GUSÜL NEDİR?
322 Gusûl "iğtisal"den alınma bir isimdir. Bedenin tamamını yıkamak manasınadır. Kullanılan suya da gusül denilir. Bir hadis'te Hz. Meymune'nin "Peygamber (sav)'e gusül koydum" demesi, yıkanılacak su koydum manasınadır. Lakin Nevevi: "Bu manaya lugatta bu kelimenin "gasl" şeklinde okunması daha fasih ve daha meşhurdur. Gusül şekli fukahanın kullandıklarıdır" diyor.(136) İslâmi ıstılâhta gusül bedeni yıkamaktır. Beden ismi hem dışa, hem içe şamildir. Suyu uluştırmak imkânsız veya pek güç olan yerler müstesna bedenin tamamını yıkamaya gusül denir.(137)
GUSÜL'ÜN FARZLARI
323 Gusül abdesti; kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Gusül'ün farzları:
1) Mazmaza (Ağıza su vermek),
2) İştinşak (Buruna su vermek),
3) Bütün bedeni yıkamaktır.(138)
Mütûn'da zikredildiğine göre, bütün bedeni iyiden iyiye bir defa yıkamak farzdır. Kur'an-ı Kerim'de: "Eğer cünüb iseniz vücûdunuzu tertemiz ediniz..."(139) hükmü beyan buyurulmuştur. Ayet-i kerime'de geçen "Fetahharû" (Tertemiz edin) emri, mübalağa sigası ile bedenin zahirinde olan şeyin yıkanmasının farz olmasını gerektirir."(140) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ağıza ve buruna su vermek cünüb olan insana farzdır"(141) Hadis-i Şerifi, ağız ve burun'un da dış uzuv hükmünde olduğunun delilidir. Bu sebeble; burunda bulunan kuru kir (suyu altına geçirmediği için) gusüle manidir.(142) Ayrıca bir kimsenin bedenine balık pulu veya çiğnenmiş ekmek yapışmış olursa ve (bunlar da beden üzerinde kurumuş bulunursa) yıkandıkları zaman altına su geçirmezlerse o kimsenin gusülü caiz olmaz.(143) Sonuç olarak; gusül'de bütün bedenin tertemiz yıkanması, bütün mezheplerde kat'i farzdır. Mazmaza ve iştinşak; hanefi mezhebinin müctehid imamları indinde "Amel-i Farz"dır. Şafii fûkahası; "On şey vardır ki, bunlar fıtrattandır" Hadis-i Şerifinde "mazmaza ve iştinşak'ın" bunlar arasında zikredilmesini esas alarak; gusül'de sünnet olduğuna kail olmuşlardır. Dolayısıyla kaplama diş yaptıran kimselerin (ki bu bir zarûrete mebni ise) gusül abdestinde Şafii mezhebini taklid etmesi gerekir. Zira kaplama diş; altına su geçirmeyeceği için ağızın tamamen yıkanmasına mani olur. Çıkarılıp-takılabilecek şekilde olan diş ve protezlerin; gusül abdesti alırken çıkarılması ve ağızın tamamının iyice yıkanması da şarttır.
GUSÜL'ÜN SÜNNETLERİ
324 Gusül abdesti almaya niyet etmek ve besmele çekmek sünnettir.(144) Daha sonra iki elini ve fercini (Avret mahallini) tertemiz yıkamak.(145) Eğer vücûdunda necaset varsa onu gidermek ve tıpkı namaz abdesti gibi abdest almak da sünnettir.(146) Suyu başına ve vücûdunun diğer yerlerine dökerek üç defa yıkamak gerekir. Sahih olan kavle göre, birinci yıkama farz, diğer iki yıkayış ise sünnettir. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Suyun dökülüş sırasına gelince: Gusül abdesti alırken önce üç defa sağ omuza, sonra üç defa sol omuza, sonra üç defa başa ve diğer yerlere dökülür.(147) Hz. Meymune (r.anha) Resûl-i Ekrem (sav)'in gusül abdestinde bunlara riayet ettiğini zikretmiştir.(148) Gusül abdesti alan kimse, daha sonra yıkandığı mekândan ayrılır ve ayaklarını yıkar. Ayaklarını yıkamayı geriye bırakması; suyun ayak altında birikip kaldığı zaman esastır. Eğer bir tahta veya taş üzerinde gusül abdesti alıyorsa ve kullanılan (müsta'mel) su ayak altında birikmiyorsa, ayaklarını yıkamayı sonraya bırakması gerekmez.
325 Gusül abdesti alırken konuşmamak ve kıble cihetine yönelmemek esastır. Zira bu abdesti alırken, avret mahalli ekseriya açık olur.(149) Gusül abdesti alırken, herhangi bir dua okunmaz.
326 Gusül abdesti alırken suyu normal bir miktarda kullanmak; fazla veya noksan harcamamak da sünnettir.(150) Su saçların dibine vardığı zaman kadınların saç örgülerini çözmesi lâzım gelmez. Zira Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Ümmü Seleme (r.anha)'ya hitaben: "Su saçlarının diplerine vardığı zaman, bu sana kâfi gelir"(151) buyurmuştur. Kadınların örgülü saçlarını çözerek su ile ıslatması şart değildir. Ancak saçlarının diplerine suyun ulaşması şarttır. Sahih olan budur. Sakal için durum farklıdır. Çünkü suyun sakalın içine vardırılmasında herhangi bir güçlük yoktur. Gusül abdesti alırken vücûdu güzelce ovmak da, sünnettir.(152)
GUSÜL ABDESTİNİ İCAB ETTİREN HALLER
327 Gusül abdestini icab ettiren hallerin başında cünüb'lük gelir.(153) İster uyku halinde iken olsun, ister uyanık iken; meninin şehvetle dışarı çıkması gusül abdestini farz kılar. Zira Resûl-i Ekrem (sav) "Su, sudan lâzım gelir"(154) buyurmuştur. Meni'nin; bakmak, dokunmak, ihtilâm veya istimna sonucu gelmiş olması mahiyeti değiştirmez. Şehvetle çıktığı sabit olduğu süre içerisinde gusül farzdır. İmam-ı Şafii (rh.a) "İster şehvetle, ister şehvetsiz olarak meni'nin çıkması gusül abdestini farz kılar" hükmünü beyan etmiştir.
328 Burada üzerinde durulması gereken hususlardan birisi İstimna'dır. Halk arasında "otuzbir çekmek" diye tanımlanan bu olayın hükmü nedir? sualine cevap arayalım. Kur'an-ı Kerim'de: "(Öyle mü'minler) Ki onlar iffetlerini koruyanlardır. Ancak zevcelerine ve sahib oldukları cariyelerine karşı olan münasebetleri müstesnadır. Çünkü onlar (bu takdirde) kınanmış değildirler. O halde kim bunların ötesini isterse, şüphe yok ki onlar haddi aşanlardır"(155) hükmü beyan buyurulmuştur. İbn-i Kesir; bu ayet-i kerime'nin tefsirinde "İstimna'nın" haddi aşmak olduğuna işaret buyurduktan sonra İmam-ı Şafii (rh.a) indinde bu fiilin haram olduğunu beyan etmektedir.(156) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Elini nikâh eden melûndur" buyurduğu da birçok muteber kaynakta zikredilmiştir.(157) Hanefi fûkahası istimna'nın tahrimen mekruh olduğu hususunda müttefiktir. İbn-i Abidin "Oruç" bahsinde istimna üzerinde durmuş ve bu konudaki bütün kavilleri zikrettikten sonra: "Zeylâi bu işin (İstimna'nın) helâl olmadığına "Onlar ki iffetlerini korurlar" ayet-i kerimesiyle istidlâl etmiş ve "Cim'a için ancak zevce ve cariye'den istifade mübah kılınmıştır" demiştir. Bu da, bu ikisinden başka kazay-ı şehvet için helâl birşey olmadığını gösterir. Benim anladığım budur"(158) hükmünü beyan etmiştir. Kitabü'l Fıkıh'ta "El ile istimna büyük günahlardandır"(159) denilmektedir.
