? Hanefi fûkahası: "Hastalık tecrübe veya fıskı zahir olmayan müslüman bir doktorun haber vermesiyle sabit olur"(76) hükmünde müttefiktir. Dürri'l Muhtar'da; hastalığının zann-ı galible, tecrübeyle veya müslüman, kâmil hali gizli bir doktorun sözü ile sabit olacağı kaydedilmektedir. İbn-i Abidin: "Müslüman, kâmil, hali gizli bir doktorun sözü ile..." hükmünü izah ederken şunları beyan etmektedir: "Kâfirin sözüne ise güven olmaz. Çünkü maksadı ibadeti bozmak olabilir. Meselâ; teyemmümle namaza başlayan bir müslüman, kâfirin su vaadetmesi ile namazını bozamaz. Bahır. Kâmil'den murad; tıb ilminde yeterli bilgisi olan doktordur. Az bilgisi olanın sözüne uymak caiz değildir. "Hali gizli" bazılarına göre, adil olması şarttır. Zeylâi kesinlikle buna kaildir. Ama Bahır'la, Nehir'in sözlerinden anlaşılan bu kavlin zayıf olduğudur. Ben derim ki; bu şartları haiz olmayan bir doktorun sözü ile amel eder de orucunu bozarsa, zahire göre keffaret lâzım gelir. Nitekim alâmetsiz ve tecrübesiz orucunu bozsa, galebe-i zann bulunmadığı için keffaret lâzımdır. Halk bundan gafildir."(77) Sonuç olarak; mü'min, adil ve mütehassıs bir doktorun, mükellefin sıhhi durumu ile ilgili hükmü esastır.
826 SEFERE ÇIKMAK (YOLCULUK): Ramazın-ı Şerif ayında sefere çıkacak olan bir mükellef; geceden oruca niyyet etmeyebilir. Bu mübahtır. Ancak oruca başladıktan sonra yolculuğa çıkan kimse için, o günün orucunu bozmak mübah olmaz. Şayed devam etmeyip; yolculuğa çıktıktan sonra iftar etmiş olursa, bu kimseye sadece kaza gerekir, keffaret gerekmez. Ancak önce orucunu bozub, sonra yolculuğa çıkan kimsenin durumu böyle değildir. Bu durumda olan kimseye hem kaza, hem keffaret gerekir. Serahsi'nin muhıyt'inde de böyledir.(78) Daha önce; orucun edâsının farz olması hususunu izah ederken, "Seferi halde oruç" meselesini izaha gayret etmiştik.(79)
827 ŞEYH-İ FANİ OLMAK (İHTİYARLIK): Oruç tutmaya gücü yetmeyen şeyh-i fani (ihtiyar kimse) iftar eder ve her gün için bir yoksula "Fidye" verir. İmam-ı Merginani: "Bu hususta asıl olan Allahû Teâla (cc)'nın: "Oruç tutmaya gücü yetmeyen (Tâkat getiremeyen)ler üzerine de bir yoksul doyumu fidye vermek lâzım gelir" hükmüdür. Şayed oruç tutmaya gücü yeterse, yani kaadir olabilirse, fidye batıl olur. Çünkü oruca; fidyenin halef olabilmesinin şartı, acziyyetin devam etmesidir"(80) hükmünü zikretmektedir. Şeyh-i Fani olma (fazla ihtiyarlık) hali hangi yaşta başlar? Bu hususta birçok yaş zikredilmiştir. Ancak şeyh-i fani'lik hali; insandan insana değiştiği için kat'i bir hüküm de ittifak olunamamıştır. Fetava-i Hindiyye'de ; "Şeyh-i fani, ölümüne kadar hergün kuvveti noksanlaşan kimsedir ki, bunlar tekrar kuvvet bulamadan vefat ederler. Bahru'r Raik'te de böyledir. Bu durumda olan kimseler; dilerlerse "Fidye"lerini Ramazan-ı Şerif ayının başında bir defada verirler. İsterlerse bunu ayın sonuna bırakırlar. Fidye verdikten sonra oruç tutmaya gücü yeter hale gelen yaşlı kimsenin; vermiş olduğu "fidye'sinin" hükmü, batıl olur. Bu kimsenin önceden tutamamış olduğu oruçlarını kaza etmesi gerekir"(81) hükmü kayıtlıdır. Sonuç olarak; oruç tutmaya kaadir olamayan (yani gücü yetmeyen) ihtiyarların "Fidye" vermesi nass'la sabittir. Şeyh-i fani olma hali; oruç tutmamayı mübah kılan özürlerdendir.
