3. BÖLÜM: TEMİZLİK BAHSİ

İBADET NEDİR?
252 Önce "abd" kelimesi üzerinde duralım. lugat manası; itaât etmek, boyun eğmek, tavazuû göstermek, daha açık bir ifade ile kişinin; bir kimseye ona isyan etmeden ve ondan yüz çevirmeksizin itaat etmesidir.İslâmi ıstılâhta,"-Hevâsına muhalefet edip, Allahü Teâla'ya (cc) teslim olan mükellefin fiillerine ibadet denilir".(1) "ABD kelimesinin masdarı olan ubûdiyet (Kulluk etmek) insanın sıfatıdır."(2) İnsanın varlık hikmetinin Allahû Teâla (cc)'ya kulluk olduğu kat'î nass'larla sabittir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Cinleri ve insanları, bana ibâdet etmeleri için yarattım"(3) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu âyet-i kerîme'de geçen "İllâ liya'büdun" (Yanlız ibadet etmek için) ibaresi, insanların ve cinlerin tamamını içine alır. Hiçbir istisnadan söz edilemez.(4)
253 Bazı âlimler ibâdeti "Allahû Teâla (cc)'nın rızasını kazanmak ve O'na tâ'zim etmek niyetiyle her emrini, emrettiği şekilde yerine getirmektir" şeklinde tarif etmişlerdir. Şurası muhakkaktır ki; Allahû Teâla (cc)'nın rızâsını kazanabilmek için, ihlâs ile O'na teslim olmak zarûridir. Hevâlarını ilâh edinen tağutî güçleri redetmeden, sahih bir imana sahip olmak imkânsızdır.
254 Hz. Adem (as)'den itibaren bütün peygamberler insanları Allahû Teâla (cc)'ya kulluğa davet etmişlerdir. Kur'ân-ı Kerim'de: "Andolsun ki biz her kavme: "Allah'a ibâdet edin,tağut'a kulluk etmekten kaçının" diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir"(5) hükmü beyan buyurulmuştur. Tağut: Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlere karşı ayaklanan (Tuğyan eden) her güce verilen ortak isimdir. Bunun şeytan olması, put olması, ideoloji olması veya bunların dışında herhangi bir şey olması mâhiyetini değiştirmez.İnsanoğlu ya iman edip Allahû Teâla (cc)'nın dini için cihad eder, ya küfredip (Kâfir olup) tağut yolunda savaşır.Bu hakîkat Kur'ân-ı Kerîm'de haber verilmiştir: "İman edenler Allah yolunda cihad ederler, küfredenler de (Kâfirler) tağut yolunda savaşırlar."(6) Bu iki halin ve vasfın dışında, üçüncü bir durum sözkonusu değildir.
255 İslâm ahkâmını inkâr ederek; insanların hayatlarını kendi hevâlarından çıkardıkları kanunlarla düzenleyen meclisler, konsüller, krallar ve diğer kuruluşlar Tağut hükmündedirler. Kim onların hükümlerinin doğruluğuna îtikad eder ve savunursa, Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümleri yalanlamış olur. Malûm olduğu üzere hüküm koyma hususunda Allahû Teâla (cc)'ya herhangi bir eş koşmamaya "Tevhid-i İradi" denir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Onlar hâla cahiliyet hayatının hükmünü mü arzu ediyorlar? Salih kanaata sahip olan bir kavim için hükmü Allah'tan güzel kim olabilir?"(7) hükmü beyân buyurulmuştur.
İBÂDET'İN MÜDDETİ VE DERECELERİ
256 Ehliyet sahibi olduğu müddetçe; büluğa ermiş olan bir mükelleften, ölüm ânına kadar ibâdetler sâkıt olmaz!.. Allahû Teâla (cc)'nın bahşetmiş olduğu nimet ve ihsanlar sürekli olduğuna göre, ibâdetler de sürekli olacaktır. Kur'an-ı Kerim'de Resul-i Ekrem (sav)'e hitâben: "Sana yakin gelinceye kadar rabbine ibadet et!.."(8) emri verilmiştir. Bütün müfessirler bu ayet-i kerime'de geçen "Yakîn" kelimesinin, ölüm manasında olduğu hususunda müttefiktirler.(9) Zira Resûl-i Ekrem (sav) "Yakîn" kelimesinin ölüm manasında olduğunu beyan buyurmuştur.(10) Âyet-i kerîme'de emrin Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben verilmesi, hükmün umumiyetine mani değildir. Kaldı ki hiçbir kul; Resûl-i Ekrem (sav)'in derecesine yükselemez. O dahi; ölüm anına kadar ibadetle mükellef tutulmuştur. Mevkii ve makamı ne olursa olsun; her insan, Allahû Teâla (cc)'nın emir ve nehiylerine muhatabtır.
257 Şurası mahakkaktır ki; insanoğlu Allahû Teâla (cc)'ya lâyık olduğu şekilde ibâdet etmeye güç yetiremez. Ancak emrettiği şekilde, O'na ibâdet edebilir.. (11) Kur'an-ı Kerim'de: "Yaratan (Allah), yaratmayan gibi midir? Artık iyice düşünmeyecek misiniz? Allah'ın nimetini birer birer saysanız (bu ne mümkün? Onu) icmâl sûretiyle bile sayamazsınız"(12) hükmü beyân buyurulmuştur. Dikkat edilirse, Allahû Teâla (cc)'nın nîmetlerini saymaya dahi insanın gücünün yetmeyeceği haber verilmiştir. Nîmetleri saymaya dahî güç yetmeyince, hakkı ile ibadet etmeye nasıl güç yetebilir? İnsanoglu sürekli zikir ve ibadet üzere olsa dahî, layıkı vechile Allahû Teâla (cc)'ya ibadet etmiş olmaz!.. Dolayısıyle ancak Allahû Teâla (cc)'nın emrettiği şekilde ibadet etme imkanı vardır. Gücümüzün yetmeyeceği teklifleri bize yüklemeyen ve kolaylık murâd eden Allahû Teâla (cc)'ya ne kadar hamdetsek azdır!..
258 Bir kısım insanlar; sırf dünyevî faydalarını esas alarak ibadet ederler. Kat'î ilim ve kalbi niyet kesin teşekkül etmediği için genellikle "Halk bize ne der?" endişesi içindedirler. Buna ibadet denip denemiyeceği ihtilâflıdır. Bir kısım insanlar da sevab elde etmek ve Allahû Teâla (cc)'nın azabından korunmak için ibadet ederler. İnsanların çoğu bu hal üzere ibâdete devam ederler.
259 Allahû Teâla (cc)'nın kendilerine "Kulum" diye hitâb etmesi ve kendilerinden razı olması için ihlâsla ibadet edenler, gerçek manâda "Ubûdiyet" halindedirler. Bu kimseler "Ubûdiyet" halinde iken; Allahû Teâla (cc)'ya aşk ile bağlanırlar ve "Ubûdet" haline geçerler.
260 Muhakkak ki mü'minler; Allahû Teâla (cc)'yı tanımada, din işleriyle ilgili kesin bilgide, tevekkül'de, Allah (cc) ve Resûlü (sav)'nü sevmede kaza ve kaderine rıza göstermede, Allahû Teâla (cc)'nın azâbından korkmada, rahmetini ummada ve iman hususunda eşittirler. (13) Ancak kalb ile tasdik ve dil ile ikrârın dışında; amel, derece ve makam yönünden farklılık gösterirler.
TEKLİFE MUHÂTAP OLMAK
261 Akıl ve baliğ olup; İslâm'ın emir ve yasakları karşısında sorumlu olan erkek ve kadınlara "Mükellef" denir. Akıl, bedeli tarif ediyemeyecek bir nîmettir.