329 İki yoldan birine (Ferc veya dübür) zekerin haşefesi girdiği zaman; bu işi yapana (faile) da, yaptırana (mef'ûle) da gusül farz olur.(160) Zira Resûl-i Ekrem (sav): "İki hitan (sünnet yeri) birleştiği ve haşefe (zekerin başı) gizlendiği zaman meni insin veya inmesin gusül abdesti almak lâzım gelir"(161) buyurmuştur. Zira bu hal, menininmesinin sebebidir. Meni, bazen az olduğu için inme gizli kalır. Dolayısıyla iki sünnet yerinin birleşmesi, meninin inmesi makamına kaimdir. Yani tıpkı meni inmiş gibi amel olunur.(162)
330 Kur'an-ı Kerim'de "Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: "O bir ezadır (Pisliktir). Onun için hayız zamanında kadınlar(ınızla cinsi münasebet)den ayrılın. Temizlendikleri vakte kadar kendilerine yaklaşmayın""(163) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla hayız hali de, gusül abdestini gerektiren sebeblerdendir. Ayrıca nifas halinin de; gusül abdestini icab ettirdiği hususunda icma vaki olmuştur.(164)
GUSÜL ABDESTİ'NİN ÇEŞİTLERİ
331 1. Farz olan gusül abdesti: Cünüblük, hayız ve nifas hallerinden dolayı gusül abdesti almak farzdır.(165)
2. Vacib olan gusül abdesti: Ölüye gusül abdesti aldırılması (yani gasl edilmesi) vacibtir. Ayrıca cünüb olan kâfir; sonradan müslüman olmuş ise, onun da gusül abdesti alması vacibtir.(166)
3. Sünnet olan gusül abdesti: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Cum'a namazına gelen kimse gusül abdesti alsın"(167) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyle Cum'a ve bayram namazlarına, gitmeden önce gusül abdesti almanın sünnet olduğu hususunda ittifak edilmiştir.(168) Hacc için ihram'a girerken ve Arefe günü vakfe için gusül abdesti almak da sünnettir.
4. Mendub ve müstehab olan gusül abdesti: Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'ye girmek için alınan gusül abdesti mendubtur. Ayrıca cinnet geçiren bir kimsenin, bu halden kurtulduktan sonra gusül abdesti alması müstehabtır. Esasen aklı zelzeleye veren her olaydan (Baygınlık, cinnet vs.) sonra gusül abdesti almak; alimlerimiz tarafından tavsiye olunmuştur.
GUSÜL ABDESTİ İLE İLGİLİ DİĞER MESELELER
332 Cünüb, hayız ve nifas hallerinde olan mükelleflere (bu hallerden temizlenmedikleri süre içerisinde) haram olan birtakım fiiller mevcuttur. Bunlar;
a) Bir ayet-i kerime miktarı dahi olsa Kur'an-ı Kerim okuyamazlar ve O'na (Kur'an'a) el süremezler.(169) Ancak dua ve zikir yapmalarında herhangi bir mahzur yoktur.
b) Hayız ve nifas halindeki kadınlar namaz kılamazlar ve oruç tutamazlar. Zira hayız hali kadından namazı iskat eder ve oruç tutmasını da haram kılar. Hayıs ve nifas halinden kurtuldukları zaman geçirmiş oldukları farz oruçları kaza ederler. Ancak namazı kaza etmezler. Zira Hz. Aişe (r.anha)'nın şu kavli vardır: "Bizden birisi Resûl-i Ekrem (sav)'in zamanında hayızdan temizlendiği zaman orucunu kaza ederdi. Namazını kaza etmezdi."(170)
c) Cünüb, hayız ve nifas halinde olan mükellefler; cam'i ve mescidlere giremezler, Kâbe-i Şerif'i tavaf edemezler.(171)
d) Hayız ve nifas halindeki hanımlarla, nikâhlı eşleri (Kocaları) cim'a'da bulunamazlar. Bu halde iken cim'a yapmayı helâl gören kimselerin küfrü üzerinde durulmuştur.(172) Ancak (Helâl görmemekle beraber) nefislerine uydukları için cim'a ederlerse haram işlemiş olurlar. Ayrıca keffaret vermeleri de gerekir.
333 Cünüb olan bir kimse; gusül abdesti almayı namaz vaktine kadar tehir etmekle günahkâr olmaz.(173) Ancak derhal yıkanması daha evlâdır.
SULAR VE HÜKÜMLERİ
334 Bütün muteber fıkıh kitaplarında; abdest'in ve gusül'ün hükümleri izah edildikten sonra, "Sular ve Hükümleri" üzerinde durulur. Alaûddin El Haskafi: "Su latif bir cisimdir ki, her büyüyen şeyin hayatı onunla kaimdir. Hades mutlak surette "Mai mutlak" denilen su ile giderilir. Mai mutlak su denilince hatıra gelen bulut, dere, kaynak, kuyu, deniz ve erimiş de damlamış kar suyu, dolu ve buz suyu ve çiğ gibi sulardır" hükmünü zikrediyor. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Her büyüyen hayvan ve nebat gibi şeyin hayatı su ile kaimdir. Tuzlu suda hayat yoktur denilemez. Çünkü bu arizidir. Esas itibariyle onda lezzet vardır. Yani onun aslı da gökten inmedir. Hades (yani abdestsizlik ve cünüblük) mutlak sûrette "Ma-i Mutlak" denilen su ile giderilir. "Ma-i Mutlak" su denilince hatıra gelen ve pis olmayan sudur. Bu kayıtla; mukayyed su, müsta'mel su ve necis, su tariften hariç kalır. Zahire bakılırsa necis su, ile müsta'mel su mukayyed değildirler. Onun için ûlemadan bazıları: "Suyun halini bilene nisbetle su denilince hatıra gelen sudur" demişlerdir. Malûmun olsun ki mutlak su (Ma-i Mutlak) tabiri, su demekten daha hususidir. Çünkü "Mutlak" kelimesi bir kayıttır. Onun için bu kayıtla mukayyed su tariften çıkarılmıştır. Yalnız su dersek, manası her suya şamil olur."(174) buyurarak konuya açıklık getirir.
335 Kur'an-ı Kerim'de "Bedir savaşı esnasında mü'minlerin durumu izah buyurulurken" şu husus tasrih edilmektedir: "Sizi tertemiz yapmak, sizden şeytanın murdarlığını gidermek, kalblerinize rabıta vermek, ayaklarınızı pekiştirmek için de, gökten üzerinize bir su indiriyordu."(175) Müfessirler, bu ayet-i kerime'nin tefsirinde, mü'minleri tertemiz kılmak için gökten su indirilmesinin bir lutf-û ilâhi olduğu hususunda ittifâk etmişlerdir.(176) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Su temizleyicidir. Onu hiç bir şey pisleyemez. Ancak suyun rengini, tadını ve kokusunu değiştiren bir şey müstesnadır"(177) buyurduğu da bilinmektedir. Meselâ; cife veya şarap gibi necaset olan birşey suyun içine atıldığı zaman, onun rengini, tadını ve kokusunu değiştirmezse pislenmiş olmaz.(178) Aksi tahakkuk ederse yani suyun rengi, tadı ve kokusu değişirse, pislenmiş olur.
SULAR'IN TASNİFİ
336 Esas itibariyle sular: "Kendileriyle abdest ve gusül caiz olan sular" ve "Caiz olmayan sular" olmak üzere ikiye ayrılarak tetkik edilir.(179) Kendileriyle abdest ve gusül caiz olan sulara "Ma-i Mutlak" da denilmiştir. Yağmur, dere, kaynak, kuyu, nehir, ırmak ve deniz suları ile hades'ten taharet (Abdest almak ve gusül etmek) caizdir.(180) Resûl-i Ekrem (sav)'in "Denizin suyu temizleyicidir ve ölü hayvanları da helâldır"(181) buyurduğu bilinmektedir. Genel olarak kendileriyle Abdest ve gusül caiz olan sular üç'e ayrılır:
a) Akar sular,
b) Durgun sular,
c) Kuyu suları.(182)
337 İçerisine necaset dahi düşse; akar su ile hadesi gidermek caizdir. Alauddin El Haskafi: "Akar su örf ve adete göre akar (akıcı) sayılan sudur. Bazıları "Saman çöpünü götüren sudur" demişlerdir. Birinci kavil daha açık, ikincisi daha meşhurdur"(183) hükmünü zikrediyor. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Tahavi'nin beyanına göre akar suyun tarifi hakkındaki birinci kavil daha açık ve daha sahihdir. Nitekim "El Bahr" ve "En Nehir" sahipleri de aynı şeyi söylemişlerdir. Çünkü örfe dayanır ve İmam-ı Azam'ın "Başına gelenlere sorulur" kaidesine uygundur. Lâkin bu beyan müşkil görülmüştür. "Örf ve adete göre akar sayanların çokluğuna ve ihtilaflarına bakarak bu miktar asla tayin edilemez" denilmiştir. İkinci kavil daha meşhurdur. Çünkü birçok kitaplarda, hatta metinlerde mevcuttur. Sadru'ş Şeria ve ona tabi olarak İbn-i Kemal "Anlaşılması güç olmayan tarif budur" demişlerdir. Lâkin gördüm ki birinci kavil daha sahihtir. Bugün örf ve adet şudur: Su bir taraftan girer, diğer taraftan çıkarsa ona akar su adı verilir. Velev giren su az olsun. Bununla mescidlerdeki havuzlarla, hamam şadırvanlarının hükmü anlaşılmış olur. Halbuki bunlar saman çöpünü götürmezler" buyurmaktadır.