828 HAMİLELİK VE ÇOCUK EMZİRMEK: Dürri'l Muhtar'da: "Zann-ı galib ile; kendi hayatından veya çocuğunun hayatından korkan hamile, yahud zahir rivayete göre anne olsun, sütanne olsun emzikli kadın oruç tutmayabilirler"(82) hükmü zikredilmektedir. Esas olan; gerek hamile, gerek çocuk emziren kadınların, kendi nefislerinin veya çocuklarının helâk olma tehlikesinin bulunmasıdır. Nitekim Fetava-i Hindiyye'de: "Hamile olan veya çocuk emziren kadınlar; gerek kendi nefislerinden, gerekse çocuklarının helâk olmasından korkarlarsa oruç tutmayabilirler veya iftar edebilirler. Bu durmda ki kadınlara keffaret gerekmez; daha sonra oruçlarını kaza ederler. Hülâsa'da da böyledir"(83) denilmektedir.
829 HAYIZ VE NİFAS HALİ: Bilindiği gibi hayız ve nifas halinde olan kadınların oruç tutmaları haramdır.(84) Hz. Aişe (r.anha) validemiz'in "Bizlerden birisi Resûl-i Ekrem (sav)'in zamanında hayızdan temizlendikten sonra orucunu kaza eder, namazını ise kaza etmezdi" buyurduğu sabittir. Dolayısıyla hayız ve nifas halinde iken geçen Ramazan-ı Şerif orucunu bilâhare kaza etmek esastır.
830 HELÂK OLMAK KORKUSU: Ramazan-ı Şerif ayında düşmanla savaşacağını bilen ve oruç tuttuğu takdirde zayıf düşerek gerektiği gibi cihad edemeyeceğinden endişe eden mücahid, oruç tutmayabilir.(85) Dürri'l Muhtar'da: "Kalanlar zorlama, helâk korkusu veya akıl noksanlığıdır. Velev ki şiddetli susuzluk veya açlık sebebi olsun. Bir de yılan sokmasıdır" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken şunları zikretmektedir: "Kalanlar, zorlama..." ikrah bahsinde beyan ettiğine göre, bir kimse lâşe, kan veya domuz eti yemeye yahud şarap içmeye, hapis, döğme ve bağlanma gibi muzdar bırakmayan bir sebeble zorlanırsa, o işi yapması helâl olmaz. Fakat öldürmek, uzuv kesmek veya şiddetli döğmek gibi muzdar bırakan bir şeyle zorlanırsa, o işi yapması helâl olur. Şayet sabreder de öldürülürse günahkâr olur. Küfretmek (Kelime-i küfrü söylemek) için muzdar bir şeyle zorlanırsa, kalbi imanla mutmain olmak şartı ile küfür kelimesini söyleyebilir. Ama sabreder de öldürülürse sevab kazanır. Allahû Teâla (cc)'nın sair hakları da böylerdir. Oruç ve namazı bozmak, harem-i şerif avını öldürmek, ihramlı iken öldürmek ve farziyyeti kitapla sabit olan her şey gibi... Birincide sabrettiği takdirde günahkâr olması, bu sayılanlar zaruret halinde haram olmaktan istisna edildiği içindir. Çünkü onun haramlığı kalkmış değildir; sadece günahı sakıt olmak için ruhsat verilmiştir. Onun için Bahır sahibi burada Bedayi'den naklen hasta ve yolcu iken orucunu bozmaya zorlanan kimse ile sağlam ve mukim arasında fark yapmış: "Birincide o işi yapmaz da öldürülürse günahkâr olur, ikincide günahkâr olmaz" demiştir. "Helâk korkusu..." çalışmaktan bitâp düşen ve oruç tutarsa helâk olacağından korkan cariye gibi. Hükümet müteahhidi tarafından sıcak günlerde acele işte çalıştırılan kimse de, helâk olacağından veya aklının azalacağından korksa, cariye gibidir. Hülâsa'da beyan edildiğine göre; bir gazi düşmanla Ramazanda harbedeceğini ve zayıf düşeceğini yüzde yüz bilirse oruç tutmayabilir. Nehir. "Bir de yılan sokmasıdır" yani kendisini yılan sokan kimse faydalı bir ilaç içebilir."(86)