262 Önce "Akıl nedir?" sualine cevap verelim. Arapça'da "Hayvanı bağlamak ve tutmak" gibi manalara gelir.(14) İnsanı zararlı amellerden alıkoymak ve imsak manâsına gelen akıl, ıstılahî olarak: "Bilmek, şuurlu olmak ve anlamak" gibi manalar ifâde eder.(15) İslam ûlemâsı aklı: "Kalpte bulunan, hak ve bâtılı birbirinden ayırt etmede vâsıta olan nurdur" şeklinde tarif etmiştir. İnsanın teklife muhatap olması, akli melekelerinin sıhhati ile yakından alakalıdır.(16) Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler!.. İçki, kumar, (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki, muradınıza eresiniz"(17) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Gazali: "Hadd-i Şürb (içki cezası) insanların akli melekelerini muhafaza içindir. İlâhi teklife muhatab olan akıl ancak bununla muhafaza edilebilir"(18) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. Kumarın, tapmaya mahsus dikili taşların (Brahman'ın heykeli, ideolojilerin kurucularına ait heykeller vs.) ve fal oklarının da, insanın aklî melekelerine zarar verdiği bilinmektedir. Zirâ bunlarla şeytan kalbe vesvese verir. Ayet-i kerime'de bunların tamamı, şeytana has ameller olarak beyan buyurulmuştur. Akıl kalbte bulunan bir nur olduğuna göre, şeytan bu vasıtalarla akılı perdelemeye gayret edecektir. Dolayısıyle İslâm toplumunda zarurî maslahatların başında akıl emniyeti gelir. Aklı olmayanlar (deliler) teklife muhatab değildirler.
263 Baliğ; çocukluk devresinden çıkıp erkeklik veya kadınlık çağına eren kimsedir. Erkek çocuğun baliğ olması; ihtilâm olmakla veya meninin inzal olması ile veya kadını hamile etmesiyle bilinir.(19) İmameyn'in kavline göre; her ikisinde de (hem erkek çocukta, hem kız çocukta) bülûğa ermenin haddi, on beş yaşını tamamlamasıdır. Bu aynı zamanda İmam-ı Azam (rh.a)'dan gelen bir rivayettir. Galib olan adetten dolayı fetva bununla verilir.(20) İslâm toplumunda bülûğ'a ermiş her mü'min; "Ulû'l-emr'e" bey'at ederek, siyasî haklarına kavuşur. Dünya ve âhiret saadetini elde etmek için, İslâm'ın hükümlerine göre yaşamaya gayret eder. Resûl-i Ekrem (sav)'in bülûğa ermiş her müslümandan bey'at aldığı muteber kaynaklarda zikredilmiştir.(21)
MÜKELLEF OLAN KİMSENİN FİİLLERİ
264 Allahû Teâla (cc)'nın imtihan için beyan buyurduğu emir ve nehiylerin tamamına "Teklif" adı verilir. Malûm olduğu üzere insanın lehindeki ve aleyhindeki haklarına sahip olabilmesine de "Ehliyet" denilmiştir.(22) Allahû Teâla (cc)'ın tekliflerine muhatab olabilmek için ehliyet şarttır. Her mükellefin yapmak veya yapmamak hususunda sorumlu tutulduğu İslâmi fiillere "Ef'âl-i Mükellefin" (Mükellef olan kimselerin fiilleri) denir. Bunlar başlıca sekiz çeşit olarak tesbit edilmiştir:
1. Farz, 2. Haram, 3. Vâcip, 4. Sünnet, 5. Müstehab, 6. Mübah, 7. Mekruh, 8. Müfsid.
265 FARZ: Lugat manası "Takdir etmek ve kat'i olarak kesmek" demektir.(23) İslâmi ıstılâhta kat'i nasslarla sâbit olan hükümdür. İbn-i Abidin: "Farzın hükmü; onu şüphe götürmeyecek şekilde inkâr edenin kâfir olmasıdır. İstihfaf ve istihzâ da inkâr hükmündedir"(24) buyurmaktadır. Allahû Teâla (cc)'nın her mükellefin nefsine teklif ettiği emirlerine "Farz-ı Ayn" adı verilir: Beş vakit namaz, oruç ve bunun gibi!.. Teklife Muhatab olan kimselerden bir kısmının eda etmesiyle diğerlerinden düşen kat'i emirlere de "Farz-ı Kifâye" denilmiştir. Cenaze namazı kılmak, tıp ilmini öğrenmek, emr-i bi'l ma'ruf ve Nehy-i Ani'l Münker ve bunun gibi!..
266 HARAM: Delâleti ve subutu kat'î nasslarla işlenilmesi yasaklanan fiilere "Haram" denir. Hanefi fûkahası: "Haramın sabit olması için kat'î ve şüphesiz bir delil şarttır" hükmünde müttefiktir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Dillerinizin yalan yere vasıflandırageldiği şeyler için: "Şu helâldır, bu haramdır" demeyin. Çünkü (bu sûretle) Allah'a karşı yalan düzmüş olursunuz. Allah'a yalan düzenler ise, şüphe yoktur ki asla felâh bulmazlar"(25) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefî fûkahası'nın kat'î delili şart koşması bu ayet-i kerime'ye dayanır. Haram; "Liaynihi" ve "Liğayrihi" olmak üzere ikiye ayrılır. Can, mal, akıl, din ve nesil emniyetini tahrip eden hususlar "Liaynihî haram" sınıfına girer. Adam öldürmek, hırsızlık ve eşkiyalık, şarab, domuz eti ve zina gibi!.. Liğayrihî haram ise; bizzat haram değildir. Ancak harama vesile olmaktadır. Meselâ: bakmak haram değildir. Ancak bir kadının avret mahaline bakmak harama (zina'ya) vesile olacağı için haramdır. Yine elma yemek haram değildir. Ancak bir başkasına ait olan bahçeden çalmak suretiyle yemek haramdır. Bir kimse helâl'in haram olduğuna veya haram'ın helâl olduğuna inanırsa kâfir olur.(26) Ancak burada "Haram li aynihî" esastır. Meselâ: Bir kimse şarabı besmele çekerek içer veya sonunda "Elhamdülillâh" derse, bu helâl kabul etmiş olur. Bu ise küfürdür.(27)
267 VÂCİB: Subûtu kat'î ve delâleti zannî nasslarla beyan buyurulan tekliflere vacib denir. Meselâ her namazda Fatiha sûresi'nin okunacağı Resûl-i Ekrem (sav)'den kat'i olarak rivayet edilmiştir. Dolayısıyle sübûtu kat'idir. Ancak "Kur'an-ı Kerim'den kolayınıza geleni okuyunuz" emr-i ilâhisi, hem fatiha sûresi'ni, hem de diğer sûreleri içine aldığı için zannîdir. Vâcib bazen farz manasına da kullanılır.(28) "Namaz İslâmi bir vecîbedir" cümlesinde, vecîbe farz manasınadır. Resûl-i Ekrem (sav): "Kim ki kurban kesmeye malî kudreti yerinde olur da kesmezse, o kimse namazgâhımıza sakın yaklaşmasın"(29) emrini vermiştir. Buradaki tehdit, kurban kesmenin vacib olduğuna delâlet eder. Dolayısıyle kurban kesmek vacibtir.(30) Yatsı namazından sonra edâ edilen "Vitir" namazı için de durum aynıdır. Farz ile vacib arasındaki en önemli fark; farzın inkârının küfür oluşu, vacib'in inkârının ise küfür olmayışıdır. Ancak vacibi inkâr eden; bid'at ve dalâlet ehlidir.