338 Hanefi fûkahası Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sizden birisi durgun olan suyun içine bevletmesin (idrarını yapmasın). Ayrıca cünüb olan kimse de durgun sudan gusül abdestini almasın"(184) Hadis-i Şerifi ile, Hz. Cabir (ra)'den rivayet edilen: "Ben bir göle vardım. Baktım ki içinde bir eşek ölmüş, bunun üzerine o gölden su almaktan vazgeçtik ve Resûlullah (sav)'e geldik "Şüphesiz ki o suyu hiç bir şey pislemez" buyurdular." Hadis-i Şeriflerini esas alarak havuz sularını "Büyük" ve "Küçük" olmak üzere ikiye ayırmıştır. Büyük havuz suları, tıpkı akar su hükmündedir ve pislik tutmazlar.(185) İmam-ı Şafii (rh.a) ve imam-ı Malik (rh.a); rengi, tadı ve kokusu değişmedikçe, her türlü durgun suda abdest almanın caiz olduğuna kaildirler. İmam-ı Şafii (rh.a) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Su iki kulleye vardığı zaman pislik taşımaz"(186) Hadis-i Şerifini esas almıştır.
339 İmam-ı Merginani suyun sathının 10x10=100 arşın olursa büyük havuz hükmünde olacağına işaretle: "İnsanlara işin geniş ve kolay gelmesi için "aşren fi aşren" (on çarpı on) arşın kare olmasıyla takdir edilmiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Derinlikte muteber olan avuçlandığı zaman dibinin açılmamasıdır" hümünü zikretmektedir.(187) Alauddin El Haskafi "Durgun suyun miktarı hususunda muteber olan cihet, hal başına gelen kimsenin galebe-i zannı (yani kalbinin yatması)dır. Necasetin suyun öbür tarafına varmadığına kalbi yatarsa caiz, yatmazsa caiz değildir. İmam-ı Azam'dan nakledilen zahir rivayet budur"(188) buyurmaktadır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Ben derim ki; Lâkin "Hidaye" ve diğer kitaplarda bildirildiğine göre büyük göl, bir tarafı çalkandığı zaman öbür tarafı hareket etmeyen sudur" hükmünü zikreder. Bahsin devamında da Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her kim bir kuyu kazarsa etrafı kırk arşın onundur" Hadis-i Şerifini zikrederek: "Binaenaleyh kuyunun çevresi her taraftan onar arşın o kimsenin olur" buyurmaktadır.(189) Sonuç olarak; abdest ve gusül almanın caiz olduğu büyük durgun suyun ölçüleri, yukarıda zikredildiği gibidir.
340 Günümüzde genellikle baraj suları kullanılmaktadır. Barajların büyüklüğü dikkate alınırsa, bunlara "deniz suyu" demek mümkündür. Deniz suyunun temizleyici olduğu kat'i haberlerle sabittir.
341 Sinek, arı, akrep gibi akıcı kanı olmayan hayvanın suda ölmesi, suyu ifsad etmez. Balık, kurbağa, yengeç gibi suda yaşayan hayvanların ölmesi halinde de hüküm böyledir.(190)
342 Abdest ve gusül almanın caiz olduğu sulardan birisi de "Kuyu sularıdır"(191) Eğer hergangi bir kuyuya necaset düşerse, bütün suyunun çekilip çıkarılması kuyuyu temizler. Bu hususta kat'i bir ittifak mevcuddur. Eğer suyun hepsini çekmek güç olursa, kuyuda bulunan su kadar çekilir. Bu durumda o kuyuda olan suyun çekilmesi su işinde uzman (Ehl-i Hibre) iki kişiye bırakılır. Onlar kuyuda kaç kova su vardır derlerse, o kadar su çekilir. Fıkıhta esah ve eşbah olan budur.(192) Çünkü o iki kişi gerekli olan şehadetin nisabıdır. Asıl olan bir işe mübtelâ olunduğu zaman, o konudaki ilim sahiplerine müracaattır. Allahû Teâla (cc) Kur'an-ı Kerim'de: "Eğer bilmiyorsanız zikir erbabına (alimlere) sorun"(193) hükmünü beyan buyurmuştur.
KENDİLERİYLE ABDEST VE GUSÜL CAİZ OLMAYAN SULAR
343 Müsta'mel (Kullanılmış) suyun hadesten taharet ve gusül için tekrar kullanılması caiz değildir.(194) Ulema müsta'mel suyun temiz olup-olmadığı hususunda ihtilâf etmiştir. İmam-ı Muhammed (rh.a) "O temizdir" buyurmuş ve bu kavil İmam-ı Azam'dan (rh.a) da rivayet, edilmiştir. Muhıyt'te de böyledir. Kendisi ile hades giderilmiş olan Allahû Teâla (cc)'ya kurbet kasdı ile kullanılmış bulunan su, sahih olan rivayete göre "Ma-i Müstamel'dir."(195) Molla Hüsrev: "Müsta'mel su temizdir. Fakat temizleyici değildir. Fetva da bunun üzerinedir"(196) hükmünü zikretmektedir.
344 Her ne kadar toprak karışmış olsa da, suyu galib durumda olan sel suyu ile abdest almak caizdir. Fakat eğer çamur gibi katı kıvama ulaşsa sel suyu ile abdest almak caiz olmaz.(197) Suyun içerisine boya veya mazı atıldığı zaman, eğer onunla yazı yazıldığı vakit, kâğıt üzerinde iz bırakırsa abdest almak caiz olmaz. Zira özelliğini yitirmiştir.
345 Hadesten taharet (Abdest almak ve gusül etmek) meyveden sıkılan su ile caiz olmaz.(198) Zira gerek ağaçtan, gerekse mevyeden sıkılarak elde edilen su "Ma-i Mutlak" değildir. Karpuz suyu, hıyar suyu, gül suyu, sirke, süt ve üzüm suyu gibi (İster içilsin, ister içilmesin) akıcı olan şeylerle abdest alınmaz. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir. Akıtmakla özelliklerini kaybeden ve tabiatı değişen su ile de abdest alınmaz.
ARTIK SULARLA İLGİLİ MESELELER
346 Önce "Artık" kelimesi üzerinde duralım. Artığın arapçası "Sü'r"dür. Sü'r; su içenin kapta veya havuzda bıraktığı kısımdır. Sonra bu kelime yiyecek vesaire artıklarına da istiare edilmiştir. Sü'rün cemi "es'ar" gelir. Kamusun ifadesine göre sü'r; mutlak bakiye, kalıntı manasında hakikattir.(199) İnsanın ve eti yenen hayvanın artığı (ağızları temiz olmak şartıyla) temizdir.(200) Esah olan kavle göre at'ın da artığı temizdir.
347 Kedinin, pislik karıştıran tavuğun, devenin ve sığır'ın artıkları, yılan ve fare gibi evde yaşayan canlıların artıkları mekruhtur.(201) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kedi yabani hayvandır"(202) Hadis-i Şerifinden murad, hükmü beyandır. Yoksa hilkatini veya sûretini beyan değildir. Nitekim bir başka Hadis-i Şerif'te: "Kedi pis değildir. O sizin etrafınızda çok dönüp dolaşandır"(203) buyurulmuştur. İmam-ı Merginani: "Kedinin necis olma hali, aramızda dönüp-dolaşan bir hayvan olması sebebiyle düşmüş, mekruh olma hali ise baki kalmıştır"(204) hükmünü zikretmektedir. Evlerde yaşayan kanlı hayvanların tamamı (fare, yılan, yırtıcı kuş, tavuk vs..) aynı hükme tabidir. Yani bunların artıkları mekruhtur.
348 Katır ve merkep gibi hayvanların artıkların pis veya temiz olduğu hususunda şüphe edilmiştir.(205) Bu sebeble bunların artıklarına "Meşkuk" denir. İbn-i Abidin: "Ehl-î eşeğin artığı şüphelidir. Fakat yaban eşeğinin (Vahşi eşek) eti yenir; artığında şüphe ve kerahat yoktur."(206) hükmünü zikretmektedir.
349 Köpeğin, domuzun ve diğer yırtıcı hayvanların artıkları necistir.(207) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Su kabı, köpeğin yalamasından dolayı üç defa yıkanır"(208) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "Köpek su içerken onun dili suya temas eder, fakat çoğu zaman kaba temas etmez. Durum böyle olunca, madem ki su kabı necis hale geliyor, o halde suyun (arta kalan) necis olması daha evlâdır"(209) hükmünde ittifak etmiştir. Domuz'un necis olduğu da kat'i haberlerle sabittir. Dolayısıyla onun artığı da necistir.
TEYEMMÜM NEDİR?
350 Teyemmüm'ün lûgat manası mutlak manada "Kasd"dır.(210) İslâmi ıstılâhta ise; temizlenmek niyetiyle temiz yeri (toprak vs.) kasdetmektir. Bedayi ve diğer kitaplarda: "Hususi şartlar altında temizlenmek kasdı ile yeri iki hususi uzuvda kullanmaktır" diye tarif edilmiştir.(211) Esasen teyemmüm temiz yerden yüz ve ellere yapılan meshin ismidir. Kasd şarttır çünkü kasıd niyettir.