831 Feteva-ı Hiddiyye'de: "Açlıktan veya susuzluktan dolayı helâk olacağından veya aklî melekelerini kaybedeceğinden; (tecrübe, alâmet veya müslüman bir doktorun teşhisine dayanarak) endişe eden bir kimse, orucunu bozabilir. Daha sonra kaza eder. Çalışmasından dolayı zayıf düşen ve oruç tuttuğu takdirde helâk olacağından korkan kimse de iftar edebilir. Aynı durumdaki cariyeler hakkında da; hüküm aynıdır. Veliyyü'lemr tarafından şiddetli sıcak günlerde çalışmaya götürülen kimse de; helâk olmaktan veya aklına noksanlık gelmesinden endişe ederse, iftar edebilir. Fethû'l Kadir'de de böyledir"(87) denilmektedir. Ancak "Helâk olma" endişesi bir vehim (korku) değil; ciddi temellere dayanmak zorundadır. Kaldı ki bu endişe geçer geçmez, aynı orucu kaza etmek de "Farz"dır. Ulemâ; Ramazan-ı Şerif ayında ağır işte çalışmanın (oruca engel olacağını esas alarak) mekruh olduğunda ittifak etmiştir.
FİDYENİN HÜKMÜ VE MİKTARI
832 Kur'an-ı Kerim'de: "(Oruç tutmaya) gücü yetmeyen (Takat getiremeyen)ler üzerine de bir yoksul doyumu fidye vermek lâzımdır. Bununla beraber kim gönül isteği (arzusu) ile bir hayır yaparsa, işte bu onun için daha hayırlıdır"(88) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi Fûkahası; oruç tutmaya gücü yetmeyen (aciz olan) kimselerin "Fidye" vermeleri gerektiği hususunda müttefiktir.(89) Resûl-i Ekrem (sav): "Bir mükellef, başka birisinin yerine namaz kılamaz. Lâkin onun için yemek yedirebilir"(90) buyurmuştur. Ramazan-ı Şerif orucunu meşru bir özür sebebiyle tutamayan mükellef; "Acizlik" durumunun devam edeceğini zann-ı galibi ile bilirse, bizzat kendisi fidye verebilir. Nitekim İmam-ı Merginani: "Oruç tutmaya gücü yetmeyen (Takatı olmayan) yaşlılar iftar ederler ve her günün orucuna bedel olmak üzere bir fakiri sabahlı-akşamlı doyuracak nisbette fidye verirler"(91) hükmünü zikretmektedir. Malûm olduğu üzere fidye; buğday, arpa, hurma ve üzüm gibi yiyecek maddeleri esas alınarak hesaplanır ve her yıl miktarı değişir. Asgari miktar; buğday'dan yarım sa' (1,667 kg. ), arpa, hurma ve üzümden bir sa' (3,334 kg. )'dır. Bunların bizzat kendileri verilebileceği gibi, bedelleri de verilebilir. Bütün mesele şudur: Fidye veren mü'min: bununla fakir bir kardeşini (Sahur ve iftar vakitlerinde) doyurduğuna kani olmalıdır. Eğer açıklanan fidye miktarı ile; bu amelin yerine gelmeyeceğine inanıyorsa, gönlünün arzu ettiği kadar fazla verebilir. Bu onun için çok daha hayırlıdır.
833 Hastalık veya yolculuk gibi bir özürle; Ramazan-ı Şerif orucunu edâ edemeyen mükellefin derhal "Fidye" vermesi gerekmez. Zirâ acizlik durumunun ortadan kalkması ve kaza etmesi ihtimali vardır. Ancak kaza edemediği halde; daha açık bir ifade ile, kaza imkânı doğduğu, fakat ihmal ettiği durumlarda, fidyeyi vasiyyet etmesi zaruridir. Eğer ölen kimse; "Oruç fidyesini" vasiyyet etti ise, varisleri ölünün malından fidye verirler. Bu durumda olan bir kimse; vasiyyet etmemiş olsa dâhi, varislerinin teberruda bulunarak "Fidye"yi ödemeleri caizdir.(92) Fark şudur: Vasiyyet ettiği takdirde kadı; "Fidye" için varisleri zorlar. Ancak vasiyyet yoksa, zorlayamaz.