268 SÜNNET: Resûl-i Ekrem (sav)'den sadır olan, söz, fiil ve takrire sünnet denir.(31) Allahû Teâla (cc) muhkem ayetleriyle Resûl-i Ekrem (sav)'e itaat etmemizi farz kılmıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in kavlî ve fiillî olarak sabit olan; ancak farz veya vacib olmayan hükümler "Sünnet" ıstılâhı ile izah olunur. Sünnet: biri "Sünnet-i Hüdâ", diğeri "Sünnet-i Zevaid" olmak üzere iki kısımdır.(32) Sünnet-i hüda'nın terki isâet ve kerahet icap eder: Cemaat, ezan, ikamet ve emsali bunlardandır. Sünnet-i Zevaid'in terki ise; isâet ve kerahet icab etmez. Resûl-i Ekrem (sav)'in giyiminde, oturmasında, kalkmasında takip buyurduğu hatt-ı hareket gibi!.. Sünnet-i Hüdâ'ya aynı zamanda "Sünnet-i Müekkede" (Te'kid edilmiş, kuvvetli) adı da verilir. Sabah, akşam ve öğle vakitlerinde edâ edilen sünnet namazlar gibi!.. Sünnet-i Zevaid'e, aynı zamanda "Sünnet-i gayr-i müekkede" (Te'kid edilmemiş sünnet) denilir. Resûl-i Ekrem (sav)'in devamlı olarak değil de, bazen işlediği ibadetler bu sınıfa dahildir. Yatsı ve ikindi namazından önce kılınan sünnet namazlar gibi!..
269 MÜSTEHAB: Umumi veya husûsi olarak güzel bir delili bulunup, Resûl-i Ekrem (sav)'in tavsiye ettiği amellerdir. Bunların da yapılması istendiğinden ve sevab umulduğundan bunlara "Mendub, nafile, tatavvu ve edeb" de denir.
270 MÜBAH: Allahû Teâla (cc)'nın yapıp-yapmamak hususunda insanları serbest bıraktığı hususların tamamına "mübah" olan fiiller denir. Kur'an-ı Kerim'de: "Yeryüzünde neler varsa onların hepsini sizin için yarattı"(33) hükmü beyan buyurulmuştur. İslâm ûleması "İhtiyaçlarınızı karşılayan şeylere mal denir"(34) tarifini esas almıştır. Dolayısıyla "Haram ihtiyaç hükmünde değildir." İmam Abdülaziz Buhari: "Haramlığına dair husûsi bir delil (Nass) bulunmayan her eşyada ibâha (Mübahlık) esastır" kaidesinin ehl-i sünnet alimleri tarafından benimsendiğini beyan eder.(35) Esasen mübah'ın sınırı oldukça geniştir.
271 MÜFSİD: Esasen meşru olduğu halde, gayr-i meşru bir şeye bağlantısı sebebiyle meşruiyet hududundan çıkan fiillere "müfsid" denir. Bu fiiller aslen caiz olduğu halde, vasfen caiz olmaz.(36) Sıhhatini kaybeden ve bozulan ibadete "Fasid" denir. Bir ibadetin edasının şartları bulunmaksızın yerine getirilmesi "Batıl" olur. Abdestsiz kılınan namaz batıldır!.. Abdest alarak namaz kılarken; kahkaha ile gülen veya konuşan kimsenin namazı "Fasid" olmuştur. Halbuki namaz aslen meşrudur. Kahkaha ile gülme veya konuşmaya bitişince, bu vasıf yüzünden fasid olur. Meselâ: Nikâh meşrudur. Ancak bir kimse nikâh kıyarken, şarabı mehir olarak vermeye kalkarsa "Fasid" olur.
272 MEKRUH: Delâlet-i ve subutu zanni olan nass'larla meydana gelen hükümlerden birisi de mekruhtur. İşlenmesi hakkında kat'i bir nehiy bulunmayan ancak terkedilmesi sevimli olan fiillere "Mekruh" denir. Meselâ: Bir vacibin veya sünnetin terkini içine alan fiiller mekruhtur. Vacib'in terki; "Kerahat-ı Tahrimiyye", sünnetin terki ise "Kerahat-ı Tenzihiyye" ile mekruhtur. Molla Hüsrev: "Kerahat-ı Tahrimiyye ile mekruh olan şey, İmam-ı Muhammed'e göre haramdır. Kesin nass bulunmadığı için haram lafzı kullanılmamıştır. İmam-ı Muhammed (rha) kitaplarında "Kerahati" kullandığı zaman, bununla haramı kasdetmektedir. İmam-ı Azam (rha) ile İmam-ı Yusuf (rha)'a göre; kerahat-ı tahrimiyye harama yakındır. Ancak haram değildir. Kerahat-ı Tahrimiyye ile mekruh olan şeyin harama nisbeti, vacibin farza nisbeti gibidir? Kerahat-ı tenzihiyye ile mekruh olan ise, helâle daha yakındır"(37) hükmünü zikretmektedir. Mü'minler; nasıl vacib olan ibadeti eda hususunda titizlik gösteriyorlarsa, "Tahrimen mekruh" olan hususlarda da titiz olmak durumundadırlar. Zira Vacib ne ile sabitse, tahrimen mekruh'ta onunla sabittir. Delil noktasında kuvvetleri aynıdır.
AZİMET VE RUHSAT
273 Önce kelimeler üzerinde duralım. Azimet; azim masdarından olup, kat'i olarak verilmiş bir karar ile bir hususun icrasına başlamaktır. İslâmi ıstılâhta: "Allahû Teâla (cc) tarafından vaki olan teklifi, hiçbir özür ileri sürmeksizin, usûl ve kaidesine göre, tam ve mükemmel şekilde eda etmektir.(38) Ruhsat ise, kulların şer'i özürleri neticesinde, tam ve mükemmel olarak eda edemediği teklifleri, Allahû Teâla (cc)'nın nazarı müsamaha ile görmesi dolayısıyla insanların fiillerine tatbik edilmesi gereken hükümlere verilen isimdir.(39) Tariflerden de anlaşılacağı üzere; Allahû Teâla (cc)'nın tekliflerini, usûl ve kaidesine göre edâ etmek azimettir. Ancak semavi veya mükteseb bir ehliyet arızası sebebiyle "Azimet'le" amel edilmezse, ruhsat ile amel gündeme girer.
274 İmam-ı Şafii (rha): "Allahû Teâla (cc)'nın nass'la belirlediği bir hüküm, Resûl-i Ekrem (sav)'in hafifletici bir sünneti ile tahsis olunursa "Ruhsat" var demektir. Resûl-i Ekrem (sav)'in hak verdiği yerlerde "Ruhsat" ile amel edilir. Ancak Resûl-i Ekrem (sav)'in tayin etmediği yerlerde ise ruhsat olamaz. Ayrıca bu ruhsatlar, başka şeylere "İllet" de teşkil etmezler."(40) hükmünü zikrediyor. Bahsin devamında da: "Resûl-i Ekrem (sav) sadece mestlerin üzerine mesh etmiştir. Binaenaleyh buna kıyasla biz kalkıp da; sarığın, baş örtüsünün veya eldivenlerin üstüne mesh edemeyiz. Üzerimize farz olan bu organların tamamını yıkamaktır. Resûl-i Ekrem (sav)'in izniyle hareket ederek mestler üzerine mesh etmemiz ise ruhsatımızdır(41) diyerek; ruhsat'ın ictihad'la tesbit edilemiyeceğini beyan etmektedir. İbn-i Abidin "Babû'l Mesh'in" girişinde: "Ruhsat kulların özürlerine binaen meşru olan şeydir. Mukabili azimettir" tarifini yaptıktan sonra: "Ruhsat ikiye ayrılır: Birincisi "Ruhsat-ı İskat", İkincisi "Ruhsat-ı Terfih"tir"(42) buyurmaktadır.