351 Kur'an-ı Kerim'de: "Eğer su bulamazsanız said-i tayyib (toprak cinsinden temiz bir şey) ile teyemmüm ediniz"(212) hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Suyu bulamadığı müddetçe, on yıla kadar bile varsa, yer (Said-i Tayyib) mü'minin temizleyicisidir"(213) buyurduğu bilinmektedir. Yine bir başka Hadis-i Şerif'de: "Bana beş haslet verildi ki, bunlar benden önceki peygamberlerden hiçbirine verilmemiştir. Bunlar:
a) Ben bir aylık mesafeden düşmana korku verilmek sûretiyle mansur oldum.
b) Yer bana (bir rivayette) ve ümmetime mescid ve temizleyici kılındı. Ümmetimden her kim namaz vakti gelirse namazını kılsın.
c) Bana ganimetler helal kılındı. Benden önce kimseye helâl kılınmamıştı.
d) Bana şefaat verildi. Eskiden bir peygamber hasseten kendi kavmine gönderiliyordu. Ben bütün insanlara umumi olarak gönderildim" buyurmuştur.(214)
Bu hadisi Buhari ve Müslim ve diğer hadis imamları rivayet etmişlerdir. Hatta Suyuti onun mütevatir olduğunu söylemiştir. Sonuç olarak; teyemmüm kitap, sünnet ve icma ile sabittir.
TEYEMMÜM'ÜN SIHHAT ŞARTLARI
352 Teyemmüm'ün sahih olabilmesi için; birtakım şartların bulunması gerekir. Bunlar:
1. Suyun bulunmaması veya kendisi ile suyun bulunduğu yer arasında bir mil (dört bin adım) veya daha fazla mesafe bulunmasıdır.(215) Su bulunduğu halde, onu kullanmaya güç yetirememek (Hastalık, soğuktan helâk olma veya düşman korkusu gibi sebeblerle) teyemmümü meşru kılar. Hapsedilmiş olmak ve hapsedenlerce suyu kullanmasına müsaade edilmemek de, suyun hükmen yokluğu demektir.
2. Niyet etmek!.. Abdestsizlikten veya cünüblükten temizlenmeye niyet edilmeden yapılacak teyemmüm sahih değildir.(216)
3. Teyemmüme mani olabilecek maddelerin yüz ve ellerde bulunmaması şarttır. Mum, yağlı boya gibi kalın maddelerin, teyemmümden önce temizlenmesi gerekir.
4. Meshin üç parmak veya daha fazlası ile yapılması şarttır.
5. Teyemmüm alırken, abdeste mani olan engellerin bulunmaması esastır. Hayız, nifas ve abdest'e mani olan diğer engeller.
6. Su bulunmadığı halde, çevrede "Suyun bulunabileceği zannının" galip olması durumunda, onu aramak.(217) Essah olan kavle göre; 400 arşın kadar suyu sorup-araması vacib olur.
7. Teyemmüm edilecek azaların tamamının meshedilmesi de şarttır.
TEYEMMÜM'ÜN RÜKÜNLERİ
353 Ayet-i Kerime'de geçen "Said-i Tayyib" ibaresini esas alan Hanefi Fûkahası "Teyemmüm toprak cinsinden olan temiz şeylerle yapılır"(218) hükmünde ittifak etmiştir. Dolayısıyla teyemmüm'ün birinci rüknü: Temiz topraktır. Toprak cinsinden olan, kum, çakıl, kireç, tozlu taş, tuğla ve kiremit gibi maddelerle de teyemmüm caizdir. Yumuşatılıp eritilebilen demir, bakır, tunç, cam, altın, gümüş ve benzeri maddeler toprak cinsinden değildir. Bedai'de de böyledir. Bunlarla teyemmüm caiz olmaz.(219) Ayrıca yanınca kül olan odun, ot ve benzeri şeylerle de teyemmüm yapılamaz.
354 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Teyemmüm iki darb'tır (vuruştur). Bir vuruş yüz içindir. Bir vuruş da elleredir."(220) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi Fûkahası: "Teyemmmüm iki vuruştur. Bunlardan birisiyle yüzünü mesheder. Diğer vuruşta ise, ellerini dirseklerine kadar mesheder. Hilkatinde bir değişiklik olmasın diye, toprağın döküleceği kadar ellerini silkeler. Zahir rivayeye göre; meshin uzuvların her tarafını kaplaması esastır. Çünkü teyemmüm, abdestin makamına kaim olur. Bu sebeble parmaklarının arasını hilâllemek ve parmaklardan yüzüğü çıkarmak gerekir ki, mesh tamam olabilsin"(221) hükmünü beyan etmiştir. Sonuç olarak; teyemmüm'ün iki rüknü''nü: "Yüzün tamamını meshetmek" ve "dirseklerle beraber kolları meshetmek" şeklinde özetlemek mümkündür.
TEYEMMÜM NASIL YAPILIR?
355 Teyemmüm etmek zorunda kalan mükellef; önce pak ve temiz bir toprak bulmak zorundadır. Bu toprak cinsi bir madde de olabilir. Kollarını dirseklerinden yukarıya kadar sıvar. Elinde yüzük veya bilezik gibi birşey varsa bunları çıkarır. Elinde veya yüzünde teyemmüm'e mani olacak, herhangi bir pislik (Mum, yağlı boya vs.) varsa onları temizler. Alauddin El Haskafi: "Teyemmüm, yüzünü ve dirseklerle beraber kollarını kaplamak sûuretiyle yapılır. Hatta bir kıl veya burnunun kenarını bıraksa caiz olmaz. Elindeki yüzüğü veya bileziği ya çıkarır, yahut oynatır. Bununla fetva verilir. Kollar dirseklerle beraber mülahaza edildiği için kolu kesik olan kimse dirseğine mesh eder."(222) hükmünü zikrediyor. Dolayısıyla ön hazırlık buna göre yapılır. Daha sonra; kat'i bir niyet şarttır. "Taharete niyyet ettim veya Namaz kılmak için niyet ettim veya cünüblükten temizlenmeye niyet ettim" gibi sözler kâfidir. Hatta teyemmümde, abdest için veya gusül için, tasrih etmek şart değildir. Abdesti irade ederek teyemmüm etmiş olsa caizdir ve cünüblükten teyemmüm etmiş sayılır. Fetva bunun üzerinedir.(223) Niyet'ten sonra besmele çekerek; iki el teyemmüm edilecek olan yer üzerine konur. Eller önce öne doğru sürülür, daha sonra geriye doğru çekilir. Daha sonra iki el kaldırılıp, birbirine değdirilerek silkelenir. Her iki el yüzün üzerine konularak; her tarafı kaplamak suretiyle meshedilir. Hatta bir kimse kaşlarının altı ile gözlerinin üstünde kalan yerleri mesh etmemiş olsa, teyemmüm caiz olmaz. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir.(224) İbn-i Abidin: "Şakaklarla kulaklar arasındaki beyaz yerleri de meshetmek lâzımdır. Mücteba'da "İnsanlar bundan gafildirler" denilmiştir"(225) hükmünü zikrediyor.
356 Yüz tamamen meshedildikten sonra, ilk vuruşta olduğu gibi, yine her iki el yere konur. Önce öne doğru sürülür, sonra geriye doğru çekilir ve kaldırılarak silkelenir. Sonra sol elin avuç ve parmaklarıyla; sağ elin parmak uçlarından itibaren dirsekle beraber dış kısmı ve iç kısmı tamamen sıvazlanarak meshedilir. Sonra sağ elle; aynı şekilde sol kol meshedilir. Böylece teyemmüm tamamlanmış olur.
TEYEMMÜMÜ BOZAN ŞEYLER
357 İmam-ı Merginani: "Abdesti bozan her şey teyemmümü de bozar. Zira teyemmüm abdestin halefidir. Bu durumda teyemmüm'de onun (Abdest'in) hükmünü alır"(226) hükmünü beyan ediyor. Abdesti bozan şeyleri 310'dan, 318'nci maddeye kadar olan kısımda izah etmiştik!..
358 Müteyemmim (Teyemmüm etmiş olan) kimse; suyu bulduğu veya suyu kullanmaya muktedir olduğu zaman, teyemmüm bozulur.(227) Bu hususta da hiçbir ihtilâf yoktur. Eğer namaza başlamadan önce veya namaz içerisinde iken suyu bulursa veya suyu kullanmaya muktedir olursa; abdest almak durumundadır. Namazın içerisinde iken suyun bulunması veya kullanmaya muktedir olma hem teyemmümü, hem de namazı bozar. Tekrar abdest alarak kılması icabeder.