ORUÇ'LA İLGİLİ DİĞER MESELELER
834 Oruç tutan mükellefin, misvak kullanması sünnettir. Nitekim İbn-i Abidin: "Misvak tutunmak da mekruh değildir. Bilâkis başkaları gibi oruçluya da sünnettir. Bunu Nihaye sahibi açıklamıştır. Delili Peygamber (sav)'in: "Ümmetime meşakkat vereceğini bilmesem her abdest aldıkça ve her namaz kıldıkça onlara misvakı emrederdim" hadisinin umumi olmasıdır"(93) hükmünü zikreder.
835 Ramazan ayını baygın geçiren kimse, daha sonra onu kaza eder. Bu hususta icma vardır. Miracü'd Diraye'de de böyledir. Ancak bir mecnun; Ramazan ayının son günü zevalden önce iyileşmiş olsa, kendisine kaza lâzım gelmez. Sahih olan görüş budur. Kifaye'de ve Nihaye'de de böyledir.(94)
836 Ramazan-ı Şerif ayında gündüz vakti bir çocuk büluğa erse veya bir kâfir müslüman olsa; o günün geri kalan saatlerinde oruçlu gibi davranırlar. Yâni orucu bozan şeylerden uzak dururlar. Ondan sonraki günlerin oruçlarını edâ ederler. Geçen günleri kaza etmezler.(95)
837 İyileşen hastalar ve seferleri sona eren yolcular; sıhhatleri ve ikâmetleri sırasında, daha önce tutamadıkları oruçları kaza ederler. Bu hususta ihtilaf yoktur. Alimlerin ekserisinin kavli budur. Bir mükellefin; daha önceki ramazan ayına ait kaza borcu bulunsa, fakat bu sırada Ramazan-ı Şerif ayı girse; o kimse edâyı kaza üzerine takdim eder. Yâni önce yeni giren Ramazan-ı Şerif ayının orucun tutar, daha sonra kaza oruçlarını tamamlar!.. Nâfile olan oruçlarda da; özürsüz olarak iftar etmek, helâl değildir.(96)
838 Farz olan oruçlar on üçtür!.. Bunlardan yedisinde; arka arkaya tutmak (Tetâbû) esastır;
1. Ramazan-ı Şerif orucu.
2. Zıhar yapan kimsenin tutacağı keffaret orucu.
3. Adam öldüren kimsenin (Hatâen) tutacağı keffaret orucu.
4. Yemin keffaret orucu.
5. Kasden ve taammüden bozulan Ramazan-ı Şerif orucunun keffareti.
6. Muayyen olan nezr sebebiyle gerekli olan oruç.
7. Muayyen olan yemin orucu!..
Şu altı oruçta ise arka arkaya (Tetâbu) tutmak şart değildir:
1. Ramazan-ı Şerif orucunun kazası.
2. Mut'a orucu.
3. Keffaret-i halk (Traş) için tutulan oruç, hac esnasında.
4. Haccda avlanmakdan dolayı ceza olarak tutulan oruç.
5. Zamanını belirtmeden nezr edilen oruç.
6. "Yemin olsun ki, muhakkak oruç tutacağım" şeklinde yemin eden kimsenin tutacağı oruç. Bahr'ur Raik'te de böyledir.(97) Sadece Ramazan-ı Şerif ayında tutamadığı oruçları kazâ eden mükellefin; bunları arka arkaya tutması borçtan bir an önce kurtulmak için müstehabtır..