275 Genel olarak "Ruhsat-ı İskat'ı" azimetin meşruiyetini düşüren özür olarak tarif etmek mümkündür. Meselâ: Domuz etini yemek ve şarab içmek haramdır. Ancak açlık tehlikesi, telef olma noktasına varırsa veya insan susuzluktan baygın hale yaklaşırsa Ruhsat-ı İskat gündeme girer.(43) Kur'an-ı Kerim'de: "Allah size ölüyü (murdar hayvanı), kanı, domuz etini, bir de Allah'tan başkası için (Tağut'lar ve putlar adına) kesileni kat'iyyen haram kıldı. Fakat kim bunlardan yemeye muzdar kalırsa (Izdırar haline düşerse) saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla, onun üzerine bir günah yoktur"(44) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler; ızdırar halinde iken haram li aynihi olan domuz etinden yemeğe, bu ayet-i kerime ile izin verildiği hususunda müttefiktirler.(45) Ancak "Zaruretler, kendi miktarlarınca takdir olunurlar"(46) kaidesini dikkate almak şarttır. Izdırar halinde iken, o hali giderecek nisbette yemek "Ruhsat-ı İskat'tır." Eğer yemez ve ölürse azimetle amel etmiş olmaz.
276 "Ruhsat-ı Terfih'te" ise durum daha değişiktir. Ruhsatın sebebi mevcut olmakla birlikte, azimeti yapmak meşrudur. Yani Ruhsat-ı Terfih, azimeti oradan kaldırmaz. Meselâ: Mest giymiş bir kimse, her abdest alışında meslerini çıkarıp ayaklarını yıkayabilir!.. Bu durumda mestler üzerine mesh etmesi "Ruhsat", mestlerini çıkarıp ayaklarını yıkaması "Azimet'tir." Yine küffar'a esir düşen bir mü'min; ikrah-ı mülci anında kelime-i küfrü söyleyip ölümden kurtulması "Ruhsat'tır". Nitekim İbn-i Abidin de: "Yani öldürülmesi yahut bir uzvunun kesilmesi yahut şiddetli dövülmesi gibi tahammülü aşan bir şeyle mürted olması için zorlanan kimsenin kalbi iman üzere sabit ve bununla mutmain olduğu halde lisanıyla emredilen şeyi söylemesiyle mürted olmaz. Çünkü böyle zorlama halinde kalbinde iman olduğu halde lisaniyle küfür sözlerini söylemesine şer'an ruhsat verilmiştir"(47) hükmünü zikreder. İmam-ı Serahsi bu husustaki bütün kavilleri zikrettikten sonra; ikrah-ı mülci anında dahi kelime-i küfrü söylememek hususunda direnen ve öldürülen kimsenin şehid olacağını beyan etmektedir.(48) Zira o halde dahi kelime-i küfrü söylemek mübah değildir, sadece günahı kaldırılmıştır.
277 Sonuç olarak; ruhsat-ı iskat ve ruhsat-ı terfih ancak kat'i bir nass'la sabit olur. Ayrıca herhangi bir ruhsattaki "İllet" esas alınarak, başka bir ruhsatı tesbit etme imkânı yoktur.
TAHARET BAHSİ
278 Taharet kelimesi; "tahare" fiilinin masdarıdır. Fiil "Tahure" ve "Tahire" şeklinde de okunursa da "Tahare" şeklinde okunması en fasih olanıdır. Lugatta taharet, "Temizlik" manasınadır. İslâmi ıstılâhta; hadesten ve pisliklerden temizlenmektir.(49) Yani temizlenmek isteyen bir kimsenin gerek hakiki pisliği (Necaseti), gerekse hades denilen manevi pisliği gidermek için meşru (Şer'i şerife uygun) bir sûrette suyu ve toprağı, yahud her ikisini birden kullanmasıdır. Şer'î ıstılâhta "Hikmet"; bir şeyin meşru olmasını gerektiren nesnedir. Taharetin meşhur olan hikmetlerinden bazıları günahlara keffâret olması, şeytanı defetmesi ve dünyada vücûdun uzuvlarını yıkamakta ahirette de tehcille güzelleştirilmesi gibi şeylerdir. Hz. Osman b. Affan (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her kim Allahû Teâla (cc)'nın emrettiği gibi abdest alırsa, farz namazlar arasındaki günahlara keffaret olur"(50) buyurduğu bilinmektedir. Ayrıca "Temizlik imanın yarısıdır"(51) hadis-i şerifi, bir çok muteber hadis mecmuasında kaydedilmiştir.
279 Kur'an-ı Kerim'de: "Orada ter-temiz olmak isteyen kimseler vardır. Allah da ter-temiz olanları sever"(52) hükmü beyan buyurulmuştur. İbn-i Kesir; su ile temizlenmek hususunda aşırı titizlik gösteren ensar'ın bu ayet-i kerime ile övüldüğünü kaydetmektedir.(53) Esasen Allahû Teâla (cc)'ya hakkı ile kulluk edebilmek ve O'nun rızasını kazanmak için temizlik şarttır. İslâm fıkhında; taharetsiz yapılması mümkün olmayan birçok ibadet vardır. Bunların başında, Resûl-i Ekrem (sav)'in "Dinin direği" olarak nitelendirdiği namaz gelir. Her mü'min bilir ki; gerek hakiki pisliği (necaseti), gerek hades denilen manevi pisliği temizlemeden namaz kılınmaz. İbn-i Hümam "Taharetin sebebi vücûbu, namazın farz olmasıdır" hükmünü zikrediyor.(54) Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim'i ele almak ve okumak için de abdest vacibtir.
280 Allahû Teâla (cc) mü'minlere; elbiselerini temiz tutmalarını, pislikten arınmalarını ve ter-temiz olmalarını teklif etmiş, Resûl-i Ekrem (sav) bu konuda mü'minlere örnek olmuştur. Ehl-i Sünnet'in müctehid imamları "Fıkıh'la" ilgili eserlerine hep "Taharet" bahsini öne alarak başlamışlardır. Bütün bunlar göstermektedir ki; mü'minler temizlik hususunda çok hassas olmak durumundadırlar.
281 Taharetin vücûbunun şartları: 1) Akıllı olmak; deliye taharet vacib değildir. 2) İslâm; kâfir'e taharet vacip değildir. 3) Su veya toprağı kullanmaya kudreti bulunmak. 4) Bülûğa ermiş olmak. 5) Hades, hayız ve nifaz halinde bulunmamak ve vaktin darlığıdır.
Taharetin sıhhatinin şartları: 1) Temiz su ile bütün bedeni yıkamak. 2) Kadının hayız ve nifastan temiz olması. 3) Vücûddan (suyun işlemesine mani olacak) pislikleri gidermek.