TEYEMMÜM'LE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER
359 Alauddin El Haskafi: "Hapsedilen bir kimse teyemmümle namaz kılarsa şehirde olduğu takdirde, bilâhere o namazı tekrarlar. Şehirde değilse tekrarlamaz" hükmünü zekrediyor. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Şehirde hapsedilen kimsenin namazını kaza etmesi, mani kuldan geldiği içindir. Şehirde olmayanın kaza etmemesini ûlema yolculukta ekseriyetle su bulamamakla ta'lil etmişlerdir. (Yani mani Allahû Teâla (cc)'dan gelmiştir.) Hilye sahibi diyor ki: "Bu yanında veya yakınında su bulunursa kaza lazım geldiğine işarettir. Çünkü bu takdirde mani tamamen kuldan gelmiştir"(228) buyurmaktadır. Malûm olduğu üzere şehir; hududların tatbik ve hükümlerin infaz edildiği, kadısı ve valisi bulunan beldedir.
360 Teyemmüm'ün yedi sünneti vardır. Bunlar:
1. İki elini toprak üstüne koymak,
2. Elleri toprağın üzerinde ileri-geri sürmek,
3. Elleri silkelemek,
4. Parmakların arasını hilallemek,
5. Teyemmüme başlarken besmele çekmek, 6. Tertibe riayet etmek,
7. Bütün bunları arka-arkaya yapmak, yani araya bir fasıla vermemek.(229)
361 Şehir içinde cenaze hazır olunca, sıhhatli bile olsa (cenazenin velisi durumunda olmayan kimse) abdestle meşgul olması halinde namaza yetişememek korkusu olursa, teyemmüm edib namazı kılabilir. Bunun gibi bayram namazının geçmesinden korkan kimse de, teyemmüm edib namazını eda eder. Ancak abdestle meşgul olduğu takdirde Cum'a namazının geçmesinden korkan kimse, kat'iyyen teyemmüm edemez. Abdest alır. Cum'a'ya yetişebilirse kılar, yetişemezse dört rek'at öğle namazını eda eder.(230)
362 Teyemmümle yıkamanın ikisi bir arada bulunamaz. Çünkü bunda bedel ile mübdeli biraraya getirmek vardır.(231)
363 Abdesti bozulan bir yolcunun elbisesinde necaset bulunsa ve baraberindeki su, necaseti gidermekle, abdest alma işinin her ikisine yetmiyecek miktarda olursa, bu su ile elbisesindeki necaseti giderir. Artık kullanacağı su kalmadığı için teyemmüm eder.(232) Eğer önce teyemmüm edib de, sonra elbisesindeki necaseti yıkamış olsaydı, teyemmümü iade etmesi gerekirdi. Çünkü teyemmümü aldığı esnada, elinde su mevcuttu.
364 Vücûdunun yarısı veya yarısından çoğu yaralı olan kimse, su yaraya zarar verecekse gusül için teyemmüm eder. Eğer vücûdunun yarısından azı yaralı ise, sağlam olan kısımları yıkar ve yaralı olan kısımları mesheder.(233)
MESTLER ÜZERİNE MESH YAPMAK
365 Mesh'in lûgat manası: "Eli bir şeyin üzerinden geçirmektir. Şeriat'ta ise; ıslaklığın hususi bir zamanda hususi meste isabet etmesidir."(234) Şer'an mest: Deri ve benzerinden yapılıp, topukları ve fazlasını örten ayakkabıdır. Molla Hüsrev: "Mest üzerine mesh etmek sünnet-i meşhure ile sabittir. Mest üzerine meshi caiz görmeyen kimse mübtedi (Bid'atçı) olur. Fakat onu caiz görmekle birlite, azimet yolunu tutarak (ayaklarını yıkayıp) mesh etmese sevab kazanır"(235) hükmünü beyan etmektedir.
366 Mestler üzerine mesh'in caiz olduğu, tevatür derecesine yakın sahih haberlerle sabittir. Ancak buna rağmen; heva ve heveslerine kapılan birçok fırka; mestler üzerine mesh etmenin caiz olmadığını iddia edebilmiştir. Bu sebeble Ehl-i Sünnet'in akaid kitaplarında: "Seferde olsun, hazerde olsun mestler üzerine mesh etmenin caiz olduğuna inanırız"(236) hükmüne yer verilmiştir. Hasan-ı Basrî (rh.a): "Resûlullah (sav)'in ashabından yetmiş kişiye ulaştım. Bunların hepsi de mest üzerine meshin caiz olduğu görüşünde idi. Bundan dolayı Ebû Hanife (rh.a): "Gün gibi açık deliller elde etmedikçe, meshin caiz olduğuna kanaat getirmedim" demiştir. Kerhî (rh.a): "Mest üzerine mesh yapmanın caiz olmadığına kani olanların kâfir olmalarından korkarım. Çünkü bu konuda nakledilen eserler ve haberler tevatür hükmündedir" demiştir.(237) Alâuddin El Haskafi: "Mest üzerine mesh caizdir. Ama ayakları yıkamak daha faziletlidir. Meğer ki töhmetten dolayı yapıla. Bu takdirde mesh efdaldir" buyurmaktadır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Töhmetten murad; başkalarının "Bu adam mest üzerine meshi caiz görmüyor" demelerinden korkmaktır. Böyle bir ithamı kendisinden defetmek için mesh etmek efdaldir. Çünkü Rafizilerle, Hariciler mest üzerine meshi meşru saymazlar. Onlar çıplak ayak üzerine meshi meşru görürler. Binaenaleyh bir kimse mestleri üzerine mesh ederse töhmet kalkar"(238) hükmünü zikretmektedir.
MEST'LER ÜZERİNE MESH'İN CAİZ OLMASININ ŞARTLARI
367 Mest'lerin topuk kemiklerini örtmesi zaruridir. Topukların üst tarafını örtmesi şart değildir.(239) Yani ayakların "yıkanması farz olan kısmını" kat'i olarak örtmesi gerekir. Birinci şart budur. İkinci olarak; hades'in sirayetine mani olmak için ayakla doldurulmuş olmasıdır. Mestler geniş olursa, bir kısmına mesh edemiyeceği için caiz olmaz. Mestlerin yukarılarında ayakların görülmesi zarar vermez.(240) Üçüncü olarak; mestlerin mutad yürüyüşle üç fersah veya daha fazla yol yürüyecek şeylerden yapılmış olmasıdır. Demir'den, cam'dan veya odun'dan yapılmış mestler üzerine mesh etmek caiz değildir.(241) Ayrıca mestler bırakıldıkları zaman, kendi başlarına kıvrılmadan durabilmeli ve kat'iyyen su geçirmemelidir. Yol yürümeye müsait olmayan naylondan yapılmış mestler üzerine de mesh caiz değildir. Dikkat edilirse, burada zikrettiğimiz bütün şartlar, mestlerin yapısı ile ilgilidir.
368 Mestler üzerine meshin caiz olabilmesi için; bunları giymeden önce abdest alınmış olması veya abdestli iken giyilmesi şarttır.(242) Yani abdestsiz iken giyilen mestler üzerine mesh yapılamaz. Mestlerin tam bir taharet'ten sonra giyilmesi esastır.
369 Resûl-i Ekrem (sav): "Mukim olan kimse bir gün, bir gece mesheder. Misafir (Seferde olan) kimse ise üç gün, üç gece mesh eder"(243) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bu müddetler dolduğu andan itibaren; mestler üzerine mesh caiz olmaz. Mestlerini çıkararak, yeniden abdest alması gerekir.
MESTLER ÜZERİNE MESH NASIL YAPILIR?
370 İmam-ı Merginani: "Mestlerin dışına (üst yüzüne) parmaklarla hatlar halinde mesh yapılır. Ayak parmaklarından başlanılmak sûretiyle yukarıya doğru çekilir. Zira Hz. Muğire (ra)'den şu haber rivayet edilmiştir: "Peygamber (sav) ellerini mestlerin üzerine koydu ve onları parmakları tarafından mestlerin üst tarafına doğru çekerek bir kere meshetti. Sanki ben Resûl-i Ekrem (sav)'in mestleri üzerinde parmaklarının hat teşkil etmiş olduğu halde, mesh'in eserini gördüm." Sonra mesh'in mestlerin dışına (görünen üst yüzüne) yapılması kat'iyyetle lâzımdır. Hatta mestin içine, topuğuna ve baldırına meshetmek caiz olmaz"(244) hükmünü zikretmektedir. Genel olarak sağ el, sağ ayaktaki mest üzerine, sol el de, sol ayak üzerindeki meste konarak ve parmakların arası açık bir şekilde bulundurularak mesh yapılır. Bu meshin sünnet olan şeklidir.(245)
MESH'İ BOZAN ŞEYLER
371 Gusül abdestini gerektiren cünüblük, hayız ve nifas halleri; mestler üzerine mesh'i bozar.(246) Zira Hz. Safvan b. Assal (ra)'dan rivayet edilen şu hadis-i şerif vardır: "Bizler seferî halde iken Resûl-i Ekrem (sav) mestlerimizin üzerine üç gün, üç gece mesh etmemizi, ve mestlerimizi çakırmamamızı emrederdi. Fakat cünüb olma hali müstesna idi."(247)
372 Mestlerin ikisinin veya birinin ayaktan çıkmış olması meshi bozar.(248)
373 Sünnetle sabit olan; mestler üzerine mesh etme müddetinin dolması da, meshi bozar.(249) Bu müddet; mukim olan mükellef için bir gün (yani 24 saat), seferi olan mükellef için üç gündür (yani 72 saat).