"KADİR GECESİ'Nİ" ARAMANIN HÜKMÜ
839 Kur'an-ı Kerim'de: "Hakikat biz onu (Kur'an'ı) kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin (o büyük fazl-ı şerefini) sana bildiren nedir? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Onda melekler ve ruh, rablerinin izniyle herbir iş için iner de iner. O (gece) tan yeri ağarıncaya kadar bir selâmdır"(98) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Kurtûbi: " Kur'an-ı Kerim'in Ramazan-ı Şerif ayının içerisinde indirildiği Allahû Teâla (cc)'nın "O ramazan ayıdır ki, Kur'an onda indirilmiştir" (El Bakara Sûresi: 185) kavli ile sabittir. "Kadr" sûresinde de; bunun kadir gecesinde inzal buyurulduğu kat'i olarak zikrolunmaktadır. Ehl-i Sünnet'in müctehid imamları, kadir gecesinin ramazan ayı içerisinde olduğu hususunda ittifak etmişlerdir"(99) hükmünü zikretmektedir. Şurası muhakkaktır ki; kadir gecesinin gizli tutulması, O'na erişmek için birçok gecelerin ihya edilmesi, ibadetlerle değerlendirilmesi içindir.(100) Feteva-ı Hindiyye'de: "Kadir gecesini aramak müstehabtır. Çünkü kadir gecesi, senenin geceleri içerisinde en faziletli olan gecedir. Miracü'd Diraye'de de böyledir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (ra)'ye göre, kadir gecesi ramazan ayının içerisindedir. Fakat onun hangi gece olduğu bilinmez, bazen ileri geçer, bazen geri kalır. İmameyn'e göre; kadir gecesi Ramazan ayının içerisindedir, fakat muayyen bir gecedir, ileri geçmediği gibi geri de kalmaz. Fethû'l Kadir'in itikaf babında da böyledir. Kölesine "Sen kadir gecesi hürsün" diyen kimse; "Bu sözü Ramazan ayı girmeden önce söylemişse, Ramazan ayının sonunda köle azad edilmiş olur"(101) hükmü kayıtlıdır.
840 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kadir gecesi Ramazan'ın aşr-ı âhirinde geçen dokuz gecededir, yahut geri kalan yedi gecededir"(102) Hadis-i Şerifini esas alan bir kısım ulema; Ramazan ayının son on gününün tek gecelerinde aranması üzerinde hassasiyetle durmuşlardır. Ancak günümüzde, halk arasında, Ramazan ayının yirmi yedisinin "Kadir Gecesi" olduğu itikadı yaygındır. Bunun kat'i bir delili yoktur. Ayrıca o günü; Mevlid şiirini okuyarak veya dinleyerek geçirmekte, isabetli bir tutum değildir. "Mevlid" üzerinde daha önce durmuştuk!.(103)
KEFFÂRET NEDİR?
841 Arapça bir kelime olup; (K-F-R) kökünden gelir, örtmek ve gizlemek manasınadır.(104) İslâmî ıstılâhta; bazı fiilleri irtikap eden mükellefin, günahlarının örtülmesi için şer'i şerifin koyduğu hududlara "Keffâret" denir. İmam-ı Merginani; Allahû Teâla (cc)'yı inkâr eden kâfirlerin "Keffâret'e" ehil olmadıklarını esas alarak; "Zira keffâret bir ibadettir"(105) hükmünü zikretmektedir. Mü'min için bir anlamda ceza olduğu da bilinmektedir. Molla Hüsrev: "Keffaret; ûkubat ile ibâdet arasında döner"(106) buyurmaktadır. İmam-ı Kasani'de tarif bu şekildedir. Beş çeşit keffâret vardır:
1. Orucu kasden ve teammüden bozmanın keffâreti.
2. Hataen bir mü'mini öldürmenin keffâreti.
3. Zıhar keffâreti.
4. Hacc ibadeti esnasında, ihramlı iken tıraş olmanın keffâreti.
5. Yemini bozmanın keffâretidir.(107)
NEZR'İN (ADAK'IN) TARİFİ VE HÜKMÜ
842 Kur'an-ı Kerim'de: "Nezirlerini edâ etsinler"(108) hükmü beyan buyurulmuştur. Nezir; şer'i şerifin değil, mükellefin kendi nefsine vacib kıldığı amellerdir. Nitekim Tecrid-i Sarih'te: "Nezir de; mübah olan bir şeyi ibadet kasdı ile kendi nefsine vacib kılmak demektir ki, bunu da dilimizde "Adak" diye ifade ederiz"(109) denilmektedir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim bir nezir yapar ve ismini koyarsa, onun üzerine tesmiye ettiği (ismini koyduğu) şeyi edâ etmesi vacibtir"(110) buyurduğu da bilinmektedir. Meselenin kavranması için bir misal verelim: "Çocuğum askerden gelirse veya iyileşirse, bir kurban kesmek üzerime vacib olsun" diyen mükellef, bir şart koşmuş ve o yerine geldiği takdirde yapacağı ameli beyan etmiştir!.. Şart tahakkuk ettiği an, kurban kesmesi "Vacib" olur. Dikkat edilirse; bu ameli şer'i şerif değil, mükellef kendi sözüyle kendi nefsine vacib kılmıştır. İşte buna Nezr (Adak) denir. Nezr;kitab, sünnet ve icma ile sabittir.