Vücûb şartları: Bir şahısta hepsi bulunduğu zaman temizlenmesini icap ettiren şartlardır. Sıhhat şartları ise: Taharet ancak kendileriyle sahih olan şartlardır. (55)
282 Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler, müşrikler ancak bir necestir"(56) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler bu ayet-i kerime'de zikredilen necasetin, küfürden kaynaklanan manevi pislik olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.(57) Mehmet Vehbi efendi: "Fahri Razi, Nisabûri ve Beyzavi'nin beyanları vechile (bu ayet-i kerime'deki) müşrikle murad; putlara ibadet eden müşriklerdir yahut mutlaka kâfirlerdir. Necasetle murad; hükmen necasettir. Yahut müşrikler köpek ve domuz gibi ayn-ı necis demek olur"(58) hükmünü kaydediyor. İbn-i Abbas (ra)'a göre; müşrikler tıpkı domuz gibi necistirler. Hasan-ı Basrî Hazretleri, müşriklerin necis olması sebebiyle: "Bir müşrikle el sıkışan kimse abdest alsın" buyurmaktadır.(59) Sonuç olarak; bir müşrik ne kadar vücûdundaki pislikleri temizlerse temizlesin; kalbindeki necaset mevcut demektir.(60)
ABDEST ÜZERİNE
283 Önce kelime üzerinde duralım. Abdest; su manasına gelen "ab" ile el manasına gelen "dest" kelimelerinin birleşmesinden ortaya çıkmış farsça bir terkiptir. "El suyu" manasına gelir.(61) Arapça karşılığı "vudû"dur. Vudû kelimesi "Vâdâet"ten alınmadır. Vâdâet: Güzellik ve temizlik demektir. Abdest'te mü'mini temizleyerek güzelleştirdiği için ona vudû denilmiştir.(62)
284 Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi ve başlarınıza meshedip, her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüb oldu iseniz boy abdesti alın"(63) hükmü beyan buyurulmuştur.
285 Hanefi fûkahasından İmam-ı Merginani; "Bu ayet-i kerime'yi zikrettikten" sonra: "O halde abdestin farzı üç azayı yıkamak ve başı da meshetmektir. Yıkamak, suyu aza üzerine akıtmakla olur, ovmak şart değildir"(64) hükmünü zikrediyor. Feteva-i Hindiyye'de: "Bu ayet-i kerime'den anlaşılacağı üzere abdestin farzları dört'tür"(65) denilmektedir. Şimdi bu konu özerinde duralım.
ABDEST'İN FARZLARI
286 ABDEST'TE YÜZÜ BİR DEFA YIKAMAK FARZDIR: Hanefi fûkahası; abdest ile ilgili ayet-i kerime'de geçen "Fağsilû" emrinin tekrara delâlet etmediğini esas alarak, yüzün bir defa yıkanmasının farziyeti üzerinde ittifak etmiştir.(66) Yüzün hududu; saçın bittiği yerden sakal ve çene altına, kulakların (iki kulağın) köklerine kadar olan kısımdır.(67) Gözlerin içine suyu ulaştırmak gerekmez. Ancak abdest alırken gözler kısılmaz, tamamen de açık bırakılmaz. Tabii bir şekilde yüz yıkanır. Dudaklar yumulduğu zaman, dışarda kalan kısımlar yüzün hududuna dahildir. Sakal, bıyık ve kaş'ın altına suyu ulaştırmak vacip değildir. Ancak bunlar seyrek olursa vacip olur. Feteva-i Kadıhan'da böyle zikredilmiştir. Bir kimse abdest aldıktan sonra; tırnaklarını, bıyıklarını veya kaşlarını kesse, abdesti iade etmesi gerekmez. Başa meshettikten sonra traş olsa da; tekrar meshetmesi icab etmez.
287 KOLLARI YIKAMAK FARZDIR: Parmak uçlarından, kol dirseklerine kadar (dirsekler de dahil) olan kısmı bir defa yıkamak farzdır.(68) Eğer iğne ucu kadar kuru bir yer kalırsa veya tırnağının altına suyu geçirmeyecek (Hamur, boya, çamur vs..) bir madde bulunursa, abdest caiz olmaz.(69) Tırnaklar, parmak uçlarından dışarı çıkacak kadar uzamış olursa, bir kavle göre o fazlalığı yıkamak vaciptir.(70) Parmakta bulunan yüzük geniş ise, abdest alırken bunu oynatmak sünnettir. Ancak yüzük dar olursa, suyu altına geçirmeyeceği için kıpırdatmak farz olur.
288 BAŞA MESHETMEK FARZDIR: Mesh, lugatta eli bir şeyin üzerinden geçirmektir. Fukahanın örfünden ise suyun bir uzva isabet etmesidir.(71) İmam-ı Merginani: "Başın meshedilmesinde farz kılınan alın (nasiye) miktarıdır. Bu ise başın dört'te biridir. Zira Muğire b. Şube (ra) rivayet etmiştir ki: "Resûl-i Ekrem (sav) bir kavmin çöplüğüne uğradı, ihtiyacını giderdi, abdest aldı. Alnının üzerindeki saçlarına ve mestlerine mesh etti." Abdest'le ilgili ayet-i kerime'deki başa mesh etme hususu mücmeldir. Bu hadis-i şerif, o mücmel beyanı tefsir etmektedir"(72) hükmünü zikreder. Mesh ederken essah olan kavle göre, üç parmak kullanmak vaciptir. Kifaye'de de böyledir. Zahirü''r rivayete göre bir veya iki parmakla mesh edilmiş olsa, bu caiz olmaz. Tahtavi şerhinde de böyledir.(73) Başa giyilen sarık veya takke üzerine mesh etmek sahih değildir. Kadınlar da baş örtüleri üzerine mesh edemezler.
289 AYAKLARI YIKAMAK FARZDIR: Sağlam ve çıplak ayakları topuklarıyla birlikte bir defa yıkamak farzdır. Çünkü yaralı veya meshle örtülü ayaklarda vazife yıkamak değil meshtir. Mezhep buna göredir.(74) Abdestle ilgili ayet-i kerime'de (Kâ'b) tesniye (iki) zikredilmiştir. Kâ'b (Topuk) ayağın iki tarafından incik kemiğine bitişen kemiktir.(75) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Vay ateşten topukların haline"(76) buyurduğu ve ayakların tamamen yıkanmasını emrettiği bilinmektedir. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet'in müctehid imamları; ayakların topuklarıyla birlikte yıkanması hususunda müttifiktirler. Bir kimsenin ayağında yarık olsa ve o yarığa donyağı koymuş bulunsa, o kimsenin ayağını yıkadığı zaman su o yarığın altına geçmezse bakılır: Eğer suyun o yarığın altına geçmesi zarar verecekse abdesti caiz olur. Ancak vermeyecekse caiz olmaz.(77)
ABDEST'İN SÜNNETLERİ
290 Abdestin ve guslün vacipleri yoktur.(78) Mütûn'da abdestin on üç sünneti olduğu beyan edilmiştir.(79) Şimdi bunları zikretmeye gayret edelim.