374 Mestleri; gerek yırtılmak, gerekse eskimek sûretiyle özelliklerini yitirmesi de mesh'i bozar. Alauddin El Haskafi: "Büyük yahut çok yırtık -ki ayak parmaklarının küçüklerinden tam olanların üç tanesidir- meshe manidir" buyurmaktadır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Mestteki yırtıktan murad, topuktan aşağısında bulunandır. Topuktan yukarıdakine bakılmaz. O meshe mani değildir. Bunu zeylâi söylemiştir. Büyük yırtık; uzunluğu ve genişliğine üç parmak miktarı olandır"(250) hükmünü zikrediyor. Feteva-ı Hindiyye'de "Esah olan kavle göre, üç parmak miktarı yırtığın tamamen görünmesi şarttır. Yırtığın meshin iç yüzünde, dış yüzünde veya ökçe tarafında olması müsavidir"(251) denilmektedir. Ayak baş parmağı ile yanındaki parmak yırtıktan dışarı çıkarsa; bu iki parmak küçük parmaklardan üçüne eşittir. Bu durumdaki mestler üzerine mesh caiz olmaz.
SARGILAR ÜZERİNE MESH
375 İmam-ı Merginani: "Cebireler (Kırılmış veya burkulmuş kemikler üzerine sarılan tahtalar) üzerine mesh etmek caizdir. Velev ki bunlar, abdestsiz iken o uzva bağlanmış olsun. Zira Resûl-i Ekrem (sav) bununla amel etti ve Hz. Ali (ra)'ye emretti"(252) hükmünü zikretmektedir. Molla Hüsrev: "Cebire üzerine mesh etmek ancak, cebire konan yere suyun ulaşması zarar vermesi veya bağlı olan cebirenin çözülmesinin zarar vermesiyle caiz olur. Muhiyt'e "Bu bellenmelidir. Çünkü insanlar bundan gafildirler" demiştir"(253) buyurmaktadır. Dolayısıyla mü'min ve mütehassıs bir doktor; herhangi bir yaraya soğuk suyun ulaşmasının zararlı olduğunu kat'i olarak bildirirse, o yara üzerindeki sargıya mesh caiz olur. Feteva-ı Hindiyye'de: "Eğer yarayı soğuk su ile yıkamak zarar verir, sıcak su ile yıkamak zarar vermez ise, onu sıcak su ile yakamak lâzımdır. Zahir olan budur"(254) denilmektedir.
376 İbn-i Abidin bu konuyu izah ederken: "Bundan maksad, İbn-i Mace'nin rivayet ettiği Hz. Ali hadisidir. Hz. Ali (ra): "İki bileğimden biri kırıldıda Resûlullah (sav)'e sordum. Bana sargılar üzerine mesh etmemi emir buyurdular" demiştir. Bu hadis zaiftir, fakat rivayet yollarının çokluğu ile kuvvet bulmuştur. İbn-i Ömer (ra)'in, sargı üzerine mesh ettiği sahih rivayetle sabit olmuştur ki, bu kâfidir. Çünkü merfû hadis gibidir. Zira bedel olan şeyleri kendi görüşüyle tayin etmek mümkün değildir. Bunu bahır sahibi söylemiştir. Sargı üzerine meshin amelen farz olması imameyn'in kavli ise de, İmam-ı Azam dahi bu kavle dönmüştür. Bilmiş ol ki, Mecmua' sahibi şerhinde şunları söylemiştir: "Sargı üzerine mesh İmam-ı Azam'a göre müstehab, İmameyn'e göre vacibtir. Bazıları İmam-ı Azam'a göre vacib, İmameyn'e göre farz olduğunu söylemişlerdir. Vacib olması müttefekûn aleyhtir diyenler de vardır ki, essah olan budur. Fetva da buna göredir"(255) hükmünü zikretmektedir.
377 Yaraya bağlanan sargılar üzerine; velev ki bunlar abdestsiz iken bağlanmış bile olsa, mesh etmek caizdir. Yara iyi olmadan, üzerindeki sargı düşse de mesh bozulamaz. Fakat yara iyi olduktan sonra sargının düşmesi halinde mesh bozulur.(256) Sargı ve emsali üzerine mesh hususunda erkek-kadın, abdestsiz ve cünüb müsavidir. Bu mesele ittifakidir. Sargı üzerine mesh için essah kavle göre kaplama ve tekrar şart değildir. Yarıdan fazlasına bir defa mesh etmek kâfidir. Bununla fetva verilir.(257) Kan veya cerahat sargının üzerine çıkarsa, abdest bozulur.(258) Böyle durumlarda sargının çıkarılıp, yeniden sarılması esastır.
KADINLARA MAHSUS BAZI HALLER
378 İmam Burhanüddin Ez Zernuci: "Hangi durumda olursa olsun, bulunduğu halde meydana gelen işlerle ilgili bilgileri edinmek her müslümana farzdır"(259) hükmünü zikretmektedir. İbn-i Abidin: "Bilmelisin ki hayız babı en çetin ve kapalı bablardandır. Bu husus adet zamanını unutan kadınla ona teferrû eden meseleler pek müşkildir. Onun için muhakkik denilen ûlema buna çok dikkat etmiştir. İmam-ı Muhammed hayız hakkında müstakil bir kitap yazmıştır. Hayız meselelerine öğrenmek en mühim vazifelerden birisidir. Çünkü temizlik; namaz, Kur'an okumak, oruç tutmak, itikaf, hacc, bülûğ, cima, boşama, iddet, istibra ve saire gibi birçok hükümler bu meseleler üzerine terettüb eder. Bu sebeble hayız meselelerini öğrenmek en büyük vazife ve farzlardan biri olmuştur"(260) buyurmaktadır. Kadınlara mahsus kan halleri, sadece kadınları değil, aynı zamanda erkekleri de yakından ilgilendirir. Çünkü nikâhlı olan erkek ve kadın arasındaki ilişkilerin; şer'i hududlar dairesinde sürdürülebilmesi, bu hususlarla ilgili ilimleri tahsil etmekle mümkündür. Aksi takdirde; sürekli haram işleme tehlikesi söz konusu olur. Molla Hüsrev: "Kadınlara mahsus kanlar üç nevidir. Bunlar hayız, nifas ve istihaze'dir"(261) buyurmaktadır. Şimdi bunlar üzerinde duralım.
HAYIZ'IN TARİFİ VE MÜDDETİ
379 Alauddin El Haskafi: "Hayız lûgatta "Akıntı" manasına gelir. Şeriatta ise "hayız hadeslerdendir" diyen kavle göre, mezkûr kan sebebiyle meydana gelen şer'i bir mani olma sıfatıdır. "Pisliklerdendir" diyen kavle göre de: "Doğum sebebiyle olmayarak rahimden çıkan kandır. Rahimden çıkan kaydı ile istihaze (Hastalık) kanı hariç kalır"(262) hükmünü zikretmektedir. Hayız kanı; rahim'den gelir. Kız çocuklarında dokuz yaşında başlar ve kan kesilme zamanına kadar devam eder. Hayız kanının kesilme zamanı, elli beş yaşı olarak takdir edilmiştir. Fetva da bunun üzerinedir.(263) Resûl-i Ekrem (sav) "Hayız'ın; bâkire ve bâkire olmayan kadın için, en az müddeti üç gün, üç gecedir. Hayız'ın azami müddeti ise on gündür"(264) buyurmuştur. Dolayısıyla hayız kanının süresi; en az üç gün, azami on gündür.