843 Nezr'in (Adak'ın) sahih olması için bazı şartlar vardır. Birincisi: Şer'i şerif'te nezredilen şeyin cinsinden bir vecibenin (Namaz, oruç, kurban vs..) bulunması gerekir. Meselâ; hasta ziyaretine nezretmek sahih değildir. İkincisi: Nezredilen şey bizzat vecibe olmalı, vesile olmamalıdır. Meselâ: Abdest almayı veya tilâvet secdesi yapmayı nezretmek sahih olmaz. Çünkü bunlar birer vesiledir. Üçüncüsü: Nezredilen şey, hâl-i hazırda vecibe olan bir şeyin kendisi olmamalıdır. Meselâ: Öğle namazını kılmayı veya başka bir farzı (Ramazan orucunu tutmayı) nezretmek sahih olmaz. Nihaye'de de böyledir. Dördüncüsü: Nezredilen şey, herhangi bir ma'siyet olmamalıdır. Bahr'ûr Raik'te de böyledir. Resûl-i Ekrem (sav): "Her kim Allah'a itaati (mucub bir hayır ve ibadet) nezrederse itaat etsin (Nezrini yerine getirsin). Her kim de, Allah'a karşı ma'siyyeti nezrederse, Allah'a asi olmasın" buyurmuştur.(111) Meselâ: Bir kimse "Allah rızası için, kurban bayramı günü oruç tutayım" demiş olsa bile, o gün yer, başka bir gün kaza eder. Beşincisi: Yerine getirilmesi mümkün olmayan bir şeyi nezretmemek de, nezr'in sıhhatinin şartlarındandır. Meselâ; bir mükellef "Dünkü gün oruç tutayım" diye nezretmiş olsa, nezri sahih olmaz.(112)
844 Nezr'in (Adak'ın) rüknü: Sabit olmasına delâlet eden sözdür!.. Mükellef kendi iradesi ile, kendisine neyi vacib kılmışsa, onu aynen edâ eder. Zira bununla (Nezri ile) Allahû Teâla (cc)'ya kurbet'e (Yakınlığa, ibadete) niyyet etmiştir. "Üzerime bir ay oruç olsun, şu kadar sadaka olsun, şu işim olursa Allah rızası için bir koç kurban edeyim ve bunun gibi sözler, nezr'in tahakkukuna vesile olur. Eğer Nezrini (Adağını) herhangi bir şarta bağlamışsa, "Nezr-i Muallak" denir. Meselâ ".......İşim olursa, Allah (cc) rızası için bir kurban keseyim" sözü şarta bağlanmıştır!... Şartın "Olumlu" veya "Olumsuz" olması değil, tahakkuk etmesi önemlidir. "Falanca kimse ile konuşursam, bir hafta oruç tutayım" diyen mükellef, kasıd olarak konuşmamayı, konuştuğu takdirde kendisini cezalandırmayı esas almıştır. Ancak şart tahakkuk edince, bir hafta oruç tutması vacib olur. Hiçbir şarta bağlı olmayan nezre; "Nezr-i Mutlak" denir. Meselâ: "Allah (cc) rızası için, Receb ayı boyunca oruç tutayım" diyen mükellef, kendisine bir ay orucu vacib kılmıştır.
İ'TİKÂF'IN MANASI VE ÇEŞİTLERİ
845 İ'tikâfın lûgat manası "durmak, bir şeye devam etmek"tir. İslâmi ıstılâhta; mükellefin ibadet niyyeti ile, cemaatle namaz kılınan bir mescidde kalmasına "İ'tikâf" denir.(113) İmam-ı Serahsi: "İ'tikâfın meşruiyyeti kitab ve sünnetle sabittir. Kitab'da Allahû Teâla (cc)'nın şu kavli vardır: "Mescidlerde İtikâfta bulunduğunuz zaman kadınlarınıza (Geceleri) yaklaşmayın." Muhakkak ki, mescidde ibadet niyyeti ile durulur. Hz. Ebû Hureyre (ra)'dan ve Hz. Aişe (r.anha)'dan rivayet edildiğine göre; Resûl-i Ekrem (sav) Ramazan ayının son on gününde, Medine'de mescidde İ'tikâfta bulunmuştur"(114) hükmünü zikreder.