291 NİYET: Niyet bir şeyi yapmaya kalbin azim ve irade etmesidir. Kalbten niyet etmeden, yalnız dil ile niyeti söylemek kâfi değildir. İmam-ı Merginani: "Abdest alan kimse için tahareti niyet etmesi müstehaptır. O halde abdeste niyyet bize göre (Hanefi fûkahası) sünnettir. İmam-ı Şafiî (rha) katında ise farzdır"(80) buyurmaktadır. Zira Safiî Fukahası; başlı-başına bir ibadet kabul etmiştir. Bu sebeble niyetsiz olması mümkün değildir. Hanefi fûkahası; Abdest'i, namaz için bir anahtar olarak ele almıştır. Niyetin vakti yüzün yıkandığı zamandır.(81)
292 BESMELE İLE BAŞLAMAK: İmam-ı Merginani: "Abdeste başlarken Allahû Teâla (cc)'nın ismini zikretmek, yani besmele ile başlamak da abdestin sünnetlerindendir. Zira Resûl-i Ekrem (sav) buyurdu ki: "Allahû Teâla (cc)'nın ismini zikretmeyen kimsenin abdesti yoktur." Bundan murad, faziletini kaldırmaktır"(82) hükmünü zikretmektedir. Besmeleyi abdeste başlarken çekmek esastır. Çıplak bir halde iken veya pis bir mahalde (tuvalet vs.) besmele çekilmez. Fethû'l Kadir'de de böyledir. Bir kimse abdestin evvelinde "Lâ İlâhe İllallah" veya "Elhamdülillâh" veyahud "Eşhedü enlâ ilâhe illallah" derse, bu besmele yerine kaim olur.(83)
283 ÖNCE BİLEKLERE KADAR ELLERİ YIKAMAK: Resûl-i Ekrem (sav): "Sizden birisi uykusundan uyandığı zaman; kat'iyyen elini üç kere yıkamadıkça, su kabına daldırmasın. Çünkü o; eli nerede gecelemiştir bilemez"(84) buyurmuştur. Ayrıca insanın eli, temizleme hususunda bir vasıtadır. Dolayısıyla önce onun temizlenmesiyle başlamak sünnettir. Malûm olduğu üzere elleri, dirseklere kadar (dirsekler de dahil) yıkamak farzdır. Fakat önce bileklere kadar yıkamak, tertib olarak sünnettir.
294 MİSVAK KULLANMAK: Resûl-i Ekrem (sav): "Eğer ümmetime meşakkat vereceğinden çekinmeseydim, her namaz için misvak kullanmalarını onlara mutlaka emrederdim"(85) buyurmaktadır. Misvağın kalınlığı küçük parmak kalınlığında, uzunluğu ise bir karış uzunluğunda olmalıdır. Dişleri parmakla yıkamak, misvak yerini tutmaz. Ancak misvak bulunmazsa sağ elin bir parmağı ile dişleri temizlemek misvak yerine kaim olur.(86)
295 AĞZI YIKAMAK (MAZMAZA): Resûl-i Ekrem (sav)'in abdest alırken ağzını üç defa yıkadığı (Mazmaza yaptığı) kat'i haberlerle sabittir.(87) Bunun sınırı; suyun ağızın tamamını kaplamasıdır. Ayrıca her seferinde suyu yenilemek de sünnettir.(88)
296 BURNU YIKAMAK (İŞTİNŞÂK): Resûl-i Ekrem (sav)'in abdest alırken burnuna da üç defa suyu çektiği kat'i haberlerle sabittir. İştinşak'ın sınırı; suyun genize ulaşmasıdır.
297 KULAKLARA MESHETMEK: Abdest alan kimse; başını meshettiği su ile, kulaklarının ön ve arka tarafını mesheder. Tahavi şerhinde böyledir.(89) Fakat bışını meshettikten sonra elinde bulunan ıslaklıkla değil de, başka taze bir su ile kulakları meshetmek daha güzel olur. Bahrü'r Raik'te de böyledir.(90) Resûl-i Ekrem (sav): "Kulaklar baştandır" buyurmuştur. Bundan maksat, hükmünü beyandır. Yoksa yaratılış itibariyle başa ait olduğunu murad değildir.(91)
298 YIKANMASI GEREKEN UZUVLARI ÜÇ'ER DEFA YIKAMAK: Yıkanması farz olan, yüz, eller ve ayaklar gibi uzuvları üç'er defa yıkamak sünnettir. Bu uzuvlardan birini yıkamaya başlayınca ilk yıkama farzdır. Zahiriyye'de de böyledir. Sahih olan kavle göre iki yıkama ise sünnet-i müekkede'dir.(92) Abdest alırken, yıkanmakta olan uzva su ulaşır ve ondan damla damla dökülüp akarsa, yıkanmanın tamam olduğu kat'i olarak anlaşılır.
299 PARMAKLARIN ARASINI HİLÂLLEMEK: Resûl-i Ekrem (sav): "Parmaklarınızı hilâlleyiniz ki, onların arasına cehennem'in ateşi girip de onları hilâllemesin"(93) buyurmuşlardır. Bu aynı zamanda farz olan yıkamanın kâmil manada gerçekleşmesini sağlar. Resûl-i Ekrem (sav)'in parmaklarının arasını açarak onları hilâllediği kat'i haberlerle sabittir.
300 SAKALI HİLÂLLEMEK: Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa (as)'nın kıssası beyan buyurulurken, Hz. Hârun (as)'la aralarında geçen bir konuşmaya yer verilir. Hz. Harun (as), Hz. Musa (as)'ya hitaben: "-Ey Annem'in oğlu, ne sakalımı, ne başımı tutma" diye istirhamda bulunur.(94) Gerçi buradaki mahiyet, Hz. Harun (as)'ın İsrailoğullarının çirkin fiilerinde herhangi bir taksiratının bulunmadığını beyandır. Ancak bu vesile ile sakallı olduğu da kaydedilmiştir. Resûl-i Ekrem (sav): "Müşriklere muhalefet edin. Bıyıkları kısaltın, sakalı uzatın"(95) buyurduğu bilinmektedir. Sahabe'den İbn-i Ömer (ra)'in; Resûl-i Ekrem (sav)'in bıyıklarını derisinin beyazlığı görülecek şekilde kestiği şeklindeki rivayeti genel kabul görmüştür.(96) İbn-i Hümam: "Kadınlaşan erkeklerin ve bazı mağriplilerin yaptığı gibi sakalın bir kabzadan az bırakılmasını hiçbir alim mübah görmemiştir. Sakalı tamamen kazımak ise Hind'li yahudilerin ve İran'lı mecusilerin adetidir"(97) hükmünü zikrediyor. Alauddin El Haskafi "Dürri'l Muhtar'ında" ve İbn-i Abidin de bu eserin haşiyesi olan "Reddü'l Muhtar'ında" bunu aynen benimsemişlerdir.(98) Sakalını, harhangi bir özüre mebni olmaksızın dibinden kesen kimsenin imameti hususunda ulema arasında ihtilaf vardır.(99) Şeyhülislâm Ebussuud efendi: "İmam olan Zeyd'in sakalında kıran hastalığı çıkarsa, azledilmesi gerekir mi?" sualine "-Kabzadan eksik olursa, olur" fetvasını vermiştir.(100) Sakalın hilallenme şekli: Parmaklar sakalın içine sokularak alt taraftan üst tarafa doğru hareket ettirilir.(101) Resûl-i Ekrem (sav) mü'minlere; sakal bırakmak sûretiyle, müşriklere muhalefet etme emrini vermiştir. Dolayısıyla mü'minler sakal bırakma hususunda titiz olmalıdırlar.
301 SAĞ TARAFTAN BAŞLAMAK: Resûl-i Ekrem (sav): "Şüphesiz ki Allahû Teâla (cc) her şeyde sağdan başlamayı sever. Hatta ayakkabılarını giyerken ve çıkarırken dahi"(102) hükmünü beyan buyurmuştur. Dolayısıyla Abdest almaya her uzuvda sağdan başlamak sünnettir.
302 TERTİBE RİAYET ETMEK: Abdesti; ayet-i kerime'de beyan buyurulan sıraya riayet ederek almak da sünnettir. Yani önce elleri, sonra yüzü yıkamak, sonra da başa meshetmek ve en son olarak da ayakları yıkamaktır.(103) Ayet-i kerime'de geçen "fe" takib içindir. İmam-ı Şafii (rh.a) bu takibin mecburi olduğunu esas alarak; tertibe riayetin farz olduğuna kail olmuştur.(104) Dolayısıyla Şafiî fûkahası; abdestin farzının altı olduğu hususunda müttefiktir. Bunlar: Niyet, ellerin yıkanması, yüzün yıkanması, başa meshedilmesi, ayakların yıkanması ve tertibe riayet'tir.