380 Hz. Havva (r.anha)'yı Allahû Teâla (cc) hayızla mübtela kılmış ve kızlarında bu hal kıyamet gününe kadar devam etmek üzere kalmıştır. Bazıları "Hayız, ilk defa İsrail Oğullarına gönderilmiştir" demişlerse de bu sözü Buhari: "Peygamber (sav)'in hadisi daha büyüktür" diyerek reddetmiştir. Hadisi Buhari, Hz. Aişe (r.anrha)'den şu lafızla rivayet etmiştir: "Resûlullah (sav) hayız hakkında: Bu, Allah (cc)'ın Adem kızlarına takdir buyurduğu bir şeydir" buyurdular. Nevevi: "Yani hayız bütün benat-ı Adem'e (Adem'in kızlarına) amm ve şamildir" demiştir.(265)
HAYIZLA İLGİLİ MESELELER
381 Muayyen yaşlar arasında (doğum olayı hariç) rahimden gelen tabii kan hayız kanıdır. Gelen kanın hayız olması şu esaslara bağlıdır:
1. Muayyen zamanın olması: Kadınlarda bu müddet bülûğ'a erme yaşı olan dokuzla başlar, elli beş yaşına kadar devam eder. İşte bu süreye muayyen zaman (İyâs hali) denir.(266) Elli beş yaşından sonra görülen kan, hayız kanı değildir. Fakat eğer kan kuvvetli ise, onun hayız kanı sayılması ihtiyar edilmiştir. Şerhû'l Mecmua'da da böyledir.(267)
2. Kanın rahimden dahili fercin dışana çıkmasıdır. Dahili fercin içinde kalırsa, zahir rivayete göre hayız değildir. Kuhustani'nin beyanına göre, fetva bununla verilir.(268)
3. Gelen kanın; kırmızı, siyah, sarı, bulanık, yeşil ve kiremit rengi olması esastır.(269)
4. Kanın belli bir süre içerisinde görülmesi gerekir: Hayız müddetinin en azı üç gün, en çoğu on gündür. Bir gün yirmi dört saat olarak hesaplanır. Üç günden az veya on günden çok görülen kan, hayız kanı değildir.(270)
5. Kadının hamile olmaması esastır. Molla Hüsrev: "Zira hamilenin gördüğü kan; rahimden çıkan kan değildir"(271) hükmünü zikretmektedir.
382 Hayız müddeti; kadından kadına değişir. Bazılarında üç gün üç gece, bazılarında ise; dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz veya on gün olabilir. İki hayızın arasını ayıran en az temizlik müddeti geceleriyle birlikte on beş gündür.(272) Azami temizlik müddeti için, belli bir sınır yoktur.
NİFAS'IN TARİFİ VE MÜDDETİ
383 Nifas lûgatta kadının doğurması manasına gelir. Şeriatta ise; çocuk veya çocuğun ekserisi -Velev parça parça uzuvlar halinde olsun- çıktıktan sonra rahimden gelen kandır.(273) Mütûn'da: "Doğumu takip eden kandır" tarifi esas alınmıştır.(274) İmam-ı Merginani: "Nifasın en az müddeti için belirli bir süre yoktur. Zira çocuğun gelmesi, rahimden çıkmaya bir alamettir. Öyle ise hayızda olduğu gibi, üzerine alâmet kılınan herhangi bir süreden müstağnidir"(275) hükmünü zikretmektedir. Hanefi fukahası; "Hz. Ümmü Seleme (r.anha)'dan rivayet edilen: "Resûl-i Ekrem (sav) kadınlar için kırk gün (nifas müddeti) vakit tayin etti"(276) Hadis-i Şerifini esas alarak, nifas müddetinin en çoğu kırk gündür" hükmünde ittifak etmiştir.(277)
384 İkiz doğuran kadın, ilk çocuğu doğduğu andan itibaren nüfasadır. Kafi'de de böyledir. İkizliğin şartı, yüklülüğün (Hamile kadının) aynı olmasıdır. Tebyin'de de böyledir.(278) Eğer kadın düşük yapar; çocuğun uzuvlarından hiç birisi belli olmamış olursa, o kadın için nüfesa'lık söz konusu olmaz. Ancak tırnak, parmak uçları ve saç gibi uzuvlarından herhangi birisi belli olursa, kadın nüfesa sayılır.
İSTİHAZE'NİN TARİFİ
385 Hayız ve nifas hükümlerini taşıyan vakitlerin dışında damarlardan gelen kana "İstihaze" denir. Molla Hüsrev: "İstihaze kanının, rahim'den gelen kan olmayıp, damar kanı olduğu malûmdur"(279) hükmünü zikretmektedir. Resûl-i Ekrem (sav)'in müstehâze olan bir kadına hitaben: "Abdestini al ve kan hasırın üzerine damlasa dahi namazını kıl"(280) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fûkahası: "İstihâze: namazı, orucu ve cinsi münasebeti menetmez" hükmünde müttefiktir.(281) Hayız müddetinin en azı olan üç günden, daha az bir süre görülen kan, azami müddeti olan on günden sonra gelen kan ve nifas müddetinin azamisi olan kırk günden sonraki kan, istihaze kanıdır. Ayrıca bir kadın hamile iken veya doğum yapacağı vakit, doğumdan az önce görmüş olduğu kan istihaze kanıdır. Resûl-i Ekrem (sav) "Müstehaze kadın, mutad olan hayızlı günlerinde namazını terkeder"(282) buyurmuştur. Yani istihaze kanı sürekli olursa; mutad olan hayız günlerini dikkate alır. Ziyade olan kısım istihaze hükmündedir. Ayrıca bâliğa olan bir kız çocuğunda; hayız hali, istihaze ile devam ederse, hayız müddeti on gün olarak kabul edilir. On günden sonraki kan; istihaze kanıdır.(283)
386 Müstehaze kadın; her namaz vakti için abdest alır. Resûl-i Ekrem (sav) "Müstehaze kadın; her namaz vakti için abdest alır"(284) buyurmuştur. İmam-ı Şafii (rh.a)'ye göre; her namaz için ayrı ayrı abdest almak zorundadır.(285)
HAYIZ VE NİFAS HAKKINDA MÜŞTEREK OLAN SEKİZ HÜKÜM
387 BİRİNCİ HÜKÜM: Hayız ve nifas halinde, namazın edası da kazası da düşer. Hz. Aişe (r.anha)'den rivayet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem (sav) zamanında hayız'dan temizlenen kadının, hayız süresi içerisinde geçirdiği namazı kaza etmediği, oruç'u kaza ettiği sabit olmuştur.(286) Hayızlı bir kadın; namaz vakitleri girdiği zaman, evinin bir köşesine oturarak tesbih çeker. Bu müstehabtır. Bunu mümkün olduğu kadar yapmalıdır. Zira temiz olsaydı, o vakitte namazı eda edecekti. Siraciye'de de böyledir.(287)
İKİNCİ HÜKÜM: Hayız ve nifas halinde iken oruç tutması haramdır. Temizlendikten sonra, geçirmiş olduğu oruç'ları kaza eder. İbn-i Abidin: "Hayız ve nifas'ın hükümlerini" izah ederken: "Orucu haram kılar, onun sahih olmasına o hal manidir. Fakat vacip olmasına mani değildir. Onun için kadın (temizlendikten sonra) orucunu kaza eder"(288) buyurmaktadır.
ÜÇÜNCÜ HÜKÜM: Hayızlı ve nifaslı veyahut da cünüb olan kimseye; ister oturmak için olsun, isterse ibadet etmek için olsun mescid'e girmek haramdır.(289) Resûl-i Ekrem (sav): "Şüphesiz ki ben mescidi; ne hayızlı kadın için, ne cünüb olan kimse için helâl kılmam"(290) buyurmuşlardır.
DÖRDÜNCÜ HÜKÜM: Hayızlı ve nifaslı olana; dıştan da olsa Kâbe-i muazzamayı tavaf etmek haramdır. Cünüb olan kimse de Kâbe-i Şerif'i tavaf edemez, bu da haram'dır. Tebyin'de de böyledir.(291)
BEŞİNCİ HÜKÜM: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ne hayızlı bir kadın ve ne de cünüb olan kimse Kur'an-ı Kerim'den birşey okumasın"(292) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla hayızlı ve nifaslı kadına Kur'an-ı Kerim'i okumak da haramdır. Kunut dualarını okumak, tesbih ve zikir yapmak, ezana icabet etmek mübahtır.
ALTINCI HÜKÜM: Hayızlı, nifaslı ve cünüb olanlarla, abdesti olmayanların Kur'an-ı Kerim'e dokunmaları da haramdır.(293) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kur'an-ı Kerim'e temiz olanlardan başkası el süremez"(294) buyurduğu bilinmektedir. İbn-i Abidin: "Kur'an'a el sürmek levhade, parada veya duvarda yazılı bile olsa caiz değildir. Ancak bunların yalnız yazısına el sürülemez. Mushaf böyle değildir. Onun kabına ve beyaz yerine dokunmak da memnudur. Bazıları caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu kıyasa daha yakındır. Memnu olması ise ta'zime daha layıktır. Nitekim Bahır'da da böyle denilmiştir. Yani sahih olan memnu olmasıdır"(295) hükmünü zikretmektedir.