846 İ'tikâf; vacib, sünnet-i müekkede ve müstehab olmak üzere üçe ayrılır. Bir şarta bağlı olarak veya şartsız nezredilmiş (Adanmış) bulunan İ'tikâf vâcibtir. Ramazan-ı Şerif'in son on günündeki İ'tikâf sünnet, kifaye niyyetiyle yapılan İ'tikâf ise müstehabtır. Fethûl Kadir'de de böyledir.(115) Vâcib olan İ'tikâfın en az süresi, bir gündür. İ'tikâfa giren kimse, bir günü doldurmadan çıkarsa, o günün İ'tikâfını kaza eder. Çünkü o kimse; İ'tikâfa kasden başlayıp ibtal etmiştir.(116)
İ'TİKÂF'IN ŞART VE RÜKÜNLERİ
847 İ'tikâf'ın sahih olabilmesi için bazı şartların bulunması gerekir. Birincisi: Niyyet'tir!.. Niyetsiz İ'tikâfın sahih olmayacağı hususunda icma vardır. Miracü'd-Diraye'de de böyledir. İkincisi İ'tikâfın mescidde yapılması şarttır. Sahih olan kavle göre; ezân okunup, kâmet getirilen ve cemaatle namaz kılınan her mescidde İ'tikâf yapılabilir. Hûlâsa'da da böyledir. İ'tikâfın en efdali; Mescid-i Haram'da (Kâbe-i Şerif'te) yapılan İ'tikâftır. Sonra sırası ile; Medine-i Münevvere'de bulunan Mescid-i Nebeviyye'de, sonra Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'da, sonra cemaati çok olan mescidlerde yapılan İ'tikâf daha efdaldir.(117) Üçüncüsü: İ'tikâfın şartlarından birisi de oruçtur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İ'tikâf ancak oruçla birlikte edâ edilir"(118) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası, "Oruç tutmadan hiçbir İ'tikâfın sahih olmayacağı" hükmünde ittifak etmiştir.(119) Dördüncüsü: Müslüman olmak, akıl, cünüblükten, hayız ve nifastan temiz bulunmak da İ'tikâfın şartlarındandır.(120) Zira Müslüman olmayan kimse, ibadete ehil değildir. Mecnun ve deli gibi kimseler de; "Niyyet" ehli değildirler. Cünüb, hayızlı ve nifaslı olanlar da, mescide girmekten menedilmişlerdir. İ'tikâf için bülûğ şart değildir. Akıllı olan çocuğun yaptığı İ'tikâf sahih olur. İ'tikâfın sıhhati için erkek olmak ve hür olmak da, şart değildir. Kadın kocasının izni ile, köle de efendisinin muvafakatı ile İ'tikâfa girebilir.(121)
848 Kadınlar içinde oturdukları evlerin mescidinde İ'tikâf yaparlar. Bu durumda, İ'tikâf yaptıkları yerler kadınlar hakkında cemaatin namaz kıldığı mescidler gibi olur. İmam-ı Merginani: "Kadınlara gelince; onlar evlerinin mescidinde İ'tikâfa girerler. Zira kadının namazının mevkii orasıdır. Bu durumda, kadının orda İ'tikâfa girmesi tahakkuk eder. Şayed kadın için evde mescid bulunmaz ise orda bir mevkii (oda) tayin eder ve orada İ'tikâfa girer"(122) hükmünü zikretmektedir. Kadınların dışardaki mescidlerde İ'tikâfa girmeleri caizdir, ancak bu mekruhtur. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.(123) Essah olan kavle göre; kadının evinde yapmış olduğu İ'tikâf, dışardaki mescidde yapmış olduğu İ'tikâftan daha efdaldir.
NELER İ'TİKÂFI BOZAR?