303 BAŞIN TAMAMINI BİR KERE MESHETMEK VE MUVÂLÂT: Abdest alan kimse; iki avucunu ve parmaklarını, başının ön kısmından başlayarak arka kısmına kadar, başın tamamını meshetmeyi devamlı olarak ve özürsüz bir şekilde terketmek günah olur.(105) Muvalât ise; uzuvları fasıla vermeden birbiri ardınca yıkamak demektir. Öyle ki mutedil bir havada ilk yıkanan uzuv, abdest tamamlanmadan önce kurumamalıdır.(106)
ABDEST'İN EDEBLERİ
304 Önce kelime üzerinde duralım. Edeb; "Edûbe" fiilinden türetilmiş olup; zarafet, insanlara sözle ve amelle güzel muamelede bulunmak, edib bir kimsenin kendisiyle teeddüb ettiği şeyleri taklid etmek gibi manalara gelir.(107) Seyyid Şerif Cürcani "Edebi"; insanı hata ve kusurdan koruyan meleke, irfan olarak tarif ediyor.(108) Abdest'in edebleri; ûlemanın üzerinde ittifak ettiği hususlardır: Meselâ: Abdest alırken, başkasından yardım istememek bir edebtir. Aksi sözkonusu olursa; insanlardan bir kısmının, diğerlerini abdest alırken dahi hizmetçi tutmasına vesile olur!.. Dolayısıyla bu İslâmi edebe ve mü'minlerin kardeşliğine zarar verir.
305 Şimdi abdestin edeblerini maddeler halinde zikredelim: Abdest alırken başkasından yardım istememek, abdest uzuvlarını ovmak, abdest alırken kıbleye yönelmek, küçük (Serçe) parmağını kulakların deliklerine sokmak, özürlü olmayan kimsenin, abdest'i vaktinden önce alması, abdest alırken konuşmamak, kullanılmış sudan sakınmak, abdest alırken yüksek bir yerde bulunup, sıçramalardan korunmak, kerahat vakti değilse, abdest aldıktan sonra iki rekat namaz kılmak, abdest alırken elleri çırpmamak, abdest alırken acele etmemek ve her azayı yıkarken besmele çekmek.(109)
306 ABDEST'E BAŞLARKEN; ŞU DUA YAPILMALIDIR:
"Bismillâhilazim velhamdülillâhi alâ dinil İslâm" Allahû Teâla (cc)'nın adını zikrederek başlarım. İslâm dini üzere kıldığı için; hamd Allahû Teâla (cc)'ya mahsustur. O'na hamdederim.
307 Uzuvların yıkınması esnasında selef-i salihinden şu duaları okumak, Abdestin edeblerindendir.(110)
A) MAZMAZA (AĞIZA SU VERME) ESNASINDA:
"Allahümme eınnî alâ tilâvetil Kur'âni ve zikrike ve şükrike ve hüsn-i ıbâdetike." Allah'ım!.. Kur'an-ı Kerim'i okumada, seni zikretme, sana şükretme ve sana en güzel şekilde kulluk etmede inayetini (yardımını) istirham ederim.
B) İŞTİNŞAK (BURUNA SU VERME) ESNASINDA:
"Allâhümme erihnî râyihate'lcenneti ve'r-züknî min neîmihâ." Allah'ım!.. Beni cennetin rayihası ile rayihalandır ve cennet nimetlerinden beni rızıklandır.
C) YÜZÜ YIKAMA ESNASINDA:
"Allâhümme beyyıd vechî binûrike yevme tebyeddu vücûhün ve tesveddü vücûh." Allah'ım!.. Bir kısım yüzlerin ağarıp nurlandığı, bir kısım yüzlerin ise karardığı gün; benim yüzümü nurlandır, ağart!..
D) SAĞ ELİ YIKAMA ESNASINDA:
"Allâhümme a'tınî kitâbî biyemînî ve hâsibnî hısâben yesîra." Allah'ım!.. Kitabımı (Amel defterimi) sağ elime ver ve benim hesabımı kolaylaştır.
E) SOL ELİ YIKAMA ESNASINDA:
"Allâhümme lâ tu'tınî kitâbî bişimâlî velâ min verâi zahrî." Allah'ım!.. Kitabımı (Amel defterimi) sol elime verme!.. Ve arkamdan da verme!.. (Beni amel defterleri sol ellerine verilenlerden eylemediğin gibi, arkalarından verilenlerden de eyleme.)
F) BAŞI MESH ETME ESNASINDA:
"Allûmmec'alnî minellezîne yestemiûnel kavle feyettebiûne ahseneh." Allah'ım!.. Beni hak sözü dinleyenlerden ve onun en güzeline tabi olanlardan eyle!..
G) BOYUNA MESH ETME ESNASINDA:
"Allâhümme a'tik unukî (yahut rakabeti) mine'n nâri." Allah'ım!.. Boynumu cehennem ateşinden azad buyur.
Ğ) İKİ AYAKLARI YIKAMA ESNASINDA: "Allâhümme sebbit kademeyye ale's-sırâtı yevme tezillu fîhi'l-akdâm." Allah'ım!.. Sırat köprüsünde ayakların kaydığı günde, benim ayaklarımı kaydırma, sabit eyle!..
H) ABDEST ALIP BİTTİKTEN SONRA; RESÛL-İ EKREM (SAV)'E SELÂVAT GETİRMELİ VE ŞU DUA OKUNMALIDIR:
"Allâhümme'c-alnî mine'ttevvâbine vec'alnî minel mütetahhirin." Allah'ım!.. Beni tevbe eden ve günahlarından temizlenen kullarından eyle!..
ABDEST'İN MEKRUHLARI
308 Abdest'in mekruhları şunlardır:
a) Mazmaza ve iştinşakı sol elle yapmak,
b) Özürsüz olarak sağ elle sümkürmek,
c) Suyu yüze şiddetle çarpmak,
d) Abdest almak için bir kap tayin edip, o kaptan başkasına abdest aldırmamak,
e) Bir su ile üç defa mesh etmek.(111)
Güneşte ısıtılan su ile abdest almak da mekruhtur. Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Aişe (ranha)'nin suyu güneşte ısıttığını görmüş: "-Yapma Hümeyra!.. Çünkü bu baras illetini doğurur" buyurmuştur. Hz. Ömer (ra)'den de, buna benzer bir rivayet nakledilmiştir. Hem Hanefi, hem Şafii fûkahası bu hususta müttefiktir."(112)
309 Abdest alırken suyu israf etmek de mekruhtur. İbn-i Abidin: "İsraf, suyu şer'i hacetten fazla kullanmaktır. Zira İbn-i Mace ve başkalarının Abdullah b. Amr b. As'dan rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Resûl-i Ekrem (sav) abdest alan Sa'd'ın yanına uğradı da bu israf ne dedi?" Sa'd: "-Abdest'te israf var mıdır?" diye sordu. Resûl-i Ekrem (sav): "-Evet, nehirde bile olsa israf vardır" buyurdular. Uzvu üç defa yıkamanın sünnet olduğuna itikad ettiği halde, üçten fazla yıkamak israftır"(113) hükmünü beyan ediyor. Dolayısıyla mü'minler; velev ki Abdest'te bile olsa, israf'tan uzak durmak zorundadırlar.