YEDİNCİ HÜKÜM: Hayızlı ve nifaslı kadınla cinsi münasebette bulunmak da haramdır.(296) Kur'an-ı Kerim'de: "Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayınız"(297) hükmü beyan buyurulmuştur. Molla Hüsrev: "Hayızlı kadınla cinsi münasebet helâl'dır diyen kâfir olur. Çünkü haram olması kesin nass ile sabittir"(298) hükmünü zikretmektedir. İbn-i Abidin: "Sonra bu fiil, yani hayızlı kadınla cinsi münasebette bulunmak bilerek kasden yapılırsa büyük günahtır. Mecbur edilerek veya unutarak yapılırsa günah değildir, tevbe lazım gelir. Bir veya yarım altın sadaka vermesi mendûb olur. Şarih burada bilmemeyi de karıştırmıştır. Zahire göre bilmeden cinsi münasebette bulunmak yalnız büyük günah olmasını önler, asıl itibariyle haram olmasını önlemez. Çünkü İslâm memleketinde (Darû'l İslâm'da) şer'i hükümleri bilmemek özür değildir. Bunu Tahtavi beyan etmiştir. Sadaka vermenin mendûb olması İmam-ı Ahmed'le, Ebû Davud'un, Tirmiz ve Nesai'nin İbn-i Abbas'tan merfû olarak rivayet ettikleri şu hadisle sabittir: "Karısına hayızlı halinde yakınlık eden kimse hakkında bir veya yarım altın sadaka verir" dedi. Sonra: "Cim'a hayzın evvelinde olursa bir altın, sonunda olursa yarım altın verilir" denilmiştir. "Kanın rengi siyah ise bir altın, sarı ise yarım altın verilir" diyenler de olmuştur. Bahır sahibi diyor ki: Ebû Dâvûd'un ve Hâkim'in rivayet ettikleri, Hâkim'in sahihdir dediği şu Hadis-i Şerif de buna delildir: "Erkek karısına hayızlı halinde yakınlık ederse kan kırmızı geldiği takdirde bir altın, sarı ise yarım altın sadaka versin." Kadına yakınlık etmek hayızlı olduğunu haber vermesiyle haram olur"(299) buyurmaktadır.
SEKİZİNCİ HÜKÜM: Hayızlı ve nifaslı kadınların, kan kesilince gusül abdesti alması vacibtir. Kifaye'de de böyledir.(300)
ÖZÜR SAHİBİ'NİN HÜKMÜ
388 Sidiğini veya büyük abdestini tutamayan yahut yellenmesini önleyemeyen, istihaze kanı akan, gözünde ağrı, zayıflık veya daimi akıntı bulunan bir kimsenin özürü tam bir farz namaz vaktini kaplarsa, yani bütün namaz vaktinde velev hükmen olsun abdest alıp, namaz kılacak kadar hadesten hali bir vakit bulamazsa o kimse özür sahibidir. Zira özürün azıcık kesilmesi yok hükmündedir. Kezâ kulaktan, memeden veya göbekten bile olsa sızlayarak çıkan herşey özürdür.(301) Feteva-ı Hindiyye'de: "Özürün sabit olmasının şartı: Bu halin tam bir namaz vaktini devamlı olarak kaplamasıdır. Zahir olan da budur"(302) denilmektedir. Özürlü kimsenin her namaz vakti için abdest alması sünnetle sabittir.(303) Zira vaktin çıkması ile birlikte abdesti bozulur.(304) İbn-i Abidin: "El İmdad'da şöyle denilmiştir: "Muhtasar Tahtavi'nin şerhinde bildirildiğine göre Ebû Hanife, Hişam b. Urve'den, o da babasından, o da Aişe (r.anha)'dan naklen rivayet etmiştir ki Peygamber (sav), Fatıma b. Ebû Hubeys'e: "Her namaz vakti için abdest al" buyurmuşlardır. Şüphesiz ki bu hadis muhkemdir. Çünkü başka manaya ihtimali yoktur. "Her namaz için abdest al" hadisi böyle değildir. Zira namaz lafzının gerek şeriatta, gerekse örf ve adette namaz vakti manasına kullanılması şuyû bulmuştur. Binaenaleyh onu muhkem olan manaya hamletmek vacib olur. "Meselenin tamamı El-İmdâd'dadır. Özürlü kimse vakit için aldığı abdestle, o vaktin içinde gerek vakit namazını, gerekse kazaya kalan farzları ve nafileleri kıldığı gibi, vacib namazları da evleviyetle kılar. Çünkü mes'ûl olmadığı halde nafile kılması caiz olunca mes'ûl olduğu vacibin caiz olması evleviyetle caiz olur. Vakit çıkınca abdest bozulur. Bu cümle abdestin yalnız vakit çıkmakla bozulacağını ifade eder. İmam-ı Züfer buna muhalefet ederek, ikinci namaz vaktinin girmesiyle bozulacağını ifade eder. İmam Ebû Yusuf ise her ikisiyle bozulacağına kaildir"(305) hükmünü zikretmektedir.
NECASETLER VE ONLARIN TEMİZLENMESİ
389 İmam-ı Merginani: "Namaz kılan kimsenin bedeninden, elbisesinden ve üzerinde namaz kıldığı mekândan necasetleri (pislikleri) temizlemesi vacibtir. Zira Allahû Teâla (cc) Kur'an-ı Kerim'inde: "Elbiselerini de temizle" (El Müddesir Sûresi: 4) buyurmuştur"(306) hükmünü zikretmektedir. Resûl-i Ekrem (sav)'in, bir hanıma hitaben: "Onu (Necaseti) ovala, sonra parmaklarının uçlarıyla ovala, daha sonra da su ile güzelce yıka!.. Ondan (Necaset'ten) kalan eser (iz) sana zarar vermez"(307) buyurduğu da bilinmektedir. Dikkat edilirse; kitap, sünnet ve sahabe-i kiram'ın icmaı ile sabittir ki; necasetlerin giderilmesi vacibtir. Şimdi "Necaset nedir?" sualine cevab arayalım.
390 İbn-i Abidin: "İnaye adlı kitabta da: "Encas, necesin cem'idir. Neces: iğrenç görülen duyulan her şeydir. Aslında bu kelime masdardır. Sonraları isim olarak kullanılmıştır" deniliyor. Lâkin doğrusu Tâcu'ş-Şeri'a'nın dediği gibi encâs kelimesi necis'in cem'idir. Çünkü "El-Ubab" namındaki lugatta: "Necis, temizin zıddıdır. Necaset'te taharet'in zıddıdır" denilmektedir. Hasılı encas kelimesi neces'in değil, necis'in cem'idir. Necis lûgatta: hakiki ve hükmi pisliklere şamildir. Bahr'da beyan edildiğine göre habes (pislik) hakiki necasete, hades (Abdestsizlik ve cünüblük) de hükmi necasete mahsustur"(308) hükmünü zikretmektedir. Biz bu bölümde; "Habes'i", yani hakiki necasetleri izaha gayret edeceğiz.
HAKİKİ NECASETLERİN (HABES'İN) KISIMLARI
391 Necis olduklarına dair kat'i delil bulunan ve üzerinde ittifak olunan maddelere "Necaset-i Ğaliza" denir. Bunlar:
1. İnsan vücûdundan çıkması ile abdesti veya gusülü gerektiren bütün şeyler, necaset-i ğalizadır. İnsan tersi, idrar, meni, vezi, vedi, irin, sarı su, ağız dolusu kusuntu gibi.
2. Kan, hayız, nifas ve istihaze kanı da necaset-i ğaliza'dır.
3. Ekmek yiyecek yaşta olsun veya olmasın; erkek ve kız çocuklarının bevilleri (sidikleri) de necaset-i galizadır.
4. İçki, akan kan, ölmüş hayvanın eti (leş), eti yenmeyen hayvanların sidiği, at, katır ve merkep tersleri, sığır, köpek, tavuk, kaz ve ördek tersleri, yırtıcı hayvanların tersleri, kedi ve fare'nin tersleri ve sidiği, büyük gene ve keler denilen hayvanın kanları da necaset-i ğalizadır.(309)
Bu hususlarda ittifak vardır. Şarap, rakı, bira ve kolonya gibi alkol oranı yüksek olan içkiler hususunda İbn-i Abidin şunları kaydediyor: "Ben derim ki: Lâkin Kuhistani'de şu ibare vardır: Şaraptan maada haram içkilere gelince: "Bunlar zahir rivayete ğaliz necaset, imameyn'in kavline kıyasen hafif necasettir." Bu gösteriyor ki, hafif necaset olmaları imameyn'in kavline göredir. Yani müctehid imamların ihtilafı sabit olduğu içindir. Zira hurma şarabı ile kaynayarak yarıya inen ve münessaf adı verilen üzüm şarabı İmam-ı Evzai'ye göre helâldır. Bana bu üç rivayetin arası şöyle bulunacak gibi geliyor. Ğaliz necasettir diyen İmam-ı Azam kavlidir. Hafif necaset kavli imameyn'indir. Temizdir rivayeti ise mübah olan içkilere mahsustur. Ama