849 ŞER'İ BİR MAZERET BULUNMADAN MESCİDDEN ÇIKMAK: Hz. Aişe (r.anha) Validemizden rivayet edilen: "Resûl-i Ekrem (sav) İ'tikâf ettiği zaman mescidden çıkmazdı. Sadece kaza-i hacet için çıkardı"(124) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: " İ'tikâfa giren kimse; özürsüz olarak mescidden çıkarsa, ister kasden, ister sehven olsun İ'tikâfı bozulur"(125) hükmünde ittifak etmiştir. Mu'tekif İ'tikâf yaptığı mescidde yer, içer ve uyur. Çünkü bunların mescidde yapılmaları mümkündür. Ancak İ'tikâfa girdiği mescid "Cum'a Mescidi" değilse güneş zeval noktasına vardığı zaman çıkabilir.(126) Büyük ve küçük abdest için (Kaza-i Hacet) evine gitmesi İ'tikâfa zarar vermez.
850 CİM'A VE CİM'ANIN MUKADDİMELERİ DE İ'TİKÂFI BOZAR: Kur'an-ı Kerim'de "Mescidlerde İ'tikâfda bulunduğunuz zaman kadınlarınıza yaklaşmayın"(127) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası: "İ'tikâfa giren kimsenin cim'a yapması haramdır. Cim'anın davetçileri (Öpmek, okşamak vs..) için de hüküm aynıdır. Cim'a ve cim'anın davetçileri; kasden veya şehven yapılsın durum değişmez. İ'tikâf bozulur"(128) hükmünde müttefiktir. Ancak düşünmekle veya bakmakla inzal vaki olursa, İ'tikâf bozulmaz. İhtilâm olmanın da İ'tikâfa zararı yoktur.
851 BAYILMAK VEYA CİNNET GETİRMEK İ'TİKÂFI BOZAR: "İ'tikâf yapan mükellefe; birkaç gün baygınlık veya cinnet arız olursa; İ'tikâfı bozulur. Bu kimse; iyileştiği zaman yeniden İ'tikâfa başlar. Zira İ'tikâfı kaza etmesi vaciptir."(129)
İ'TİKÂFLA İLGİLİ DİĞER MESELELER
852 İ'tikâf esnasında hayırdan başka hiçbir söz söylenmemelidir. Ancak, ibâdet kasdı ile susmak da mekruhtur. Molla Hüsrev: "Susmanın mekruh olması, mutekif'in bunun ibadet olduğuna itikad etmesi halindedir. Aksi halde mekruh olmaz. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav): "Kim susarsa kurtulur" buyurmuştur. Bu Hadis-i Şerifi Abdullah İbn-i Ömer (ra) rivayet etmiştir. Konuşmak da mekruhtur. Ancak hayır konuşmak mekruh değildir. Çünkü Allahû Teâla (cc)'nın: "(Habibim) Kullarıma söyle, sözün en iyisini konuşsunlar" (El İsrâ Sûresi: 53) kavl-i şerifi, mânasındaki umumiliğinden dolayı, mescidin dışında, mutekif olmayanın da ancak hayır ile konuşmasını gerektirir. Sen mu'tekifi ne sanırsın ki, mescidde hayırdan başkasını konuşması caiz olsun"(130) hükmünü zikreder. Mu'tekif (İ'tikâfa giren kimse) Kur'an-ı Kerim okumaya, Hadis-i Şerif'ler üzerinde tefekküre ve Resûl-i Ekrem (sav)'in siyerini (Cihad ve diğer mücahedelelerini öğrenmeye, bunun dışında Hz. Adem (as)'dan itibaren mücadele veren Peygamberlerin ve salih kimselerin tevhid mücadelesini tefekkür etmeye gayret etmelidir.(131)
853 İ'tikâfa giren mü'min; kendisini tamamen Allahû Teâla (cc)'ya ibadete hasretmiştir. Onun maksadı; İ'tikâf sayesinde, sürekli kötülüğü emreden nefs-i emmaresini yenmektir. Bir beldedeki mü'minler; topluca İ'tikâfı terkederlerse, günah işlemiş olurlar. Bir kısmı İ'tikâfa girerse; diğerlerinden günah sakıt olur. Ancak İ'tikâfı nezreden kimseler; ister Ramazan ayında, ister Ramazan'ın dışında olsun, mutlaka oruç tutmak zorundadırlar. Ayrıca nezir sebebiyle İ'tikâf kendilerine vacib olmuştur.