ABDEST'İ BOZAN ŞEYLER
310 Sebileynden (ön ve arka yollardan) çıkan her türlü necaset abdesti bozar. Kur'an-ı Kerim'de: "Abdest'i" farz kılan ayet-i kerime'de: "Veya sizden birisi kaza-i hacet'ten gelirse.."(114) buyurulmuştur. Ayrıca Resûl-i Ekrem (sav)'e "Hades nedir?" suali tevcih edilmiş, Resûl-i Ekrem (sav)"-Her iki yoldan çıkandır" cevabını vermiştir.(115) Dolayısıyla her iki yoldan çıkan idrar, dışkı, yel, vedi, mezi, meni, kurt ve diğer şeyler abdesti bozar.(116)
311 Hanefi Fûkahası, Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her akan kandan abdest lâzım gelir" ve "Namaz kılarken kusan veya burnu kanayan kimse ayrılsın, abdest alsın ve konuşmadıkca namazına kaldığı yerden devam etsin"(117) Hadis-i şeriflerini esas alarak kan'ın abdesti bozduğu hususunda ittifak etmiştir. Ayrıca irin, sarı su, yara suyu, nufte, göbek, meme, göz ve kulaktan hastalık sebebiyle çıkan suların da abdesti bozduğu sahih rivayettir.(118) Zira bunların hepsi necasettir, birbirlerine müsavidirler. Ancak bunların hepsi için asıl olan; vücûttan dışarıya çıkmış ve dağılmış olmalarıdır. Yaranın üzerinde bulunur ve dağılmazlarsa Abdest bozulmaz. Burundan çıkan kan; burun deliğine bulaştığı zaman abdesti bozar.(119)
312 Ağız dolusu kusmak da abdesti bozar. Resûl-i Ekrem (sav)'in "Kusuntu hadestir" buyurduğu bilinmektedir.(120) Hz. Ali (ra)'nin hadesleri tesnif ederken "Ve ağız dolusu kusmak da hadestir" sözü, Hanefi fûkahasınca delil olarak alınmıştır.(121) Kusma ağız dolusu olmazsa, abdesti bozmaz. Ağız dolusu kusmanın hududu: Sahih kavle göre, ağızda kusuntuyu zorlamadan ve meşakkat çekmeden tutamamaktır.(122)
313 Yanının üzerine yatarak veya iki uyluğundan biri üzerine yatarak veya bir şeye dayanarak uyuyan kimsenin de abdesti bozulur. Resûl-i Ekrem (sav)'in "Ayakta veya otururken veya rükû halinde iken veya secde durumunda iken uyuyan kimseye abdest almak lâzım gelmez. Abdest ancak yanının üzerine yatarak uyuyan kimseye lâzım gelir"(123) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası; mafsalların serbest kalmasını şart görmüştür. İmam-ı Yusuf (rha) kasden uyuma halinde abdestin bozulacağına hükmetmiştir. Esasen oturarak uyuyan kimse yan üstüne düşer ve uyanmazsa (yani bir müddet daha o şekilde uyursa) o kimsenin abdestinin bozulacağı sahih rivayettir.(124)
314 Namazda kahkaha ile gülmek abdesti bozar. Resûl-i Ekrem (sav): "Dikkat ediniz!.. Sizden birisi kahkaha ile gülerse Abdesti ve Namazı birlikte iade etsin"(125) hükmünü beyan buyurmuştur. Kahkahanın haddi bir kimsenin gülmesinden dolayı meydana gelen sesi, hem kendisinin, hem de yanındakilerin duymasıdır.(126) Kahkaha; namazın haricinde olursa, abdesti bozmaz.
315 Baygınlık, cinnet, delirmek ve sarhoşluk da abdesti bozar. Çünkü bu haller, âzaların serbest kalmasında, yan üstü yatarak uyumaktan daha galiptir.(127) Sarhoşluğun hududu; bir kimsenin yürümesi sırasında sallanmasıdır.
316 Çıplak ve yaygın bir halde iken tenasül uzuvlarının birbirlerine dokunması karının ve kocanın abdestini bozar. İmam-ı Azam ve İmam-ı Yusuf istihsanen bu görüştedirler. İmam-ı Muhammed ise; bu halde iken abdestlerinin bozulmayacağına kaildir. Bu da kıyastır. Muhit'te de böyledir. Nisab'ta da böyledir. Sahih olan da budur. Fetva bunun üzerinedir. Hanefi fûkahası; kişinin kendi zekerine dokunması ile de abdestin bozulmayacağı hususunda müttefiktir.(128) Ancak bir kadınla, başka bir kadın veya bir erkekle genç çocuk arasındaki mübaşeret (Tanasül uzuvlarının birbirine dokunması) Şeyhayn'a göre abdesti bozar. Kınye'de de böyledir.
317 Göz yaşı abdesti bozmaz. Ancak gözde olan bir hastalık yara mesabesindedir. Ondan çıkan su da, abdesti bozar.
318 Bir kimse abdest alırken bazı uzuvlarını yıkayıp-yıkamadığı hususunda şüpheye düşerse; eğer bu ilk şüphesi ise, o uzuvları (Şüpheye düştüğünü) yıkar. Fakat sürekli ise iltifat olunmaz. Abdestin bozulup-bozulmadığı hususunda şüpheye düşen kimse abdestli sayılır. Ancak abdest alıp almadığı hakkında şüpheye düşen kimse abdest'sizdir. Hulâsa'da da böyledir.(129)
ABDESTİN ÇEŞİTLERİ
319 1. FARZ OLAN ABDEST: Farz olsun, nafile olsun namaz kılmak için abdest almak farzdır.(130) Kur'an-ı kerim'i elle tutmak ve tilavet secdesi yapmak için abdest almak da "Farz-ı amelî"dir. İslâm ûleması: "Kur'an'a tam manasıyla temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz"(131) ayet-i kerimesini esas alarak; abdestsiz ve cünüp olan kimsenin Kur'an-ı Kerim'e dokunmasının helâl olmayacağı hususunda ittifak etmiştir.(132) Resûl-i Ekrem (sav)'in: Abdestsiz olan kimsenin Kur'an-ı Kerim'e dokunmamasını" emrettiği de bilinmektedir.(133)
320 2. VACİP OLAN ABDEST: Kâbe-i Şerif'i tavaf için abdest almak vaciptir.(134) Bir kimse Kâbe-i Şerif-i abdestsiz tavaf etse, tavafı caizdir. Ancak vacibi terk ettiği için mes'ul olur.
321 3. MENDUB OLAN ABDEST: Abdestli olmaya devam için abdest almak, uykudan önce ve uyandıktan sonra abdest almak, cenaze yıkamak ve taşımak için abdest almak, Cim'a etmek istediği zaman abdest almak, gadab halinde iken abdest almak, hadis okumak veya hadis rivayeti için abdest almak, ilim öğrenmek, ezân okumak, ikamet etmek ve hutbe irad etmek için abdest almak, zikir yapmak için abdest almak ve kütüb-i Şer'iyeyi ele alacağı zaman onlara ta'zimen abdest almak mendub'tur. İbn-i Abidin: "Yalan söyledikten veya gıybet ettikten sonra abdest almanın mendub olması, bunlar manevi necaset olduğu içindir. Bundan dolayıdır ki; yalancıdan fena bir koku yayılır, bu kokudan melek uzaklaşır. Nitekim hadis-i şerif'te böyle varid olmuştur. Keza Peygamber (sav) pis kokan bir rüzgârı: "Bu rüzgâr insanları ve mü'minleri gıybet edenlerin kokusudur" diye izah buyurmuştur. Biz buna alıştığımız ve burunlarımız bu koku ile dolduğu için duymayız. Nitekim tabakların bulunduğu yerde sakin olanlar tabakhane kokusunu duymazlar"(135) hükmünü zikrediyor. Kahkaha ile güldükten sonra da abdest almak müstehaptır.